Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Suriye konusundaki kararlılığı, yıllardır dünyayı derebeyi gibi yöneten ABD’ye karşı güçlü bir blok oluşturdu. Köksüz devlet, Türk fırtınasında bir o hana bir bu yana savruluyor; dün söylediğini bugün, bugün söylediğini yarın yutmak zorunda kalıyor.

Erdoğan “Yapma, teröristlere silah verme!” dedikçe, Suriye’ye 5 bin tır silah yığarken zannettiler ki karşılarında “Aman yapma, teröristleri üzerimize salma da, sen ne istersen öyle olsun!” diye yalvaracak bir Türkiye var!

1960’larda, 70’lerde Rumlar adada Kıbrıslı Türkleri katlederken dünya kör ve sağır kesilmişti; tıpkı Bosna’da, Arakan’da, Suriye’de,  olduğu gibi.

Gün gelip Ecevit-Erbakan Hükümeti “Ordular, hedefiniz Kıbrıs” emrini verince apar topar bir tehdit mektubu yollayıp “Benden aldığınız silahları Kıbrıs’ta Rumlara karşı kullanamazsınız, yoksa sizi boykot ederiz!” tehdidini savurmuşlardı.

Merhum Erbakan 1980’li yıllarda Konya’da bir toplantıda Kıbrıs harekatını coşkuyla anlatırken sıra o Johnson mektubuna gelince yüzünü hüzün bulutları sardı:

 “-Ortağımız Sayın Ecevit’in  gözü korktu. Biz; ‘çekinmeyin, bir şey yapamazlar, harekatı sonuna kadar götürelim’, dediğimiz halde, boykot korkusuyla harekatı bitirmekte ısrar etti. Yoksa, bir başta öbür başa kadar gitmeye kararlıydık” demişti.

...

F-16’ların Türkiye’ye hangi zorluklarla verildiğini, Turgut Özal devrinin en parlak isimlerinden olan Mehmet Keçeciler’den dinlemiştik. Bakın neler anlatmıştı:

“-PKK başımıza bela olmuştu. Özal bir gün Genel Kurmay Başkanını çağırıp, elindeki istihbarat bilgisini verdi: 

‘-APO denen hain işte burada, gidin orayı halledin’ dedi. Komutan:

‘-Bunu yapamayız, çünkü bizim en gelişmiş savaş uçağımız F-4; Suriye’de ise F-16 var. Biz Suriye topraklarında operasyon yaparsak, Hafız Esat buna karşılık verecektir. F-16’ları engelleyemeyiz’ cevabını verdi.

Biz o tarihlerde ABD’ye F-16 siparişi vermiş, parasını da peşin ödemiş olmamıza rağmen ABD uçakları teslim etmiyordu. Özal baba Bush’a gidip:

‘-Parasını ödediğim uçakları verin’ dedi. Bush:

‘-Senatoda Ermeniler muhalefet ediyor, veremem.’ Özal:

‘-Ticari bir anlaşma yaptık, siz başkansınız, muhalefetinizi ikna edin ve parasını aldığınız uçakları verin.’ Bush:

‘-Bunu ben yapamam. ABD senatosunda size destek olabilecek bir tek Yahudi lobisi var. Onları siz ikna edin, beni desteklesinler, uçaklarınızı verelim.’

Özal mecburen o lobi ile temasa geçti, onları ikna etti. F-16’lar yola çıkar çıkmaz da, Esat APO’yu ülkesinden kovdu!”

Silahın gücünü anlatması kadar, bir başka tuzağı da barındırıyor yaşananlar. Bush, F-16’ları zamanında vermeyerek, Yahudi lobisiyle Türkiye’nin diyaloğunu da başlatmış!

Köprünün altından çok sular aktı.

Bir Konya ziyaretinde Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül ile Savunma Sanayii yatırımlarını konuşmuştuk. Anlattıkları geçmiş için endişe, gelecek için güven vericiydi:

“-Uçağı satın almakla iş bitmiyor, çünkü yazılımlar milli değil. Bizim girdiğimiz koordinatlardan, uçağı üreten ülkenin derhal haberi oluyor. Bu durum çok sakıncalıydı. Biz kendi uçağımızı, tankımızı, gemimizi yaparken, aynı zamanda mevcut uçakların da yazılımını millileştirdik. Artık, uçaklarımıza verdiğimiz koordinatları sadece biz biliyoruz.”

İşte o milli yazılımlardan sonra bombalar boş dağlara değil, terör kamplarının üzerine düşmeye başladı!

IMF’ye borcunuz kalmazsa, uçaklarınızın yazılımları size özel olursa, elinizdeki silahların mühimmatlarını kendiniz üretebilirseniz; bunların üzerine bir de yüreğinizde iman olursa tabi ki Afrin’e de girersiniz, okyanuslara da açılırsınız!

Bazen özgürlüğe erişmek için savaşmak zoruna kalır insanlar. Fakat savaşmak için de; özgür olmak gerekiyor!

Zihnen ve fiilen savaşıyoruz. Dört bir yanımızdaki kuşatmaya karşı “aman dilemeden” üzerlerine yürüyoruz. Ve artık:

 “-Dur, benden aldığın silahlarla savaşamazsın!” diyemiyorlar.

Çünkü savaşmak için özgürüz!