Medya & Sanat Dünyası
Şebnem Özinal İlk İmza Gününü Yaptı!
Başarılı ve güzel oyuncu Şebnem Özinal İlk kitabı Yangın Var’ı geçtiğimiz günlerde okuyucu ile buluşturdu. Yediveren yayınlarından çıkan Yangın Var tiyatro dünyası için gelecekte de kaynak gösterilecek çok kıymetli bir eser. Türk dizi , tiyatro ve sinema oyunculuğu anlamında çok özel bir yere sahip olan Şebnem Özinal ilk imza gününü geçtiğimiz günlerde İstanbul’da bir AVM’de gerçekleştirdi. Özinal AVM’ye gelen sevenleriyle sohbet etti , fotoğraf çektirdi ve Yangın Var kitabını imzaladı.
Başarılı Sunucu Nevin Terzioğlu, Yeniden Ekranda!
Göçmenlerin gözdesi güzelliğiyle dillere destan olan Nevin Terzioğlu, Rumeli TV ekranında yeniden sevenleriyle buluştu.
Nevin Terzioğlu meslek hayatına Star TV’de başladı. Sonrasında Akşam Grubunda yazarlığı ile dikkatleri üzerine çekti. Güneş Gazetesi, Tercüman Gazetesi, Kanaltürk TV ve Rumeli TV’de sunuculuğu, ekranda olan sıcaklığı, samimiyeti ve güzelliği ile kısa sürede ön plana çıktı.
Nevin Terzioğlu aynı zamanda ‘Özel Günler Özel Sofralar’ ve çocuklar için ‘Acıktım Anneciğim’ isimli kitaplarının da yazarı.
SELDA KUZU İLE SAĞLIK SOHBETLERİ
Sağlık’a dair merak edilen her konunun konuşulacağı program uzman konuklarıyla her hafta izleyiciyle buluşuyor. Pazar:10:00’da Lider Haber Tv’de ekrana gelen programda yeni sezonda da sağlığa dair oldukça özgün içerikler ortaya çıkacak. Selda Kuzu sektörel anlamdaki deneyimini son derece özgün bir programla izleyiciye yansıtıyor. Yeni sezonda Sağlık Sohbetleri programında sağlık turizmi konusu da öne çıkıyor. Ayrıca sağlık sektörünün baş aktörleri olan özel sağlık sigortaları ve hatta tıbbi malzeme tedarikçilerine de yer veriliyor programda. Selda Kuzu sektörün içeriklerine hakim bir isim olarak sorduğu sorularla izleyenlerin çok farklı bilgilere ulaşmasını sağlıyor. Selda Kuzu ayrıca kendine özgü sunumu , şıklığı ve güzelliğiyle de her hafta izleyenlerin dikkatini çekiyor. Selda Kuzu ile Sağlık Sohbetleri her Pazar Lider Haber Tv’de!
Oktay Seven ile Haute Couture Modası
Moda Dünyasında özgün ve başarılı çalışmalarıyla tanınan Oktay Seven ile Haute couture modasını konuştuk. Oktay Seven şunları söyledi : “ Haute couture modası, en iyinin iyisini yaratmak için yapılan değişikliği sembolize ediyor; en iyi kumaşlar,kişinin vücut şekline göre dikilen ve kusursuz gözükmesini sağlayan bir kıyafet... Haute couture, tasarımcıya yenilikçi dikiş teknikleri, el dikimi ve boncuk işleme, hazır giyim koleksiyonlarından çok daha prestijli hayali ve üstün tasarımlar yaratma fırsatı tanıyor...Haute Couture, şöhreti ve prestiji (özellikle ünlüler tarafından giyildiğinde), bir modaevi için muazzam bir reklam imkanı sağlıyor ve bu da o tasarımcının, bazen couture parçalarının çok daha basit ve ucuz versiyonlarını da kapsayan hazır giyim koleksiyonlarının satışlarının artmasını sağlıyor...Kişiler özel dikim kıyafetlerin içinde kendilerini daha rahat ve şık hissediyor.Çünkü istedikleri dokuda kumas ve kalıpta yaka ölçüsünden kol boyuna kadar her detaya kendi istedikleri gibi karar veriyorlar.. Bu da özel dikimi vazgeçilmez kılıyor.Bu sezon trendler arasında daha cok saten kumaslar, leylak tonları ve yeşiller ön planda olsa da yine de kişilerin tercihleri siyah ve koyu tonlardan yana oluyor. Elbiseleri transparan detaylar fileler, güpürler ve brodeler ile zenginleştiriyoruz. Haute Couture tasarımlarında sınır yoktur hayal edilen çoğu şey kumaş ve materyaller ile bir sanat eserine dönüşebilir...
