"Tarih en mükemmel rehberdir, Yeter ki dürüst yazılmış olsun." -Levon Panos Dabağyan- Birinci bölümde zikrettiğimiz gibi; III. Mustafa Hân tarafından deniz kıyısının doldurulmasıyla meydan getirilen meşhur Yeni-Kapu semti. Önceleri "Büyük-Vlânga Limanı" bilinmiş (1760-1841) yılları arası mezkûr isimle bilinmiştir. 1841 yılında mezkûr semtte büyükçe bir bostanı olan Ermeni eşrafından, ünlü Amira Kevork Papazyan ki, daha ziyade (BARDİZBANYAN) veya (BAHÇEVANYAN) namı ile maruftur ve uzun yıllar birlikte bir Şirket çalıştırdıkları meşhur Avedis Ağa'dan bu soyadını almış olduğu bilinir. Sahibi olduğu bostanına, Kumsal-Sokak'tan da geçebilmek maksadıyla devletten müsaade edilmesini talep etmiş ve makul semtin sakinleri'nin de yakıştırmasıyla, "YENİ-KAPU" ismi uygun görülmüş. Bilhassa yangın felâketlerine karşı hayli işe yarayan bu kapu, ziyade sevilmiş ve semt sakinlerinin de işlerine yaramıştı. 1842 yılında Yeni-Kapu Ermenilerine bir de İrade-î Hümâyûn ile Kilise inşâ ettirilen (AZİZ TATİYOS-PARTOĞOMİYOS KİLİSESİ) ki, hâlen mevcuttur (2007). Kevork Amira PAPAZYAN (1807-1883), birçok hizmetler sunduktan sonra, "25 Haziran 1883" tarihinde vefat etmiş ve meşhur "Kum-Kapu dışı "Ermeni Kilisesi, "SURP-HARUTYUN"un bahçesinde kendi sağlığında yaptırdığı kabrine defnedilmiştir. Vefat tarihini, (1885) gösteren kaynaklar da vardır. Doğru olanın bu olması gerekirken, çünkü semtin tarihçesinde de geçmekte (Ermenice tarihi kayıtlar) olmasına rağmen, ayrı bir kayıt daha mevcuttur ki, hayli enteresandır ve emin olun benim de pek hoşuma gitmiş bir gerçek veya yakıştırmadır!... Gerçi yakıştırma da olsa pek güzel bir yakıştırma olduğu için, ben dahi bu kayıdı benimsemiş durumdayım ve aynen şudur: Sultan IV. Murad Han (1611-1640) ki, kayıt düşdüğümüz doğum ve ölüm tarihleri dahi, semtin kurulduğu yıllarla örtüşmüyor. Yine de buna rağmen insanın hoşuna giden bir vak'a hüviyeti arz etmektedir. Buyurun hep birlikte okuyalım: (Rivayete göre, IV. Murad Hân, günlerden bir gün, tebdili kıyafet, ancak soyluların binebilecekleri bir saltanat çektirisiyle, Veziri de aynen kendisi gibi bir tüccar kılığında Marmara-Denizi'nin berrak mavi sularında bir sabah gezisine çıkmış ve böylece Kadı-Köy önlerine geldiklerinde kıyıya çıkmayı arzulayıp, çektiriyi iskeleye yanaştırtıp, kıyıya çıktığında, ak sakallı bir sevimli ihtiyarın yere koca bir mendil açmış aşık-attığını görünce. Vezirine sormuş: (Kim bu ihtiyar?..). Veziri cevaben: (Aşık-Baba namıyla anılır Sultanım. Aşık atıp, kimlik okur.) Padişah daha da meraklanıp, sevimli ihtiyarın yanına giderek, ona selâm verip: (Hele baba bil bakalım ben kimim?) demiş. Padişah'ı dikkatle süzen ihtiyar ise, açtığı mendil üzerinde aşık atarak, suali cevaplamış: (-: Köyümüze hoş geldiniz, şerefler bahşettiniz Sultanım!) karşılığını verince. Hem şaşırmış ve hem de memnun