Siyaset ve sanat birçok bakımdan birbirleriyle paralellik arz eder. Her ikisinde de muhatap aynıdır. Konu her ne olursa olsun genel manada insandır ve cihanşümuldur. Dikkat edilirse büyük eserler insanlığın ortak duygu ve düşüncelerini genel özelliklerini ihtiva eder. Yani insan her yerde ve şekilde aynıdır. Zevkleri düşünceleri farklılık gösterse bile temelde birbirleriyle örtüşmektedir. Hemen her eser -ki bu manada kaleme alınmış- sizi kendine çeker, cezp eder bu bakımdan dünya klasikleri dediğimiz eserler hepimizin zevkle okuduğu örnek aldığı değerler manzumesidir.
Siyasette de bu böyledir, kendinizi bundan soyutlayamazsınız. Aklınıza ne gelirse bütün ihtiyaçlar beşeriyetin hemen her yerinde aynıdır, sadece imkânlar nispetinde değişiklikler gösterir.
Siz siyasetinizi doğru kurgular kişilik ve kimliğinizi yerinde kurgulayabilirseniz örnek alınan siz olursunuz. Bunu başaramadığınız zamanda siz başkalarının basit taklitçisi durumunda kalırsınız.
Ne yazık ki siyasette de, sanatta da takip edilen değil, takip eden durumundayız.
Bunun temel sebeplerinden en başta geleni galiba kendimize olan güvensizliğimiz ve ne yazık ki ezberletilmiş kurgularla hareket ediyor olmamızdır.
Kendimize değerlerimize sahip olma noktasında birlik ve beraberliği tesis edemediğimiz sürece bu böyle devam edip gidecektir.
Garip ve anlaşılmaz bir batı hayranlığı içinde bocalayıp durmak bize hem zaman kaybettirmekte hem de gelişmemizi engellemektedir.
Sanatın hemen her sahasında batıya özenmek onu taklit etmek olduğu gibi siyasetimizde de bu böyledir.
Romanlarımız, tiyatro eserlerimiz, sinemamız, müziğimiz hasılı bütünüyle batının etkisi altındadır.
Birbirimizi çekememek, birbirimizi kenara itmek hep didişmek suretiyle bir çıkış yapabilme ihtimali olanların da yolunu kesmekteyiz.
Geçmişi karalamakla, dili tahrif edip bozmakla, her şeyi kendimizden menkul bir anlayış içinde laf üretmekteyiz.
Bildim bileli Avrupa birliğinin kapısında bekliyoruz bizi ha bu gün içeri alacaklar, ha yarın alacaklar diye. Ama biz onların umurlarında bile değiliz, çünkü kendini saymayanı gayrisi niçin saysın ki.
İlim erbabı her vesile ile batılıları örnek göstererek başlar söze, sanatkârımız hakeza, siyasetçimiz onlar tarafından taltif edilmişliği ile övünür ve onlara özenir. Oysa yapmamız gereken kendimiz olarak kural koymak eser koymaktır orta yere.
Millilik, milliyetçilik, ulusalcılık gibi kavramlar ne kadar sık tekrarlanırsa tekrarlansın ne yazık ki içi boştur. Kimseyi tatmin etmemektedir.
Ziya paşanın “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” mısraında olduğu gibi mesele bütün çıplaklığı ile ortadadır.
Şu halde lafı bir kenara bırakıp kendi dilimizle, zevkimizle, inancımızla yol almaya bakmalıyız.
2012, Itri yılı olarak ilan edilmiş ne devletin nede sanat erbabının Itri’ye dair hiçbir faaliyeti yok
Ya da ben işitmedim. Eğer Mozart’a ait olsaydı muhakkak işitir ve birçok faaliyeti görebilirdik.
Ne gariptir Türk Musıkîsinin en büyük bestekârlarından olan ıtri hakkında ciddi bir el kitabı bile yok.
Ne yazık ki, lüzumsuz ideolojik (Aslında ideolojide yok da) çekişmelerden buna ayıracak vakit yok galiba.
Zannediyorum evvela kendimizle barışmalıyız.