Sezer’in milli formülü... BM Genel Sekreteri raporlarında, ABD ve Garantör İngiltere'nin doğrultusunda, arkalarına AB ülkelerini de alarak yıllardır "Kıbrıs'ta şimdiki statüko kabul edilemez" edebiyatı yapılmaktadır. Annan Planı da "statükoyu" değiştirmek için icat ettikleri çok akıllıca bir plandı. Eli kanlı, geçmişi insanlığa karşı suçla dolu, terörizm ve toplu mezar uzmanlarından oluşan Rum idaresini "meşru hükümet" addeden bu tarafların kabul edilemez buldukları ve değişmesinde ısrar ettikleri "statüko" - kendilerinin de açıkladıkları gibi- devam ettiğine inandıkları "1960 Cumhuriyetinde KKTC diye bir Cumhuriyetin varlığı" idi! KKTC'den vazgeçilince, meşruiyet avdet edecek ve statüko kabul edilir olacaktı. 1960 Cumhuriyetini Akritas Planı gereğince terörle, toplu mezarlara 16 günlük bebekleri bile acımasızca gömen Rum idarecilere göre de, ayni nedenlerle, "statüko kabul edilemez" propagandası devamlı surette yapılmıştır ve yapılmaktadır. Bize göre kabulü imkânsız statüko 1963’de başlayan Rum idaresinin "meşru Kıbrıs Hükümeti" olarak tanınmasından kaynaklanan hukuk ve insanlık dışı statükodur. Bu nedenledir ki 1963'den 1968'e kadar Türk tarafı BM Genel Sekreterliğine "durumu normalleştirme" çağrısında bulunmuştur. Maksat "kabul edilemez" bulduğumuz statükonun "kabul edilebilir" hale getirilmesiydi. O günlerde henüz KKTC yoktu. Bu "Anayasal düzeni koru" anlamına gelen çağrımızı Genel Sekreter U Thant "BM Barış Gücünün görevi bu değildir" diyerek geri çevirmiş ve gaspçı Makarios'a "Kıbrıs'a sahip çıkma" siyasetinde yeşil ışık yakmıştı. 1967 sonunda benim, arkadaşlarımla yakalanmamızdan doğan krize, biz serbest bırakıldıktan sonra eklenen Geçitkale-Boğaziçi saldırısı, 1968 Haziranında Kleridis ile Beyrut'ta başlayan ve 1974'e kadar devam eden "istikşafi mahiyette, gayri resmi görüşmelere" yol açmıştır. Üzerinde anlaşmaya vardığımız Türk haklarını ve müşterek idareyi "bölgesel otonomi" formülü ile toprağa bağladığımız bu anlaşmayı Klerides ve Yunanistan kabul edilebilir buldukları halde Makarios reddetmiştir çünkü Makarios'un görüşüne göre halkımızı adanın %3'üne hapsederek, 103 köyümüzü yakıp yıkarak, toplu mezarları veya göçü Girit'te olduğu gibi kaderimiz yaparak elde ettiği "statüko" değişmemeliydi. Kıbrıs Türkleri azınlık statüsünü kabul etmeli, Türkiye Garantörlükten çekilmeli, hiç olmazsa müdahale hakkı kalkmalı ve 650 kişilik Alay da adadan çıkmalıydı! Hâlbuki Klerides'le vardığımız anlaşmada "kurucu ortaklık" hakkımız korunuyor ve Garanti Anlaşmasının devam edeceği vurgulanıyordu. Bilindiği gibi Makarios'un Rum liderlerine bırakmış olduğu vasiyet de, kanla ve terörle elde ettikleri bu hukuk dışı statükodan vazgeçilmemesi yönündeydi. Makarios "yaptıklarımla Kıbrıs'ı Enosis' en yakın noktaya getirdim, bundan ancak Enosis için geri adım atabilirsiniz" diyordu. Bu nedenledir ki benimle 11 yıl Federasyon konuşur gibi yapan Kipriyanu en sonunda Federasyona inanmadığını ve "Büyük lider Makarios'un vasiyetini yerine getirdiği (yani statükoyu koruduğu) için gurur duyduğunu" açıklayabilmişti. 