olmuş bulunan IV. Murad Hân. Şöyle buyurmuş: (-: Güzel memnun oldum. Ama velâkin, sen beni daha evvel herhangi bir yerde görmüş olabilirsin. Emin olmak için sana bir sual daha soracağım.) Aşıkçı Baba: (Hay, hay Sultanım. Emri hümayûnunuz olur. Buyurun sorun!...) karşılığını verir ve sultan şu suali sorar: (Bil bakalım, ben dönüşte hangi kapudan İstanbul'a gireceğim?) Aşkıçı Baba, tekrar aşık attıktan sonra. Küçük bir kâğıdın üzerine bir şeyler karalar ve katladığı kâğıdı Sultan'a uzatarak: (-: Padişâhım! Bu kâğıdı göğsünüzde saklayın ve gireceğiniz kapu'dan girdikten sonra çıkarıp okuyun.) dileğinde bulunur. Padişâh kâğıda hiç bakmadan göğsüne sokup saklar ve daha sonra tekrar çektiriye bindiğinde Kum-Kapu açıklarına doğru gitmelerini emreder. Marmara-Denizi'nin mavi, berrak suları üzerine vurmuş bulunan sabah güneşinin pırıldayan parlaklığıyla adeta bir gümüş-tepsiyi andıran denizin muhteşem ve insana huzur veren görüntüsünü seyrede, seyrede Kum-Kapu'yu geçerek, Büyük-Vlânga Limanı açıklarına geldiklerinde Büyük-Vlânga Limanı kıyısının denizden görünen nefis manzarasına hayran kalan Padişâh, kıyıya yanaşıp, kale sûrlarından birisinde bir insan geçebilecek kadar delik açmalarını emreder. Derhâl kıyıya bildirilince, lağımcılar derakap harekete geçerek emredilen şekilde bir geçit açarlar ve geçitten içeri giren Padişâh Liman girişini temaşa ederken, Veziri, göğsündeki katlı kâğıdı hatırlatınca. Sultan anında kâğıdı çıkartıp açar ve şu satırları okur: (Yeni-Kapunuz mübarek olsun Sultanım!) Ve böylece, mezkûr semtin adı, "Yeni-Kapu" olarak değiştirilir ve günümüze bu adla erişir: (Ekim 2007). "Aşıkçı-Baba'ya gelince. IV. Murad Hân, onu en âlâ şekilde mükafatlandırır lâkin ülkeyi terk etmesini de emreder. Zira, onun sihirinden endişelenir!... Dolayısıyla da İstanbul'un bütün kapularının "Kapucu-Başları"na emr-i Hümâyûnunu göndererek: (-: Aşıkçı Baba, hangi kapu'dan çıkıp giderse, derakap bana bildirile!) Meselenin en enteresan tarafı da: İstanbul'un bütün kapucu-başları: "Bu Kapu'dan çıktı gibi pek garip bir iddiada bulunurlar?!) İşte Yeni-Kapu adının bir başka hikâyesi. Ne var ki, bütün bunlar Yeni-Kapu semtinin İstanbul halkı tarafından nasıl içten sevildiğini belirten birer güzel anı hikâyeleridir ki, her semte nasip olmaz... Yeni-Kapu semtinin "siyasî yönleri" de mevcuttur. Ancak konumuz dışında kaldığından o yönlerine temas etmiyorum. Benim üzüldüğüm şudur: "İstanbul'un "Sûr içi" niçin böylesine bir gaddarlığa muhatap edilmiştir?... Niçin güzelim İstanbul'umuz, bir bütün olarak muhafaza edilememiştir?!... Bilindiği gibi, İstanbul "sûr-içi" olandır: "Kara-Köy, Beyoğlu vs." İstanbul'un dışında kalır ve her daim "yabancı kültürü" o mahallere hâkim olmuştur!... Denecektir ki: "1950'lerden itibaren başlayan bir takım göçler dolayısıyla zaten bozulmaya yüz tutmuştu ve daha