Özlem Çıkmaz’dan Gökçeada’ya Dair
Başarılı sanatçı Özlem Çıkmaz başarılı sahne performansı güçlü sesi özgün yorumculuğunun yanı sıra güçlü kalemi ile de dikkat çekiyor. Özlem Çıkmaz sahne ve iş yoğunluğundan dolayı çok sık gidemediği Gökçeada’ya geçtiğimiz günlerde gitti ve izlenimlerini yazıya döktü:
Eski kültürlerin birleştiği ve bunu en güzel dille kendi çocukluğundan kesitlerle gönlümüzden mesajlar vererek bizi o güzel temiz anlara götüren Özlem Çıkmaz’ın kaleminden işte Gökçeada:
“Çocukluğumu anımsadığım, burnumun direğini sızlatan bir gündü… Zaten ne zaman annemin yanında olsam o şımarık kız oluveriyorum bir anda yine. Hayır aslında şımartılarak da büyütülmedim oysaki. Ama baskı da olmadı hiç hayatımda. Hep özgürce güldüm, istediğim elbiseyi giydim. Annemin makyaj kutusundan çaktırmadan aldığım “nede olsa fark etmemiştir” deyip, dudağıma, gözüme, yanağıma sürdüğüm rujumla mahallede olan düğünlere koşa koşa gittim. Yine özgürdüm ve özgürce süründüğüm makyaj kutusundan bir anda yok olan ruj Sanki suratımda fark edilemeyecek saflığında geçti çocukluğum. Hiç yargılanmadık, karşılaştırılmadık. Sevgi vardı, saygı vardı hayatımızda. Kozmopolit dünyamız da zaman, birbirine karışan çan ve ezan sesleriyle geçti. Aynı sıralarda oturduğum Hristiyan ilk okul arkadaşlarımla ağız dolusu kahkahalar attık. Yerli malı haftasında birlikte yedik aynı sofradan. öğretmenler gününde öğretmenime götürdüğüm gülleri komşumuz olan yaşlı hep Güler yüzlü Madam teyze vermişti.
-“Al vire götür öğretmenine”.
Hiç unutmadığım kesitler işte.
Gözlerinin içi Gülen çocukluğum. Deli dolu yaşamaya gelmiş ruhum… Heleki Deniz, Deniz diye ağladığım 726362662 kadar döktüğüm göz yaşları. Her gün götürseler yine doymayacaktım çünkü. Aşıktım denize deli gibi.
A bide; yine benim ayağımda paralanan annemin topuklu terlikleri. Sabahın köründe kalkıp tahta topuklarından takır takır çıkan sesle evimizin ahşap merdivenlerinden takır tukur inişim, bütün ev ahalisini uyandırmam. Ve o terliklere duyduğum hayranımsı duygu. Gökçeada…. Çocukluğum… O sokaklarda karanlık olana kadar doymadan oynadığımız oyunlar. Saklambaç, seksek, dokuz kiremit. Köyümüzde ki çamurlu yollar, baharda çoğu ısırgan otu İle kaplanmış yem yeşil bahçeler, dut ağacı ve kıpkırmızı üstümüz başımız. komşularımızın bitmeyen neşesi, sabah gözlerimi babamın karıştırdığı çay kaşığı sesine açmam. Şimdi bir başkasının olan bahçemizdeki ağaçlardan topladığımız diş bademleri. O güneşin denizden batışını çekirdek çitleyerek izlememiz. Her şey çok masum, her şey çok net ve temizdi, hayat hiç karmaşık değildi. Gerçekten gülüyorduk, Gerçekten ağlıyorduk….” Özlem Çıkmaz Gökçeda’yla ilgili böyle hislerle aktarırken bol bol fotoğraf çektirmeyi pozitif enerjisiyle birbirinden güzel pozlar vermeyi de ihmal etmedi.