5 yıl Vasiliyu ile, 10 yıl da Klerides ile yapılan görüşmeler de ayni nedenle (yani gasbettikleri "meşru Kıbrıs Hükümeti" unvanından vazgeçmeme siyaseti nedeniyle) sonsuz kalmıştı. Rum tarafının Annan Planı'na büyük bir çoğunlukla HAYIR demesinin nedeni de bizim kabul edilmez bulduğumuz 1963'de başlayıp bugüne kadar gelen statükoyu elde tutarak Kıbrıs'ın tümüne sahip çıkmak içindir. BM Güvenlik Konseyi, ABD ve Garantör İngiltere ile -şimdi AB ülkeleri- "kabul edilemez" buldukları "statüko"yu isimlendirip "1963'de başlayan kanunsuzluğu ve gaspı" kastettiklerini zamanında söylemiş olsalardı Kıbrıs meselesi çoktan halledilmiş olurdu. Halbuki bunlar "statüko kabul edilemez" noktasına Barış Harekâtından ve özellikle, Rum'un alıp kaçmağa çalıştığı Kıbrıs'taki temel haklarımızı korumak ve durumu dengelemek için halkın hür iradesi ile oluşturduğumuz KKTC'den sonra ağırlık vermeye başladılar. KKTC'nin, Rum tarafının kan akıtarak, hukuk çiğneyerek gaspettiği bir unvan altında bizi vatansız ve hürriyetsiz bırakamayacağını kanıtlamak için kurmuş olduğumuz KKTC’nin Rum tarafının gaspla elde ettiği devletten çok daha kutsal, haklı ve meşru olduğunu görmek istemediler. Hâlâ da istemiyorlar. Gerçeklere göz yumarak, 400 yıl bir arada yaşamış fakat bütünleşmemiş olan iki milleti /halkı tek millet/halk yapmak sevdasından, kendi süfli çıkarları için vazgeçemiyorlar. Papadopullos "%82 ile %18 arasında federasyon kurulamaz", "dünyanın hiçbir yerinde %18 bir azınlığa devlet kurma hakkı verilmiş değildir", "Kıbrıs meselesi Osmosis yolu il halledilecektir", "ben bir devlet devraldım, bunu cemaat statüsüne dönüştüremem","sert ve kararlı tutumumuzla AB üyesi olduk, kazançlarımızı koruyacağız", "Kıbrıs meselesinin halli için Garantörlük kalkmalı, askerler adadan çıkmalı, yerleşikler geldikleri yere gitmeli, göçmenlerimiz yerlerine dönmelidir" demektedir. Kısacası 1963'de gasp ettikleri unvan arkasına saklanarak Kıbrıs'ın tümüne sahip çıkmak ve Akritas Planı'nda öngörülen şekilde "son safhanın Enosis olduğunu son safhaya gelmeden açıklamamak kaydıyle safha safha ilerleyerek "son Enosis safhasına" gelmek siyasetini gütmektedirler. Bugüne kadar bunların "son safhaya" gelmelerini engelleyen, Kıbrıs'ın tümüne sahip çıkamayacaklarını kanıtlayan tek olgu KKTC'nin varlığıdır - yani yabancıların "kabul edilemez" buldukları "statüko"dur. Annan Planı "bu statükoyu" kaldırarak bizi karma bir vilâyete mahkûm ederek kısa bir zaman içinde Türk askerini de adadan çıkartıp, müdahale hakkını yok ederek ve yüz bin insanımızı yeniden göçmen yaparak, Mitsodakis'in de söylediği gibi, on yıl içinde Kıbrıs'ı Türk'ten arındırmış olacaktı. Biz de "Statükoya Hayır" sloganı ve dıştan alınan paralarla yürütülmüş olan bir yalan vaadler propagandası karşısında Annan Planı'na "kandırılarak evet dediklerini" itiraf edenlerin hala statükodan bahsetmek zorunda kalmaları Kıbrıs'ın gerçeklerini ve Rum-Yunan ikilisinin Kıbrıs siyasetini bilenler açısından gülünç olduğu kadar acınacak bir tablo oluşturmaktadır. Kıbrıs'ta "iki milletin/eşit egemen HALKIN" iki de facto devletleri vardır. Kıbrıs meselesi bu gerçekler ışığında ve Kıbrıs üzerinde var olan, devam etmesi kaçınılmaz olan, Türk-Yunan dengesi korunarak halledilecektir. Milli formül budur. "Statüko, statükocular" safsatası ile bu gerçeği değiştirip bizi Rum'un kulu kölesi yapmak yolunda dıştan beslenenler artık seslerini kısmalıdırlar. Bizim bugüne kadar koruduğumuz ve sonuna kadar can pahasına koruyacağımız statüko KKTC'dir. Bu böyle bilinmeli, saf gençlerimiz yalan yanlış propagandalar ile kandırılmamalıdır. Evet, biz statükocular bu halka, halkın iradesine dayanan ve dıştan hiçbir gücün ortadan kaldırma hakkı veya gücü olmayan bu devleti yoktan var etmiş Kıbrıs Türkleriyiz. Rum'un bizi idare hakkı yoktur, Kıbrıs'a sahip çıkma hakkı hiç yoktur. Gönderde dalgalanan bayrağımız Rum'a ve dünyaya bu mesajı vermektedir. Biz paralı propagandistlere kanarak içten parçalanıp çökmezsek bu devleti kimse altımızdan alamaz yeter ki Türkiye de Garantörlüğüne sahip çıksın ve Sayın Cumhurbaşkanı Sezer'in milli formülüne dört elle sarıldığını dünyaya duyurmağa başlasın.