Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi ‘Yazılacak Çok Şeyimiz Var’ projesi kapsamında bu yıl üyeleri için Amasya ve Tokat gezisi düzenledi. Biz de, kaderin bugüne değin rotamıza kondurmadığı şehzadeler ve şeyhülislamlar beldelerini gezip görme fırsatını değerlendirmek üzere TYB kafilesine dâhil olduk. İyi de etmişiz.

Evvela şunu ifade etmeme izin verin; 1980’li, 90’lı yıllarda spor muhabirliği vesilesiyle iki hafta da bir çıktığımız seyahatler zevkli olmak bir yana adeta eziyete, işkenceye dönüşürdü. Mesela ne vakit yolumuz İstanbul’a düşse kıvrım kıvrım yolda başı ve sonu görünmeyen, önündeki aracı sollamak bir yana dura kalka ilerleyebilen trafik akışını düşündükçe insanın ayakları adeta geri geri giderdi. Keza incecik bir ip gibi uzayıp giden Ankara yolunda sollama yapmanın neredeyse imkânı olmaz, takıldığınız bir kamyon ya da tırın arkasında dakikalarca egzoz dumanına gark olurdunuz. Bu sıkıntıları yıllarca yaşadığımız için Konya-Amasya-Tokat seyahatimizin yüksek konforda geçtiğini söylememiz mümkün. Kulu makasını transit geçtiğimizden kimsenin haberi olmadı mesela.

TYB seyahatlerinde teypten şarkı-türkü dinlemek yerine ekiple sohbet tercih ediliyor ki çok güzel bir uygulamadır. Başkan Ahmet Köseoğlu, yanımda oturan İsmail Detseli’nin de sekreteryalığında herkesi tek tek mikrofona davet ederek sohbete dâhil olmalarını sağladı. Şiir okuyan da oldu, hikâye anlatan; Amasya’ya, Tokat’a dair tarihi ve kültürel bilgiler veren de oldu. Son raddede söz bize düşünce de “Herkes her şeyi anlattı bize de sözün ardı kaldı. Teneffüs mahiyetinde bir Karadeniz hatıramızı nakledelim” diyerek söze girip devam ettik:

“Sümela manastırından inip Maçka’da çayın kenarındaki ağaçların altında bizim için hazırlanan uzun masaya yerleştik. Sol baştan itibaren bize gelinceye kadar bütün arkadaşlar örüntü şeklide mercimek-yayla çorbası sipariş etti. Sıra bana geldiğinde yöresel çorbaları sordum ve mısır çorbası istedim. Rahmetli İbrahim Şimşek kısa bir düşünceden sonra (Mustafa bey, kendime hayret ediyorum. Akşam evde yayla, sabah dükkânda mercimek içiyorum. Buralara kadar geldik yine mercimek diyoruz. Bak sen ne güzel mısır çorbası içiyorsun) diye hayıflandı. Ben de, siparişini değiştirmesini önerdim. İbrahim ağabey yüksek sesle siparişini değiştirirken masadaki herkes değişim kararı alıp benimle birlikte mısır çorbası içti. Ve seyahatin devamında arkadaşlar her öğün öncesinde bana (Ne yiyelim) diye sormaya başladılar. Size de peşinen tavsiye edeyim; mercimeği yaylayı Konya’ya dönünce içersiniz, oraların yöresel lezzetlerini tanımayı da ihmal etmeyin” diyerek sözü tamamladık.

Başkan Ahmet Köseoğlu 8-10 dakika sonra “Mustafa Güden’in çorba hatırası üzerine...” diyerek söze başlayınca dikkat kesildik: “Otellerin menüsünü kontrol ettik, yöresel yemek yok. Öğle yemeklerinde de herkesi serbest bıraktık ama şimdi Güden’in sözlerinden sonra bir karara vardık; Tokat’ta kebaplar benden…”

Böyle bir neşve-i muhabbet içinde, etrafında salkım söğütlerin oynaştığı Kızılırmak’ı da seyrederek Kırkıkale’ye vardık. TOKİ Hacıbey Camii’de Cuma namazını eda edip, o saate kadar Ankara’dan gelen şair yazar Vural Kaya’yı da buluşma yerinden aldıktan sonra Sungurlu’da bahçe güzelliğine eskiden aşina olduğumuz Mavi Ocak’ta soluklanarak yola devam ettik.

SULTANLAR MEKTEBİ AMASYA

Merzifon ufukta göründüğünde dönmekle bitmeyen bir kavşak turundan sonra Amasya güzergâhına yöneldik. Yol bugün için son demlerdeydi. Bu noktada şunu ifade etmekte yarar var; bölgenin mümbit topraklarında bu sene başaklar boy vermede, ayçiçekleri kelleye durmada zayıf kalmış.

