İSTANBUL - Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü Dr. Öğretim Üyesi Güneş Ünal, Avrupa Moleküler Biyoloji Organizasyonu'ndan (EMBO), depresyon ve anksiyetenin (kaygı bozuklukları) altında yatan mekanizmaları bulmaya çalıştığı araştırmasıyla geçtiğimiz Şubat ayında Yerleşim Desteği (Installation Grant) ödülü aldı. Boğaziçi Üniversitesi Davranışsal Sinirbilim Laboratuvarı Yöneticisi de olan Ünal, doktorasını 2012'de doktora ABD Rutgers Üniversitesi'nden sinirbilim alanında tamamladı. Daha sonra Oxford Üniversitesi Farmakoloji Bölümü'nde çalıştı. 2017 sonunda, mezunu olduğu Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü'ne dönen Dr. Ünal, Türkiye'nin ilk deneysel hayvan laboratuvarı olan Boğaziçi Üniversitesi Davranışsal Sinirbilim Laboratuvarı'nda korku ve kaygı bozukluklarıyla ilgili beyindeki nöron bağlantılarını inceleyen çalışmalar yürütüyor. Dr. Ünal, "Beyin araştırmaları için heyecan verici bir dönem yaşıyoruz. Bugün laboratuvarlarda bizim de kullandığımız, optogenetik-kemogenetik dediğimiz hedeflenmiş yöntemler, kliniğe uyarlanınca psikolojik bozuklukların tedavisinde de 'hedefe yönelik' ilaçlar ortaya çıkacak. Bu yeni yöntemlerle beynin sadece ilgili bölgesi değil, nöron düzeyindeki bağlantıları dahi incelenebiliyor" dedi.

'ARTIK BEYNİN HÜCRE BAĞLANTILARINI DAHİ İNCELEYEBİLİYORUZ'

Hem nörolojide hem de hücre biyolojisi alanında çığır açan "optogenetik", ışık ve genetik yardımla beyin hücrelerini araştırmaya yarıyor. Genleriyle oynanmış hücrelerin ışık yardımıyla mikroskop altında davranışlarının kontrol edilmesini içeren bu yöntem sayesinde yakın gelecekte parkinson, epilepsi, kalpte ritim bozuklukları gibi birçok hastalığın tedavisinde başarı sağlanacağı düşünülüyor. Dr. Güneş Ünal, bu yöntemle özellikle sinirbilim (nöroloji) alanında çığır açan gelişmeler yaşanacağını anlatarak "Bir psikolojik bozuklukla ilgili araştırma yapılırken beynin ilgili tüm bölümünü devre dışı bırakmak ya da etkinleştirmek yerine, artık 'hücresel bağlantı' düzeyinde inceleme yapılabiliyor. Bu yöntemler kullanılarak yapılan araştırmalar sonucu geliştirilecek yeni nesil psikiyatrik ilaçlar da sorunlu olan 'bölge'yi değil, soruna yol açan nöron devrelerini hedefleyebilecek. Böylece beynin sağlıklı alanları ilaçtan etkilenmeyeceği için, buna bağlı yan etkiler ortadan kalkabilecek. Şizofreni, bipolar bozukluk, majör depresyon, anksiyete (kaygı) bozukluğu, hepsinin tedavisinde hasta ilacı aldığında ilaç, bir bölgeyi düzeltirken bir başka bölgeyi bozabildiği için yan etkiler yaşanabiliyor. Artık bu yan etkiler 'hedeflenmiş' tedaviler sayesinde önlenecek. Tıpkı kemoterapide olduğu gibi psikiyatride de hedefe yönelik tedaviler öne çıkacak" diye konuştu.
 

'ŞİZOFRENİ TEDAVİSİNDE PARKİNSON YAN ETKİSİ ÇIKABİLİYOR'

Dr. Ünal, "Bu konuda en güzel örnek dopamin dediğimiz, aynı zamanda beynin ödül sistemini oluşturan ve hareket için de gerekli olan bir kimyasalın etkileridir. Parkinson gibi hastalıklarda beyinde dopamin düzeyi düşer. Bu da motor fonksiyonlarda bozulmaya yol açar. Ama şizofrenide de yükselir ve halüsinasyon gibi durumları oluşturur. Dopamin, beynin dört farklı noktasından salgılanır aslında. Siz, şizofreniyi tedavi etmek için dopamin seviyelerini düşüren bir ilaç verdiğinizde bu, beyindeki tüm bölgelere etki eder ve evet bazı halüsinasyonları veya psikiyatrik semptomları baskılarsınız ama bir süre sonra hastada birtakım motor hareket kayıpları görülmeye başlanır. Hasta, tıpkı Parkinson hastası gibi belirtiler vermeye başlar. İşte hali hazırdaki klasik ilaçlar, dopamin düzeyini kabaca yükselten veya düşüren, onu beynin her tarafında uygulayan ilaçlardır. Bu nedenle de bir hastalık tedavi edilirken, başka sorunlar ortaya çıkabilir" diye konuştu.

'KORKU VE ENDİŞENİN ŞİFRELERİNİ NOKTA ATIŞI İLE ÇÖZECEĞİZ '

Beyni daha iyi anlayabilmek için yapılan bu araştırmalar için kendi laboratuvarlarında da bu yeni teknolojileri kullandıklarını vurgulayan Dr. Ünal, şu bilgileri verdi: "Bizim şu anda yürüttüğümüz ve EMBO'dan ödül alan projemiz daha çok duygusal bellek, korku ve kaygı (anksiyete) süreçlerini yöneten beyin yapılarındaki beyin dalgalarına ve onları oluşturan bölgeye odaklanıyor. Beyin bölgeleri, barındırdıkları hücreler bakımında homojen yapıda değil. Örneğin bizim çalıştığımız, korku ve anksiyeteyle ilgili olan amigdala bölgesi tek tip nöronlardan oluşmuyor. Çeşitli kimyasallar barındıran, farklı işlevleri olan beyin hücreleri var ve bu hücreler birbirleriyle çeşitli bağlantılar kurarak çok sayıda nöronal devre oluşturuyor. Bu nedenle de artık 'amigdala korkularımızın/duygularımızın merkezidir' demek yeterli değil. Önemli olan hangi alt devrenin ne iş yaptığı. Davranışsal Sinirbilim Laboratuvarı'ndaki araştırmalarımız, bu nöronal devreleri ayırt etmeyi sağlayan optogenetik ve kemogenetik yöntemleri, davranışsal tekniklerle birleştiren hayvan deneylerinden oluşuyor. Normalde 60-70 yıldır uygulanan klasik yöntemlerde laboratuvar hayvanlarında amigdala komple yok edilip ondan sonra görülen etkilere bakılıyordu. Biz artık daha yüksek çözünürlüklü araştırmalar sayesinde amigdala'nın tamamını değil sadece o bölgedeki ilgili nöron bağlantılarını devre dışı bırakıp bu etkilerin beyindeki mekanizmasını 'nokta atışı' şeklinde çözebiliyoruz. Bu çalışmalar orta vadede tedavi amaçlı kullanılmak üzere farmakolojinin de hizmetine sunulabilecek. Eskinin teknolojisine dayanan farmakolojik ajanlar yerini yan etkisi tamamen azaltılmış hedefli ilaçlara bırakacak."