Ortadoğu Uzmanı Cahit Tuz ile İdlib meselesini konuştuk.

RÖPORTAJ: ESRA BARIK

İDLİB MESELESİ NEYİ İFADE EDİYOR? 

İdlib meselesi 2011’den bu yana süregelen Suriye krizinin tüm tarafları için son derece büyük önem sahiptir. Bir diğer ifade ile İdlib meselesi, Suriye krizinin son merhalesini ifade etmektedir. 

Esed rejimi ve destekçileri için İdlib’e hâkim olmanın kendilerini savaşın galibi ilan etmek anlamına gelirken, muhalefet için haklı taleplerinin karşılanması için elde tutulması gereken son kale anlamına gelmektedir. 

Özellikle 2016’da Halep ve civarındaki muhaliflerin İdlip’e nakledilmesinden sonra Suriye’nin en önemli meselesi haline geldi. İki milyona yakın olan şehrin nüfusu dört milyonun üzerine çıktı. Bugün İdlip’ten bahsederken aslında 21. Asır dünyamızın en büyük açık hava hapishanesinden bahsediyoruz. 

2016’dan bu yana 4 milyonun üzerinde sivil, Esed rejimi, Rusya, İran ve radikal guruplar arasında adeta tedrici bir soykırıma tabi tutulmaktadır. Türkiye’nin büyük çabası sonucunda Astana Anlaşması çerçevesinde Ekim 2017’de ilan edilen “İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi” anlaşmasına rağmen söz konusu tarafların masum sivillere karşı katliamları sürmektedir. ABD’nin belirsiz Suriye politikası, AB ülkelerinin ABD’nin politikalarına bağlı olarak çözüme yönelik inisiyatif alamaması ve BM’nin acziyeti, İdlib’de tüm dünyanın gözleri önünde her gün insanlığa karşı suçlar işlenmektedir. Ancak tüm bu insanlık dışı uygulamalara rağmen Suriye muhalefetinin İdlib’de göstermiş olduğu direniş ve mukavemet onurlu yaşam talebinde olan tüm halklara ilham vermektedir. 

İDLİB’DE ÇÖZÜM MÜMKÜN MÜ? 

Tarih boyunca sert güç enstrümaları ile çözüme kavuşturulmuş bir hadiseden söz etmemiz mümkün değildir. Dolayısıyla İdlib meselesinin oradaki halkın kanını dökmek suretiyle çözülemeyeceği ortadadır. İdlib özelinde Suriye meselesinin çözümü için atılan en somut adım şüphesiz Türkiye’nin büyük çabaları sonucunda Rusya ve İran’la başlatılan Astana, Soçi ve akabinde devam eden üçlü zirvelerdir. Bu girişimler vesilesiyle siyasi çözüm umutları artmıştır. Ancak gelişmeler arasındaki satır araları dikkatte alındığında İdlib’de çözümün yakın olmadığını söylememiz mümkündür. Zira Suriye meselesinde rol oynayan küresel aktörlerin krizin bitiminden yana olmadığı aşikardır. 

ABD için Ortadoğu’daki birinci gündemin maddesi “Asrın İttifakı” olduğunu düşünüyorum. Rusya içinse Suriye’de kendisi için tarihi ve stratejik alanlar olan noktalarda kalıcı olma anlayışı söz konusudur. İran’a bağlı paramiliter güçler ile Esed rejiminin katliamları meseleyi adeta “kördüğüm” haline getirmektedir. Özellikle Suudi Arabistan ve BAE’nin hem Esed rejimine, hem de radikal gruplara verdiği desteklerin üzerinde durulması gerektiğini düşünüyorum. Bu iki ülke başta Suriye krizi olmak üzere bölgedeki tüm sorunların adeta finansörlüğünü yapmaktadır. 

Suriye krizinde aktif rol oynayan bölgesel ve küresel tüm aktörlerin reflekslerine bakıldığında hedefin Soçi sürecini akamete uğratmak olduğu görülecektir. Esed rejimi, İran ve Rusya defalarca Soçi mutabakatını ihlal eden adımlar attı. Yine Soçi sürecinde oluşturulması kararlaştırılan başta anayasa komisyonu olmak üzere diğer tüm faaliyet organları aradan geçen onca zamana rağmen işletilmedi. Bundan hareketle tüm tarafların krizi çözmekten ziyade kendi maslahatlarına odaklandıklarını rahatlıkla ifade edebiliriz. 

Ancak tüm bunlara rağmen, Türkiye’nin ilgili taraflarla sürdürdüğü diplomasi hayati öneme haizdir. Özellikle Moskova ile sık sık yapılan telefon görüşmeleri ve önümüzdeki ay gerçekleştirilecek üçlü zirve benzeri faaliyetlerin sürdürülmesi önemli müspet neticeler doğurabilir. 

Durumu Türkiye açısından ele aldığımızda ise, konunun çok daha fazla ciddiyetle ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Yumuşak güç unsurlarının yanı sıra, sert güç unsurlarının daha aktif 

kullanılması Türkiye’nin lehine olacaktır. Zira, 130 km boyunca komşu olduğumuz İdlib’de yaşanan tüm gelişmeler doğrudan Türkiye’ye etki etmektedir. Esed rejimi, İran ve Rusya’nın sert güç unsurlarını her fırsatta kullanılması, sayıları milyonları bulacak bir göç dalgasına neden olabilir. Bu nedenle Türkiye’nin “acil eylem” kapsamında içinde yumuşak ve sert güç enstrümanlarını içeren bir stratejiyi hayata geçirmesi gerekmektedir. 

ABD İLE VARILAN ANLAŞMA NASIL BİR ETKİ YARATABİLİR? 

Özellikle Trump’ın göreve gelmesinden bu yana ABD ile varılan tüm anlaşma ve anlaşmazlıkların hangi ABD ile yapıldığı sorusu akla gelmektedir. Zira Trump ve ilgili kurumlar arasında neredeyse her konuda farklı perspektifler söz konusu oldu. Bu nedenle ABD ile varılan anlaşmada bu sorunun cevabı ve anlaşmanın hayata geçirilmesidir aslolan.

Dolayısı ile ABD ile birlikte yapılacak tüm girişimlere ihtiyati bakmak gerekmektedir. Başka bir gerçeği de daima göz önünde tutmak gerekir, o da Suriye meselesinde söz sahibi olan bölgesel ve küresel tüm dinamikler, Türkiye karşıtlığında birlikte hareket etmektedirler. Bu bakımdan Türkiye’nin Suriye’de güvenli bölge inşası projesini acilen hayata geçirilmesini sağlaması gerekmektedir. Böylece ABD’nin samimiyeti test edilmiş olacaktır. ABD’nin gereğini yapmadığı durumda ise Fırat’ın doğusuna gereken askeri operasyonun yapılması Türkiye’nin milli menfaatleri için kaçınılmazdır.