Psikolojimiz bozuk. 
Neye üzüleceğimiz belli, nasıl üzüleceğimiz muamma. İki kelam etsek rahatlıyoruz, uyumaya çalışırken başa sarıyoruz. Keşke koyun sayarak uyuya kalmaya çalışmak kadar sıradan sıkıntılarımız olsa.
Birileri hayatını kaybediyor, birilerini hayatını kaybetmiş kardeşlerimizi fotoğraflıyor, bizler de izliyoruz. “Çaresiziz ne yapalım?” diyoruz. Yazıyoruz. Çaresizlik; karabasandır. Ellerini uzatacak kolların varken, güçsüz kalmaktır. Gözyaşını içe akıtmaktır. Ağırdır. İzlemek ise karabasanların babası...
Has babalar ise uyuyamayanlardır. Sonsuz uykuya günahsız yatmış olanlar, evlatlarını o uykuya yatırmış olanlar, uyuyan evlatlarına henüz ulaşamamış olanlar, tanımadan o evlatları kardeş bilenler, yüreği kızgın demirlerle dağlanmış analardır.
Bizler seyirci..
Neyi neden savunduğumuzu unuttuk çoğumuz. Duygularımıza karşın davranışlarımız o kadar ironik ki samimiyet kavramı kendi kendini üniversitede bir tezmişcesine yok ediyor vaziyette.
Kafamız karışık. 
Kime tutunsak ihanet, kime tutunsak vicdan azabı... 
Her şey muamma...
Aşk azaldık. Çocuklar ağlıyor. Anneler korkuyor. 
Çocuk diye bir şey var ya!
Çocuk ve anne...
Çocuk ve baba...
Çocuk ve kardeş...
Çocuk ve aile...
Çocuk ve arkadaş...
Çocuk var! 
Et ve tırnak var. 
Unuttunuz mu, et ve tırnağı ayırmaya çalışanlar?
İyi dinleyin, duymayacaklar.
 Nasılsa ses bizden, çığlık ateşin yaktığı yerlerden.