Kitap Dünyası
Ali Nizamî Bey’in Alafrangalığı ve Şeyhliği
Abdülhak Şinasi HİSAR Ali Nizamî Bey’in Alafrangalığı ve Şeyhliği adlı romanı Everest Yayınlarından çıktı. Abdülhak Şinasi Hisar’ın “hikâye” dediği romanları, insanın iç dünyasının izini süren, ruhunun derinliklerinde seyreden üslubuyla 20. yüzyıl klasiklerimizdendir. Hisar, özgün diliyle karakterlerini ve hayatlarını inşa ederken onlara hem çok yakın hem çok mesafelidir. Romanlarını vakaların değil karakterlerin etrafında kurgulayan Hisar, zaman ve mekânı geçmişseverlikten ziyade hafızanın temel taşları olarak kullanır.
Abdülhak Şinasi Hisar, son romanı Ali Nizamî Bey’in Alafrangalığı ve Şeyhliği’nde, varlıklı ve alafranga bir hayat sürerken servetini kaybettikten sonra Bektaşîliğe dönen Ali Nizamî Bey’in trajikomik hikâyesini kaleme alır. Ali Nizamî Bey’in “merakları” ve “tuhaflıkları” etrafında kurulan anlatı, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun tabiriyle döneminin empresyonist edebiyatının ilk samimi örneklerinden biridir.
Boğaziçi Mehtapları
Abdülhak Şinasi Hisar’ın 1930’larda yayımlamaya başladığı anıları, temel olarak çocukluk yıllarını içine alır. Hoca Ali Rıza’nın resimlerinin Proustvari etkisiyle zihninde canlanan, Sultan II. Abdülhamid’in saltanatına denk gelen bu dönemi Hisar, “Çocukluğumuzun tattığı dünya elbette bir cennetti,” ifadesinde cisimleşen bir bakışla hikâye eder. Yazar, bilincinde olduğu siyasi ve kültürel çelişkileriyle bütün bir dönemin içinden bir “cenneti” taşın içinden bir heykel yontarcasına biçimlendirir: Hem kendi çocukluğu hem İstanbul’un yaşayışı böylece maddi ve manevi varlığıyla; hatıra, roman, şiir arasındaki sınırları ihlal eden bir metne dönüşür. “Hatıraların ağacını kendi içinde büyütmesini o kadar iyi biliyor,” diye tanımlar onun bu özel yaklaşımını Ahmet Hamdi Tanpınar.
Abdülhak Şinasi Hisar Boğaziçi Mehtapları’nda, son demlerine yetiştiği Boğaziçi’ndeki mehtaba çıkma âdetini, bir dönemin tabiatını, sanatlarını, duygularını temsil kuvvetine sahip bir tören olarak resmediyor. Everest Yayınlarından çıktı.
Boğaziçi Yalıları
Abdülhak Şinasi Hisar’ın 1930’larda yayımlamaya başladığı anıları, temel olarak çocukluk yıllarını içine alır. Hoca Ali Rıza’nın resimlerinin Proustvari etkisiyle zihninde canlanan, Sultan II. Abdülhamid’in saltanatına denk gelen bu dönemi Hisar, “Çocukluğumuzun tattığı dünya elbette bir cennetti,” ifadesinde cisimleşen bir bakışla hikâye eder. Yazar, bilincinde olduğu siyasi ve kültürel çelişkileriyle bütün bir dönemin içinden bir “cenneti” taşın içinden bir heykel yontarcasına biçimlendirir: Hem kendi çocukluğu hem İstanbul’un yaşayışı böylece maddi ve manevi varlığıyla; hatıra, roman, şiir arasındaki sınırları ihlal eden bir metne dönüşür. “Hatıraların ağacını kendi içinde büyütmesini o kadar iyi biliyor,” diye tanımlar onun bu özel yaklaşımını Ahmet Hamdi Tanpınar.
Boğaziçi Yalıları’nda Abdülhak Şinasi Hisar, eski İstanbul yalılarının, sular etrafında birer ruh, kimlik ve hayat ifade eden hikâyelerini anlatır. Everest Yayınlarından çıktı.