sonra da bozuldu." Bu doğru değildir. Çünkü benim de bir karşı sualim olacaktır ki, meselenin aslı budur ve bir katliam, yani Cihan'ın incisi diye bilinen bir mukaddes Belde'nin katliamı, istenerek yapılmıştır. İcra edenler masum olabilirler, ancak onlara emir verenlerin "gizli yandaşları" bu katliamı gerçekleştirmişlerdir!.. Meselâ: (6-7 Eylül 1955 trajedisini) sadece bir "Kıbrıs Meselesi"ne bağlamak tamamen yanlış ve pek safdillik olur!.. Çünkü, mezkûr vak'a, doğrudan (İngiliz-Skoç Locası)'nın bir marifeti olduğu hâlde, meselenin bu yönü hâlâ bir nevi gizli tutulmaktadır!... Hâlbuki, peşinden gelen: (1956-57 İstimlâk trajedisi) perdeyi ardına kadar açmaktadır!.. Meselâ.. 1950'lerden itibaren başlayan Balkanlardan gelen göç niçin daha ziyade İstanbul içine kaydırılmış da, şehir haricine alınıp, göçmenler oralara yerleştirilmemiştir? Niçin, Beyoğlu mıntıkası, daha doğrusu (Cizivit Mıntıkası) istimlâke tabi tutulmamış da, ille de İstanbul içi tercih edilmiştir? Niçin göçmenler Beyoğlu'nun derinliklerinde: "Şişli-dışı, Mecidiye-Köyü" vs. gibi o tarihlerde bomboş olan (1950-1960) arazilere yerleştirilmemiş de, ille de Sur içi tercih edilmiştir?.. Siz İstanbul sur-içi'nin en mutena semtlerini sıradan insanlarla doldurun ve esas ahalisinin kaçmasına sebep olan ve sonra da kalkıp; "Zaten bozulmuştu, çürümüştü" diye tef çalın, evet tef çalın diyorum, çünkü, İstanbul'un yoklara karışması karşısında göbek atanlar dahi vardır!.. Bana işgal yıllarını hatırlatan ve her daim uyanık ve de tetikte olmamı belleten bir anı olarak, bizleri uyaran o meşhur "Şehzadebaşı-karakolu acaba ne oldu da kör kazmaya kurban gitti?.. Caddelerin genişlemesi sebebi mi, yoksa işgalci İngiliz askerlerinin mezkûr Karakol'u aniden basarak bütün Zaptiyeyi yataklarında uyurken süngülediklerini gizleyebilmek için mi?.. Acaba hangisi!?.. Güzel Yeni-Kapu'm. Biliyorum; "Fazla kurcalama, olan olmuş, giden geri gelmez, gelemez..." gibi sitemlerde bulunmaktasın ama, ne yapayım ki, elimde değil!.. Bilir misin, sırf seni görebilmem, hiç olmazsa, istasyonunun kokusunu alabilmek için İstanbul'a trenle gider, dönerdim. Lâkin, bir takım "tinerci denen" zavallı benim bu kadarcık nostaljimi de çok görerek, treni bana yasakladı!.. Düşünün: (1940'lı, 1950'li yıllardayız, henüz "Kadını Hanımefendi, Erkeği Beyefendi: "Genç Bayan, Genç adam" gibi tabirler yok.) Yeni-Kapu Tren istasyonu tıklım tıklım dolu, hemen her aile kendine göre denkler, çantalarla Florya'ya gidebilmek için Kum-Kapu istikametinden gelecek olan treni beklemekte ve günlerden Pazar olduğu için, herkes mesireye gidebilme telaşı içinde. O ne Kum-Kapu istikametinden banliyö treninin düdüğü acı acı ötüyor ve ben geliyorum diyor!... Saygıdeğer okuyucularım! Hepinize mutlu tatiller. İnşallah önümüzdeki Cuma tekrar sizlerle yeni sütunumda buluşuruz. Saygılarımla.