Sezen Aksu’nun sesinden dinlenen bir şarkı. Namık Kemal tarafından yazılmış. Hacı Arif Bey tarafından bestelenmiş. Segah-curcuna makam ve usulündedir. Güftenin mısraları şöyle:

Olmaz ilaç sine-i sad pareme
Çare bulunmaz bilirim yareme
 
Baksa tabiban-ı cihan çareme
Çare bulunmaz bilirim yareme
 
Kastediyor piri müjen canıma
Gözleri en son girecek kanıma
 
Şerh edemem halimi cananıma
Çare bulunmaz bilirim yareme
 
İnsandan söz edeceğim aslında. Belki senden belki benden. Belki erkekden belki kadından bahis açacağım. Kim bilir Ademi anlatacağım diyebilirim ya da onun kaburga kemiğinden yaratılan Havva’dan dem vuracağım.
 
İnsan bir eksik yaratık. Nisyandan, unutmadan geldiği söylenir. Eksiklik kadında daha da fazladır. Ona erkekler bile eksik etek sıfatını uygun görürler. Haklı olduklarını söylemiyorum. Vakıadan söz ediyorum.
Çağlar değişir, toplumlar da öyle. Kahinler, atamanlar, şamanlar, tabipler, düşünürler, ruh bilimciler, toplum bilimciler hep insanı erkekli-dişili inceleye gelmişlerdir. Kimsenin bir şey anlamadığı belli. Çünki hala inceleme sil baştan sürüp gidiyor.
Değer veririz insanlara. Onları kusursuz addederiz. Zihnimizde öyle bir hülya belirleriz. Gönül kaşanesine birilerini oturtur insan. O insan hep karşı cinsten olabilir. Takdir duyguları öne çıktığında kaşaneye oturtulan aynı cinsten de  olabilir.
18-19 ve 20. yüzyılda üç büyük ruh bilimci çıkarmış Batı medeniyeti. İkisi Yahudi bir Hıristiyan. Ferud ve Adler Yahudi Jung Hıristiyan bir din adamı. İnsanı öylesine incelemişler ki aşırılıklara kaçsalar da büyük tespitlerde bulunmuşlar insan hakkında. Erkek çocuk-kız çocuk, anne, baba, kadın, erkek, yetişkin, yaşlı, binbir çeşit ruh haliyle insanlar üzerinde incelemeler yapmışlar.
Bir çok hakikati yakalamış, tespit edip bize aktarmışlar. Yanlışları da var elbette, abartıları da. Zaten aynı ekolün kurucuları, hocası, öğrencisi oldukları halde birbirlerinin abartılarını eleştirmiş, yanlışlarını düzeltmek için ayrı yollara süluk etmişler. İd, süper ben, libido, oğulluk duygusu, babayı rakip bilen çocuk, babaya hayran ve aşık olan kız çocuk. Anneyi cinsellikle emen erkek çocuk, sapık ilişkiler, sapkınlıklar,cinsbilmezlik ve daha nice konularda eserler vermişler. Ama neye yarar. Hemen herkes şunu söylemekte. Şerhedemem halimi cananıma.
Neden anlaşamıyor insanlar? Herkes her şeyi bilmediği için, herkes her konuyu aynı biçimde, aynı kaynaktan öğrenmediği için. Herkesin kimyası, bedeni, ruhu, cinsiyeti, hayat macerası, çilesi-saadeti farklı olduğu   için, kelimelere farklı manalar yüklediği için herkesin.
Halimizi canana şerh edemeyişimizin sebebi bunlar olabilir. Her biri    doğru sebeptir.
Ama ben halin canana şerh edilemeyişinin sebebini kişilerin samimiyetsizliğinde görüyorum. İnsan kendine karşı samimi değil en başta. Kendine karşı samimi olmayan birinin muhatabına karşı samimi olması elbette düşünülemez.