Gün akşama dönerken iki yanı kesif dağlarla örülü, Yeşilırmak'ın iki yakasından, nehre doğru meyilli Amasya’ya vasıl olduk. Trafik tıkalı ama bir tek korna sesi yok! Aheste aheste ilerleyerek ırmak kıyısında durduk. AK Parti Amasya Milletvekili Hasan Çilez ve Ak Parti İl Başkanı Mehmet Akif Kesmekaya otobüsümüze gelerek ziyaretimizden duydukları memnuniyeti ifade edip “Keşke rezervasyon değil de bize bilgi verseydiniz. Sizi biz misafir etmek isterdik” diyerek sitemvari de bir duruş gösterdiler. Çilez’in aramızda bulunan TYB’nin en eski üyelerinden olan AK Parti Konya Milletvekili Ahmet Sorgun’a gösterdiği ilgi ve hürmet ise ayrı bir paragrafı hak ediyordu.

  

Nehrin üzerindeki köprüyü geçip daracık yollardan kıvrıla kıvrıla karşı dağın tepesine doğru yol aldık. Otelimiz Vadideki şehre, karşı dağın zirvesindeki Amasya Kalesi ve böğründeki Kral Kaya Mezarlarına hâkim bir teras üzerindeydi. Gecenin sehere döndüğü saatlere kadar önümüzdeki canlı tabloyu seyretmekten kendimizi alamasak da yarına dingin uyanmak durumundaydık.

500 kilometreyi aşan yolculuğa ve gecenin büyük bölümünü terasta geçirmemize rağmen sabah 07.00’de başlayan kahvaltıda tam kadroyduk. Bir ara masadan kalkan Başkan Köseoğlu yanımızdan geçerken “Siz keşkek almadınız mı, kalmamış mı?” diye espri yapınca çorba eksenli muhabbetin merkezinde olacağımızı da fark ettik.

Ferhat ile Şirin Aşıklar Müzesini gezerken rehberimiz Orhan Akdeniz masallara, filmlere ve türkülere konu olan Ferhat ile Şirin’in sonu hüzünle biten destansı aşk hikâyesini anlatmayı ihmal etmedi. Kaya kütlesinden oluşan dağın eteğinde oyulmuş, Roma döneminden kalma olduğu da söylenen Ferhat Su Kanalında yürürken (Ferhat nasıl bir aşk ve azim sahibiymiş ki bunca kayayı su akıtacak şekilde oyabilmiş) diye düşünmeden edemezdi insan. Yolun sonunda Aşıklar Çeşmesine vardık. Dağın üzerindeki Ferhat ile Şirin heykeli ile çeşme aynı manzarada bütünleşiyordu. İlk yorgunluk molasını ise açık hava müzesinde yöresel içeceklerin öne çıkarıldığı bahçede verdik. Dileyen elma çayı dileyen de birçok baharat karışımıyla elde edilen her yudumda farklı bir lezzet veren aşıklar şerbetini içti.

Sırada Geç Neolitik Erken Kalkolitik Çağ'dan itibaren Tunç Çağı, Hitit, Urartu, Frig, İskit, Pers, Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı Dönemlerine ait 13 ayrı medeniyetin eserlerini bir arada sergilendiği Arkeoloji Müzesi vardı. Amazonlara ait olduğu kaydedilen mumyalar ve cesetlerin gömülmesi için yapılmış küpler ilgi çekici olduğu kadar ibret vericiydi. Ve daha pek çok eser baktıkça sizi adeta tarihin derinliklerine doğru alıp götürüyor.

  

Derin tarihinin yanında Amasya bir şehzadeler şehri, dolasıyla sultanlar mektebidir. Şehzadelik dönemlerini Amasya’da geçiren Yıldırım Bayezid Han, Çelebi Mehmet Han, II. Murat Han, Fatih Sultan Mehmet Han, II. Bayezid Han, Yavuz Sultan Selim Han ve III. Murat Han buradaki şehzadelik devrinden sonra Osmanlı Devletinin Sultanı olarak tahta oturmuştur. Sultan olan bu 7 şehzadeden başka Amasya’da 5 şehzade daha bulunmuş ki; Kanuni’nin oğulları Şehzade Mustafa ve Şehzade Bayezid’e, II. Murat Han’ın oğulları Şehzade Ahmet ve Şehzade Alaeddin’e ve II. Bayezid Han’ın oğlu Şehzade Ahmet’e taht nasip olmamıştır. Bu açıdan bakıldığında Amasya Osmanlı’ya sultanlar yetiştiren gizemli bir mektep gibidir. Şehirde Şehzadeleri resmedip anlatan Şehzadeler Müzesinden başka Yeşilırmak boyunda da Kral Kaya mezarlarına nazır büstleri konulmuş. Bu alanı gezerken rehberimiz Selçuklu ve Osmanlı döneminin belirleyici şehirlerinden olan Amasya’nın Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna da öncü olduğuna işaret ederek meşhur Amasya Tamimine vurgu yaptı.

