Çevremizde hep duyduğumuz kalıplaşmış cümleler vardır. Hep denir; “çocuğumu bir sanat ya da spor dalına enjekte edeyim, mahalle kültüründen az da olsa soyutlansın.” vesaire diye. Affedersiniz ama mahalle kültüründe ne var? Gettolar sanatın kalbinin attığı yer iken, ne yazık ki bunu bilmeden her gün aynı sokaktan geçip, gidiyoruz. Algılarımız tamamı ile kapalı. Üstelik mahalle kültüründen soyutlama isteği ne derece doğru, ne derece yanlış? İşte bugün buraya taşıma gereği duyduğum konu bu oldu. Çünkü fazlası ile kulak aşinalığının da ötesinde duyumlar almaktayız. Ve geçen gün de bir yakınım ile sohbet ettiğimde “neden hep aynı şeylerden bahsedip, duruyor bu yazarlar ya hu? Dünya bu derece tozpembe mi ki?” diye sordular. Kafa sallamak ile yetindim. Çünkü hiç kimse nedense bir açıklama getirmemiş. Ve yanlış anlaşılmasın, benim akıl vermek gibi bir niyetim de yok ve söyleyeceklerim sadece şahsi fikirlerim. Çünkü herkesin güzel sanatlara yatkın bir yeteneği ya da ilgisi olmayabilir. Ve diyebilirsiniz; “insan eğitime açıktır, gelişebilir.” diye.  Evet, haklısınız, gelişebilir ama geliştirilemez. Ne yazık ki insanlar kodlamalar ve  komutlar ile çalışmıyor. Enteresan bir olay mı bu? Bence değil.

Şöyle konuya açıklık getirelim. Neyse ki; rezonans, fiziksel bir olaylar bütünüdür değil mi?  Yani, yüksek frekansta kapasitif reaktansın endüktif reaktansa eşit olduğu an da diyebiliriz. Olmadı mı, pekâlâ. O halde bu terimlerim bize yabancı oluşunu bir kenara itelim ve şu şekilde düşünelim; sanıyorum ki en buna verilebilecek en güzel örnek bir salıncağın sallanması olur. Çünkü bir salıncağı belirli bir tempoda iter iseniz eğer, bir vakit sonra istenilen en ideal yüksekliğe erişir. Tabii, bu var güç ile olacak bir şey değil. Tempodur burada önemli olan. Kısacası; siz tüm gücünüz ile bir salıncağı itersiniz ve sonrasına hızlandırılmış bir kuvveti yanış bir tempo ile de durdurabilecek olmanız da olağandır. Durum böyle iken, itme eylemini belirgin bir tempo ve ölçüsüz bir kuvvet ile birleştirdiğinizde sonuç nihaidir. Yani yorulursunuz ve salıncak da bir süre sonra eylemsizliğe yenilir. Ve harcadığınız tüm efor yer ile yeksan olur.  Ve günümüzde salıncak örneğinden de yola çıkacak olur isek; ebeveynler de tıpkı var gücünü salıncağa harcayanlar gibi duruyor. Yani yetiştirdiği bireylerin üzerine var gücü ile bir yaptırım içindeler. Korkarım ki yetiştireceğimiz bireylerin hayatlarına da bu şekilde bir dayatmalar sonucunda onlara “zoraki kararlar” vermek zorunda bırakıyoruz. Aslında kararı onların da vermesine olanak sağlamıyoruz. Sadece sunuyor, yeteneklerini ya da ilgi alanlarını es geçiyoruz. Bu da boşa sarf edilen ve yukarıda bahsettiğim o meşhur efor kadar acı bir şey. Siz değil, kararları onlar verecekler. 

Bu sıkıcı yazı girişim için özür dilerim. Atlaya atlaya okumadınız umarım. Eğer öyle bir durum söz konusu ise de önemli değil, asıl buradan sonrası birçoğunuzu ilgilendiren kısım. Fakat başını okumadıysanız eğer, ne kaybettiğinizi ne de ne kazanacağınızı bilmiyorum. Göreceli kavramlardan bahsettiğimizi düşünüyorum.

Gelecek ile ilgili bir takım planlar kurduğumuz vakit, akıllarımızda bir soru beliriyor olabilir. Bu bize “buldum!” dercesine zihinlerimizde yeşil bir ışık yakıyordur muhtemelen. Bir ebeveyn iseniz; kulak kabartın. Ki birçoğumuz ya öyleyiz ya da ebeveyn adayıyız. Yetiştirdiğimiz, yetiştireceğimiz bireyleri neye göre ve nasıl yönlendireceğiz? Yönlendirmeyi de öyle bir yanlış anlıyoruz ki, sanıyorum yapamadığım her şeyi onların üzerinde deniyoruz. Bu yanlış, oldukça yanlış! Çünkü onlar ne kobay, ne de kadavra. İlgi duyduğunuz alanlara onları sevk etmeniz bir ihtimal doğrudur ama onların yeteneklerini ve isteklerini, kuracakları gelecek hayallerini bir kenara itip, kurduğunuz düşleri ya da gerçekleştirdiğiniz hayalleri o minik bedenlere de empoze etmeye oldukça karşıyım. Bu evreye gelmiş ise olay, işte tam bu noktada aynı zamanda film kopma noktasına da gelmiş demektir.

Seçimlerinizden önce  dokunmak istediğiniz hayatların sizin için önemini hatırlayın. Unuttuysanız da lütfen hatırlayın. Çünkü yetiştirdiğimiz yahut yetiştireceğimiz bireyler, bizim fotokopimiz olmak zorunda değiller. Onların bir sanat dalına yönlendirmeniz gayet güzel bir hadise. Pekiyi, ya o istemiyor ise ne olacak dersiniz? Tek tavsiyem; teşvik edin ama yönlendirmeyin. Benden söylemesi!