“Ruh” hakkında, hepimiz az çok birşeyler biliriz. Çünkü: 

     Ruh; hem çok şeyler söylenebilecek hem de hakkında susmayı gerektirecek 

     Bir mahiyet arzetmektedir.

     Ruh; açık, o nisbette kapalı manevî bir cevherdir. Hakkında birşeyler söylemiye çalışacak. 

     Ruhu; aslında kendimizi, kendimize bir nebze olsun anlatacak. 

     Ruhu; daha doğrusu kendimizi tanımaya ve tanıtmaya gayret edeceğiz.

     Ruhu; yani insan olarak ete kemiğe bürünerek varlık âleminde yer alan

     Ruhu, bir de biz ele alalım; ele almış olanlara tercüman olalım dedik:

     Ruh, hayat sahibidir. Canlıdır. Candır. Ruh, şuur ve bilinç sahibidir. Ruh nuranîdir. Nurdandır.

     Maddeyle alâkası yoktur. Madde değildir.

     Ruh, vücûd-u hâricî giydirilmiştir. Hariçte, dışarda bir vücûdu, bir bedeni vardır. 

     Cismanîdir. Maddî bir beden sahibidir.

     Ruh, vücûd-u hâricî denen bir eve konuk olmuştur. 

     Daha doğrusu Ruh; vücûd-u hâricî denen bir evde konuk olarak bulmuştur kendini. 

     Ruh, Yaratıcı tarafından bedene konmuştur. Ruh kılıç gibidir. Beden onun kılıfıdır.

     Ruh câmidir. Yani toplayıcıdır. Başka deyişle Ruh, şemsiye gibidir. Büyük bir şemsiye. 

     Gördüğü yerlere kadar uzanır. Duyduğu şeylere kadar varır. 

     Düşündüğü, hayal ettiği, tasavvur ettiği / tasarladığı şeyleri de kucaklar. İçine alır. 

     Maddî - mânevî dünyaları kaplar ve kapsar.

     Ruh; mücerret / soyut, madde dışı bir öz, bir cevher, bir esas ve asıldır. 

     Bir bakıma çok şâmil, çok şümullü, çok kapsayıcı bir cevherdir.

     Ruh hakikattar, manevî bir varlıktır. Ruhun bir hakikati, bir gerçekliği vardır. 

     Görmesek de, duymasak da, ruhun  bizzat kendisini, vicdanen varlığını, 

     Gerçekliğini bilir ve anlarız. 

     Hadsen, yani  sezgiyle bilir. Biz olduğumuz için bilir. 

     Fakat mahiyetine nüfuz edemeyiz. İçyüzüne vakıf olamayız.

     Tıpkı çıplak telde olan elektriğin / cereyanın varlığını bildiğimiz halde, 

     Elimizle dokunamadığımız gibi.

     Bilmeye izin var. Görmeye ve dokunmaya izin yok. Görmek istesek kör olur. 

     Dokunmayı denesek elsiz kalır. Elektrik tarafından çarpılır. Hayatımızdan oluruz.

     Elektrik gibi, bir nebze ruha benzer olanı göremeyen, ona dokunamayan insanın; 

     Bu dünyada, dünya gözüyle ruhu görmesine ise hiç izin yok. 

     Dünya eliyle ruha dokunmasına da hiç imkân yok.

     Peki ama diyeceksiniz ki, ampuldeki ışık, elektrik değil mi? 

     Elektriği ampulde görmüyor muyuz? Evet ama ampuldeki ışık elektriğin kendisi değil!

     Ampuldeki tecellîsi, yansıması ve görüntüsüdür.

     Tıpkı, göz penceresinden bakan ruhun görünmeyişi; 

     Onun yerine pencere hükmünde olan gözün görünmesi gibi.

     Görmeyi kabul ediyor. Görmeyi görüyor. Fakat asıl göreni göremiyoruz. 

     Yani gören ruhu göremiyoruz. Çünkü:

     Ruhla gören göz; ruhu göremez. Allahın zatına yol olmadığı gibi, 

     Allahtan olan ruhun zatına da yol yok. Ruhun zatını görmeye izin yok. İşte Ruhun hakikati böyle bir şey. Ruh kapsamlı oluşa elverişli, manevî bir varlıktır. Yukarıda belirttiğimiz üzere gördüğü herşey kapsamına dahildir. Duyduğu kadar kapsamı geniştir. Düşünce sınırlarının kapladığı her alan onun kapsamı içinde sayılır. İşte bütün bınlar için istidatlı bir manevî varlıktır. 

     Ruh, bir Kanun-u Emrîdir. Ruhun can alıcı noktası işte budur. Ruhun ne olduğu, işte asıl bu cümleyle noktalanıyor. Ruhun ne olduğu hükme bağlanıyor. Ruh için âdeta teşhis konuyor.

     Ruh tanımlanıyor, tanımı yapılıyor.