Ve insan ağzındaki   dili kullanarak lisanıyla söylesin halini diye bekleniyor. Beden dilinin söyledikleri kimseye yetmiyor. Halbuki eksiksiz, tam, mükemmel, samimi, yapmacıksız, katıksız, katışıksız anlatan lisan beden lisanıdır.
Bir roman okuyorum bu günlerde, belki de yazıyorum. Şimdi böyle söyleyince değerli dost, edebiyat, kültür adamı Mehmet Nuri Yardım, bastırmaya başlayacak. Haftada bir soracak roman tamamlandı mı diye. Hemen basılsın, kitap olsun diye tutturacak. Yazılan her eserin hemen kitaplaştırılması teşvik eder o.Neyse ben o romandaki kahramanlara döneyim.
Birbirinden emin olmayan iki insan. İstiyorlar ki herkes gibi, ağızlarda sakız olan tarzda, birbirlerine seni seviyorum-ben de seni desinler.
Halbuki birbirinin beden dilini dinleseler daha ilk sayfalarda birbirlerine sevdiklerini söylediler. Ama anlayışsız tipler.
Mesela erkek daha ilk sayfanın sekizinci paragrafında kadına şöyle dedi:
‘Kadın ütü yaparken bileğini yakmıştı. Birlikte seyahat ediyorlardı. Ada vapurunda cam kenarında oturmuş, birbirlerinin ağzının içine girerek sohbet ediyorlardı. Onları uzaktan gören geminin diğer yolcuları tablonun mutluluğundan etkileniyorlardı.
Erkek kadının bileğindeki yanığa dokunarak sordu:
Bu ne zaman oldu. İlk görüşte ta yüreğim yandı. Aman dikkatli ol lütfen. Senin canın yanarsa benim de canım yanıyor.
Kadının yüzünde saadet incileri ışıldadı. Bu ne demek oluyor şimdi, sevgi değil mi?
 Adam oralı olmadı, evet demedi, kadın saadet incili bakışıyla sorusunu üç kere tekrarladı. Adam itiraf etmek istemiyordu, üstüne çok gelinmesinden, istemediği bir sakızın çiğnetilmek istenmesinden rahatsız her defasında konuyu değiştirdi.’
Şimdi buradan ne anlıyor okuyucu? Adam beden diliyle de ağzındaki dil ile de söyleyeceğini söyledi. Ama kadın bunu yeterli bulmuyor, güven duymuyor, güvenebilmek için bilindik sakızın şakırdatılmasını, Evet seni seviyorum tabi hem de deliler gibi’ kılasik nakaratı duymak istiyor.
Bir başka sayfada bir tasvir var.’Hafta sonlarında yolları kesişiyor vapurla Heybeli Adaya  gidiyorlar. Kadın yolda kestane alıyor, kese kağıdı içinde sıcacık. Vapurda oturup ayaklarını uzatıyorlar. Denizi seyrederken kadın kestaneleri soyup bir kendine bir adama veriyor. Martılar kendilerine özgü sesleriyle vapura refakat ediyorlar hayli zaman. Denizin hışırtısından mutluluk nağmeleri doluyor ikisinin de kulaklarına. Derin bir haz içindeler oysa ki. Bu yolculuk hiç bitmesin istiyorlar. Ama deniz bitiyor. Yani ada iskelesi gözüküyor ve inip herkesin kendi evine gitme dakikası gelip çatıyor.’
Adam da durumdan bir şey anlamıyor. Oysa kadın beden diliyle söyleyebileceği her şeyi söylemiş oluyor. Adam da kadından farksız. Kendinden emin değil, kararsız. Anlamakta zorlanıyor. Acabalardan sıyrılamıyor.
Roman böyle uzayıp gidecek. İkisi de samimiyetsiz. İkisi de toplumun yaptırımından korku içindeler. Kendilerine karşı samimi olmadıkları gibi muhataplarına karşı da samimi değiller.
Hulasa bu romanın adı Hacı Arif Beyin bestelediği bir Namık Kemal güftesi, şiiri olan Şerhedemem halimi olacak. Ne dersin Mehmet Nuri yazayım mı?