1485 tarihinde Sultan İkinci Beyazıt’ın, Amasya Valiliyi döneminde yaptırdığı Külliye abidevi bir eser olarak bütün haşmetiyle şehrin boynunda bir gerdan gibi duruyor. Ortasında cami, sağında medrese, solunda ise aşhane, imaret ve tabhâne bulunan külliye bahçesinde tarihe tanıklık eden ve içleri kovanlaşan çınar ağaçları da dikkat çekiyor.   Biz vardığımızda ilahi bir ikramla karşılaştık. Güzel ezan okuma yarışmasının finali yapılıyordu; kulaklarımızın pası, gönümüzün kiri yıkandı.

  

  

II. Bayezid Külliyesi’nin bir bölümünü oluşturan İmarethane Binası Maket Amasya Müzesi tefriş edilmiş. 300 metrekare genişliğindeki salona, Amasya’nın yaklaşık yüz yıl önceki hali 1/150 ölçeğinde küçültülerek minyatürize edilmiş. 1914 yılında çekilmiş bir fotoğraftan yararlanılarak yapıldığı söylenen maket şehir, mekânları ve mimariyi yansıtmaktan başka yaşayan bir Amasya’yı da gösteriyor. Bir anda ışıklar söndü, salon karanlığa gömüldüğü sırada maketin üzerindeki ışıklar yavaş yavaş uyanmaya başladı ve salon sabah ezanıyla çınladı.

Sırada Helenistik Dönemde Amasya’yı İÖ. 302’den İÖ. 26’ya kadar başkent olarak kullanan Pontus Krallarına ait Kral Kaya Mezarları vardı. Amasya Kalesi’nin eteklerinde, adeta dümdüz bir duvara tırmanırcasına, tahta merdivenlerde soluklanarak çıktık. Dikey dağın böğründe kayaya sadece mezar oymakla kalmayan Helenistik dönemin sanatkârları mezarın üç cephesini de yontup tünel açıp üst kısmını da dağdan ayrıştırmışlar. Hayranlık duymamak elde değil.

Yalı Boyunda Yeşilırmak’a nazır, hayranlık uyandıran yapıları, saat kulesini ve camileri gözlemlerken aheste adımlarla Bakırcılar Çarşısına ve arkasındaki Selçuklu Hükümdarı II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in veziri Ferruh Bey tarafından yaptırılan Burhalı Camiye varıyoruz. Burmalı, motif şeklinde inşa edilen taş minare dahi kendi başına bir sanat abidesini andırıyordu. Önde insanoğlunun elinde şekillenerek abideleşen bir taş cami, ardında kütle halinde ilahi gücün kondurduğu kayadan bir dağ…

Şerafeddin Sabuncuoğlu Tıp ve Cerrahi Müzesi yani Amasya Darüşşifası’nın Tıp dünyasında çok özel bir önemi var. 1386 yılında Amasya’da dünyaya gelen Sabuncuoğlu devrin diğer hekimlerinden farklı olarak cerrahiyle yakından ilgilenip bu alanda ilklere imza atmış. Müzede sergilenen eserler ve bir nevi ameliyathane olan cerrahi oda hayli ilgi çekici. Binanın İlhanlı Dönemi’nden günümüze ulaştığını da kaydetmek lâzım.

Gök Medrese Camii, Yörgüç Paşa Camii, Halifet Gazi Kümbetinden başka kim bilir gezip göremediğimiz daha niceleri vardı… Amasya’ya varıp da Seyyid Mîr Hamza Nigâri Hazretlerini ziyaret etmeden dönmek olmazdı. Biz Hazreti Piri, Konya’nın son dönem âlimlerinden Abdurrahman Öksüz Hocaefendinin anlattıklarıyla tanımıştık. Bu seyahat 7-8 yıllık bir özlemin giderilmesine de vesile oldu.  Aşr-ı Şerifler okuyup dualar ederek Nigâri Hazretleriyle vedalaştık. Esasen bu, Amasya’ya da veda anlamı taşıyordu. Verilen serbest zamanda İsmail Detseli ile birlikte sakin bir çay bahçesi bulup yorgunluk atmayı tercih ettik. Taze demliğin üstüne varmamız da ilahi bir ikram gibiydi.

Otobüste Milletvekili Hasan Çilez’in kasalarla gönderdiği turfanda kiraz ikram edilirken tarihin en derin şehirlerinden Amasya’ya veda ediyorduk.

​​​​​​​