YAĞMUR TANYILDIZ'ın röportajı için tıklayınız...

Yaşam Koçu ve yazar Levend Abay bir araya geldik. Bilgisayar Yüksek Mühendisliği ile başlayan kariyerinin Yaşam Koçu olarak devam eden yolculuğunu, kendi hayatındaki dönüm noktasını ve kitabını konuştuk…

Çocuklar için de kendisine danıştığım Abay; “Çocukları serbest bırakmaktan korkmamalı. Yaşayacakları hayat kendilerinin. Nasıl mutlu olacaklarına kendileri karar verebilirler ve verdikleri kararda da ebeveynler onlara koçluk, yani HADİ deyici olmalılar” dedi…

Hoş geldiniz Levend Bey. Öncelikle sizi okurlarımıza tanıtmak isterim. Kimdir Levend Abay? Neler yapar?

Hoş bulduk Yağmur Hanım. Öncelikle teşekkür ederim bu olanağı bana sunduğunuz için. 1965 İstanbul doğumluyum. Aslen Bilgisayar Yüksek Mühendisiyim. Mezunu olduğum YTÜ’deki kısa akademik kariyerimin ardından yirmi yedi yıl gibi hatırı sayılır bir süre Yapı ve Kredi Bankası’nda Teknoloji alanında çalıştım.  Bu sürenin son 19 yılı farklı teknoloji süreçlerinde yöneticilik yaparak geçti. 2018 yılına geldiğimde ise çok farklı sebeplerle ayrılma kararı verdim ve emekli olmayı talep ettim. Şimdi ise emekliyim; bir kitap yazdım; emekli olmak isteyenlere koçluk ve son sınıf öğrencilerine mentorluk yapıyorum; kuru kalem resim yapıyorum; Yoga yapıyorum ve yazarlık eğitimleri alıyorum. Bugünlerde Polisiye Yazarlık Teknikleri eğitimimi tamamladım. Yakında ortak kitabımız çıkacak, benim de içinde bir öyküm olacak. Bir yandan Neurographica Temelleri eğitimim devam ediyor. Daha doğrusu, yaptıklarımı daha iyi nasıl yapabilirim diye çalışıyorum. Ben öğrenmeden duramam. 

Kaptan Köşkünde Panik” adlı bir kitabınız var. Neler anlattınız? Kitabın amacı neydi?

2013 yılı yaz ortasında, iş yerinde masamda otururken aniden rahatsızlandım. Sağ tarafımı kullanamaz oldum, ayağa kalkamadım. Hemen beni hastaneye kaldırdılar. İnme teşhisi kondu. Yani beynimin sol tarafında, stresten dolayı damar tıkanmış ve oksijen kaybı yüzünden beyin hücrelerim zarar görmüş, felç geçirmişim. Çok detay anlattım sanırım ama kısaca felç de diyemiyorum. Ben Bilgisayar mühendisi olduğum için bu rahatsızlık ilgimi çekti. Dört gün hastanede yattıktan sonra eve çıktım ve üç ay raporlu kaldıktan sonra tekrar koşarak işe geri döndüm. Raporlu olduğum bu dönemde, daha önce yaşadığım komik anılarımı yazdığım blog üzerinden bu sefer felç anılarımı okuyanları bilgilendirmesi düşüncesiyle yine esprili bir dille yazmaya başladım. Hem de sadece sol elim varken. Bu yazılarım çok ilgi gördü. Ben de emekli olunca bunları bir kitapta topladım ve yayınladım. Bu yüzden kitabımın adı “Kaptan Köşkünde Panik” dir. Kaptan Köşkü, beynimizi temsil etmiştir. Kitabımda kendi içimden felci nasıl algıladığımı, neleri sorguladığımı, hangi hataları yaptığım için yarım adama dönüştüğümü, nasıl düzeldiğimi, o süreçte hayatımı nasıl analiz ettiğimi ve ne kararlar aldığımı yumuşak bir dille, tatlı tatlı anlatmaya çalıştım. Okuyanlardan da güzel geri dönüşler aldım. İlk baskı bittiğinde ikinci baskı düşünüyordum, ama yeni basıma gitmedim. Sadece ebook olarak hem Google Kitap’ta hem de ETSY mağazamda satışını yapmak bana daha uygun geldi. Neden dijital kitap derseniz bu da apayrı bir konu, şimdi hiç oraya girmeyeyim.  Bu konuda da bir rehber kitap hazırlıyorum. Gelecek dijital olacak.

