Modern dönemdeki bu tür tartışmalar, konuya dair nasıl düşüneceklerine ilişkin önemli rol oynamıştır. Şüphesiz birçok teori ve yaklaşımlar arasında net bir ayrım ortaya koymak oldukça zor. Ve bu yüzden de bu düşünce içerisinde örtüşmenin her zaman belli bir ölçüsü vardır. Bu karşılıklı etkileşimde geçmişten bu yana insanlar çokça fikir sunabiliyor olsa da, küreselleşmenin bir başka özelliği de, göçün büyümesi ve dünya çapındaki toplumlarda genişleyen ekonomileri ile kalıcı yerleşmiş toplulukları oluşturmasıdır. Bu esaslara dayalı topluluklar genellikle yaşantılar ile birbirine tutunmaktadırlar. Bu artan ilgi, bizim sadece son dönemlerdeki göç anlayışımızın değil, aynı zamanda sekülerleşmenin ve postsekülerleşmenin karmaşıklığı karşısındaki bilincimizin artmasına da yardımcı olabilir.

Nitekim otoriterleşmenin, sansürün, baskı ve hayat tarzı dayatmasının artması sonucunda kendisi ve ailesi için yurt dışında bir hayat planlayan insanların göç hareketine birçok farklı sosyo-ekonomik çevrelerce katılım sürüyor. Bu uzun zamandır planlanmıyordu. Tam aksine, bu durum şüphecilikten kaynaklanıyor gibi de görünmüyor. Tam anlamı ile sosyolojik bir olguya dönüşen bu durum artık izahı yapılamayacak birçok sebebi de kendisi ile beraber getiriyor. Hemen hemen her alanda muhalif kesimi ötekileştirilmiş bir ülke düşündüğünüzde şüphecilik bir kelime veya cümle öbeği olarak kalmıyor. Uluslararası şirketlerde birçok çalışan görev aldıkları şirketlerin Türkiye dışındaki ofislerinde görev almak için birbirleri ile yarışıyorlar.

Yatırım yapma gücü olan ise yurt dışında ev alıp veya iş kurup oralarda yasal biçimde yaşamanın yollarını aramaya başladı. Kimileri yurt dışındaki yakınlarını arıyor ve şanslarını orada denemek istiyorlar ya da geçici iş sözleşmeleri ile yurt dışına gidip daha kalıcı bir statüye geçme derdindeler. Araştırmalar gösteriyor ki; siyasal istikrarsızlığın yaşandığı, otoriter yönetimlerin olduğu ülkelerde hükümet ve devlete güvenin azaldığını, insanların daha iyi bir gelecek arayışlarına girdiği ve umut vaat eden ülkelere göç ettiklerini gösteriyor. Eğer hiçbir parti ile organik bağınız yok ise ve her şeye rağmen dik duruşunuzdan ödün vermiyor ve biat etmiyor iseniz burada size gelecek, ne yazık ki özel sektörden tutun, devlet bünyesine varana dek yükselme ve sosyal mobilite imkanı yok gibi duruyor. Çünkü daha önce de değindiğimiz gibi nepotizm burada kılcal bir damar işlevi görüyor.

Eğitim sisteminin laçkalaşması da bu süreci epey bir pekiştiriyor. Özel okullarda okutulan çocukların dahi bu kurumlarca yeterli eğitimi alamadığını görüyoruz. Çoğu insan iş bulup bulamayacağına ya da bir hayat kurup kuramayacağına dair endişeler ile yaşamakta. Yoksa neden bunca insan evini, işini, düzenini bozup başka ülkelerde geleceğini arar hale gelsin? Yarınların endişe verici olduğunu düşünen bir çok insan, siyasi mekanizmalar ile ilgili bir değişim olabileceğine de inanmak ister iken, gün geçtikçe bu ümidini de yitirip çareyi bu göçte buluyorlar. Bu göçü savunan, düşünen insanların her gün ekran karşısında şahit olduğu şey; darbı, ölümü, tacizi, tecavüzü, dayağı ve her yana empoze edilen bu dayatmaları işitmektir. Ve bu çok, ama çok zor bir eylem. Çünkü bu yoran, tüketen ve artık hiçbir şekilde insanı iyi hissettirmeyen bir olgu. Bir gelecek hayali ile ayaklarımı iteklemekten varlığını hissedemediğiniz zamanlarda herkesin kendince haklı sebepleri olur elbette! Kazançların büyük bir bölümünü vergi olarak ödemek herkese ağır bir bilanço çıkarıyor.

Polisine, öğretmenine, devletine ve kimliğine güvenemiyor olan birçok insanın var olduğu gözlemlendi. Gerekli zamanlarda hak aramak bir yana dursun, "Neden burada zaten ruhen ölmüş iken, bedenen de ölmeyi bekleyeyim?" diye soranların sayısı da azımsanmayacak gibi değil! Durum böyle iken; daha iyi bir gelecek hayali için başka ülkelere rotasını çeviren insanlara cesur davranmak zorunda kalıyorlar. Bu sınıfsal bir kaymanın oluşumu da diyebiliriz. Önceki dönemlerde yoksullar, köyden büyük şehirlere gelir iken, akılların hep bir ucunda Almanya ihtimali de vardı. Şimdi okumuş yazmış ve seküler bir zihin ile büyümüş, o zihinle hayatı kurmaya çalışanlar insanlarda dahi geçmişteki bu fikir akımı güncelliğini koruyor. Bu coğrafyada sıkışık hissetmeye başlıyor ve gitme düşlerine kapılıyorlar. Tekinsizliğin ortaya çıktığı dönemlerde artan bu düşünceler ile birlikte, göç oranlarını kestirmek için henüz erken, ama kesin olan şu ki, giden, gidemeyen, Türkiye'ye dönmek isteyip bu kararından vazgeçen, gitmenin yollarını arayan veya aklı hep gitmekte olup cesaret edemeyenler, her geçen gün daha görünür bir vaziyete erişmiş bir durumda. Sebep olarak ise devlete güvensizlik ve gelecek kaygısı ile bezeli bir sarmalın içerisine giriş yapıyorlar.