Sanatın biricik görevi mensubu olduğu ülke insanlarının önünü açmak doğru bir istikamet gösterip emin adımlarla nihai hedefe varmalarını temin etmektir.
Sanatkâr bu anlayış içerirsinde sanatını icra ederken medeniyetin gidişatına, mensubu olduğu milleti kültürüne riayetle mükelleftir.
Burada sanatın mana ve mahiyetini kullanır. Kelime ve kavramları. Renkleri. Estetik özellikleri yerli yerinde kullanmaya itina eder. Hem anlaşılır olmak hem de sanatkârane bir üslup ve tavırla ileri geçer.
İdeolojik saplantılarla sanat olmaz. İdeolojik saplantı içinde kalmak ve ısrar etmek değişime daha doğrusu gelişmeye ayak uyduramamak demektir ki, Bu noktada durmak tam manasıyla gericilik ve yobazlıktır.
Sanat,  bünyesinde sevgiyi, dostluğu, muhabbeti, birlik içinde olmayı, müsamahayı ve benzer meziyetleri bünyesinde barındırmaktadır. Bunları bertaraf ettiğinizde sanatı esasından uzaklaşırsınız.
Elbette şiir yazar, tiyatro tapar, resim, heykel, sinemada eserler verirsiniz ama hep şike kokusu yayılır etrafa. Birbirinizi taltif eder ödüllendirirsininiz de fakat kalıcı olamaz maşeri vicdanda yerinizi alamazsınız.
Kampanyalar, taraftar medyanın şişirmeleri de pek işe yaramaz. Yarar gibi görünür elbet ama bir zaman sonra balonun havası iniverir.
Binlerce isim bu şekilde geldi miadını doldurdu geçti. İnadınızda ısrar ettikçe bu hep böyle devam edip gidecektir.
Kabul görmüş gibi görünenler ise başka kaygıların neticesidir. Özenti. Yaranma, bilgisizlik, aldanma gibi sebeplerledir.
Eğer haklı olsaydınız bu sanatların bir kaçında başka ülkelerde de varlık gösterebilmiş olurdunuz. Elbette bazı dillerde yapılmış olan tercümeleri görmediğimiz, bilmediğimiz düşüncesine kapılıyorsunuz belki, merak buyurmayınız olanlar malum.
Sanatı doğru anlamadıkça galiba böyle devam edip gidecek. Bizim müziğimizi dışarıda dinleyen var mı bilmem ama onlar müziklerini bize dinletiyorlar. Romanımızı duyan okuyan var mı bilmem ama onlar romanlarını bize okutuyorlar. Sinemamızı, tiyatromuzu gören bilen var mı bilmem ama biz onların eserlerini biliyor seyrediyoruz.
Demek ki onlarda iç kavga (var idiyse de bitmiş) yok, ideolojik saplantı içinde boğulmamış, yobazlıkta kendilerini kurtarmış görünüyorlar.
Bizimkiler ise kerameti kendinden menkul ahkâm kesip yerinde duruyor
Yandaşlarından gayrisini yok saymak, sadece bildiğini okumak, devamlı kendini tekrar etmek elbette esasları görmeye anlamaya manidir. Bunu fark edip kendine geldiğinde, saplantılardan kurtulduğum da belki de dişe dokunur bir şeyler yapabilecekler vardır ümid ederim.
Netice olarak iyi, güzel, doğru eserleri ortaya çıkması kanaatimizce milleti memnun eder, bunu aksine gidişata olduğu gibi üzülürüz. Zira kayı top yekûn bir milletin kayıbıdır.
Mimar Sinan’ı, İbn-i Sina’yı, Fuzuli’yi, Mevlana’yı daha nicesini dünya biliyor.
Gönül istiyor ki yenileri de olsu bilinenler arasında. Galiba ‘çağdaşlık’ denilen bu olsa gerektir.
Tabidir ki bu manada eser vermek emek ister, evvela milli olmayı, kendini tanıyıp anlamayı icabettirir.
İdeolojik saplantılardan arınmış, insanlığa sunacağı fikir, bilgi, belge sahibi olmayı gerektirir. Kendi olmayı başaramamış kimseyi kimse istemez, çünkü tarifi bile mümkün değildir.