Yaşam koçu olma yolculuğunuz nasıl başladı?

Hayata bakış açımı sorgulatan bir rahatsızlık geçirmeme ve 2015’de emeklilik yaşımı doldurmama rağmen bir türlü emekli olmaya karar veremiyordum. Bankama duygusal bağlarım vardı. Emeklilikten sonra hayatımın nasıl olacağını hiç düşünmemiştim. Adeta boşluğa atlayacak gibi hissediyordum kendimi. Hakkım olanı almaya çekiniyordum nedense. O sıralarda tamamen tesadüfen bir Yaşam Koçuyla tanıştım, Sinem Hanım. Sohbet ederken birdenbire profesyonel anlamda koçluk alırken buldum kendimi. 10-12 seanstı sanırım. Bu süreçte sadece yöneticilik yapan bir Bilgisayar Mühendisi olmayıp, beni mutlu edecek başka yeteneklerim olduğunu fark ettim. Bu da bana maddi ve manevi olarak emekli olmaya hazır olup olmadığımı göstermiş oldu. Hemen ardından değil ama sanırım bir yıl kadar sonra kendimi yöneticimin masasında emekli olmak istediğimi söylerken buldum. Emekli olduğumda yaptığım ilk iş bir kitap yayınlamak oldu, “Kaptan Köşkünde Panik”. Bu kitap, stres nedeniyle geçirdiğim rahatsızlığı ve bende yarattığı değişimi anlattığım gerçek bir hayat hikayesiydi. Bunu da insanlara yararlı olmak amacıyla yapmıştım. Bu noktaya aldığım Yaşam Koçluğu sayesinde geldiğimi fark edince ben de neden Yaşam Koçu olmayayım diye kendime sordum. Ve emekliliğimin ikinci adımı Yaşam Koçluğu Sertifikası almak oldu.

Yaşam koçunun insanların gözünde yeri nedir? Neden yaşam koçuna gitmeliyiz? Kimler yaşam koçundan destek almalıdır?

Bu çok güzel bir soru. Bazıları yaşam koçluğu için psikologların işidir diyorlar. Oysa içine girseler psikologluk bir iş olmadığını görürler. Şöyle anlatsam daha kolay olacak: Bir sorunumuz varsa nedenini bilmiyorsak psikologdan yardım almalıyız. Ancak bir hedefimiz var ve ona ulaşamıyorsak Yaşam Koçundan yardım alabiliriz. Tıkanıklığın sebebi geçmişten kaynaklanıyorsa yine psikoloğa yönlendirilmeliyiz ki koçluk eğitimlerinde bu ince detay defalarca vurgulanmaktadır. Koç asla travmatik düğümleri çözecek birisi değildir. Koç bir hedefe koşmak isteyen bireye, hangi yolu kullanacağını kendisine buldurmayı sağlayan ve hedefe ulaşacak ivmeyi veren, birey ihtiyaç duyuyorsa yol boyunca “HADİ” diyecek olan kişidir. Umarım açıklayabilmişimdir.  

Herkesin hayatında bir dönüm noktası oluyor bence. Sizin hayatınızdaki dönüm noktanız neydi? 2018 yılında hayatımı değiştirdim” diyordunuz…

Evet, hayatımı 2018 yılında değiştirdim fakat asıl değişim 2013 yılı temmuz sonunda başladı. Geçirdiğim felç, beni çok korkutmuştu. O gün ölebilirdim. O sabah araba kullansaydım, frene basamayacaktım. O tıkanma konuşma merkezimi etkileseydi bugün konuşamayacaktım. Kitabım vesilesiyle öyle vakalarla karşılaştım ki; mesela yurtdışına ticaretle uğraşan bir komşum, İngilizcesini bir anda unuttu, idrak merkezi hasar gördüğünden sorulanları anlayamıyordu. Neyse ki terapilerle şimdi çok çok daha iyi durumda. Beyin kendini iyileştirebilen bir organ. Felç olunca panik olmadan, biraz da moral motivasyon desteğiyle %100 olmasa da düzelebilme olasılığı var. Bu olay bana şunu öğretti: Kendime eziyet edercesine önem verdiğim her şey, ben olmasam da devam ediyor. Biz olmasak da hayat devam ediyor. Uğruna ömrümüzü vereceğimiz her şey biz olmasak da devam edecek. Bunun farkında olanlara biraz acımasızca gamsız diyoruz ama aslında uzun yaşayacaklar. Çalıştığı şirket kendininmiş gibi çalışanlar motoru dağıtınca şirketler, onun yerine başkası ile yoluna devam edebiliyor. Hastane sürecinde, bir Psikiyatrist ile görüştürüldüğümde, bana “çalıştığın şirketin sahibi sana geçmiş olsun dedi mi?” diye sordu. O zaman kendimi bu koca kurumda bir hiçmiş gibi hissettim. Aramamıştı, zaten haberi bile olmamıştı.

Başarılı bir iş hayatımız var ama özel hayatımızda mutsuz isek, bir şeyleri yanlış mı yapıyoruz acaba?

Cevabım kesinlikle EVET. Aslında saatimiz ilerliyor ve son kullanma tarihimiz belli değil. Bu süre içinde mutlu yaşamıyorsak yazık bize. Özel hayatımız ile iş hayatımız yaşam hedefimizle örtüşmüyorsa, evet, burada bir terslik var demektir. Şöyle geriye çekilip sırtımızı yaslayıp bir düşünsek, çok şeyi anlarız. Bir yaşamımız var, doğduğumuzda başladı. Bize sefer görev emri veren yok. Niye geldik bu dünyaya? Bunu bulacak, anlamlandıracak olan biziz. Onu bulursak veya üretirsek hayat daha anlamlı olacak. Ve bulduğumuzda da zaten bu hedefe ulaşmamızı sağlayacak işlerle uğraşacağız. Yani iş hayatı, çalıştığımız o şirketler, sizin, benim, herkesin mutlu hayat hedeflerine ulaşmamız için bizlerin bir bakıma sponsorudur. Sponsor özel hayatımı berbat ediyorsa, özel hayatıma sarkıyorsa değiştirmek zorundayız. Doktorumun bana dediği gibi, “ya işini ya kendini değiştirmelisin” demişti. “Sen yine de kendini değiştir, işi değiştirsen de yine sen sensin” diye de eklemişti. Nasıl söz ama değil mi? O yüzden felç geçirince hemen istifa etmedim. Kendimi değiştirmeye başladım ve 4 yıl daha çalışmaya devam ettim.

Kararsız bir yapımız varsa, bu kararsızlığı önlemek için ipuçları verebilir misiniz?

Bunun da üzerinde çok kafa yordum. Neden kararsızız? Yani birçok seçenek arasından bize uygun olanı seçmekte neden zorlanıyoruz? Birincisi, hayat yolunda varacağımız hedef net değilse, bir yol ayrımına geldiğimizde yanlış yolu seçme olasılığımız yüksektir. Önceden durup düşünmek gerekiyor. “Etraftan gelen seslere aldırmayıp, bu kararı verdim çünkü benim hedefim şu.” diyebilecek gücü hissetmeliyiz. İkincisi, kararsızlık, vazgeçememe zorluğudur bana göre. Kafamızdaki o da olsun, bu da olsun, ondan ver, bundan da ver seslerini önlemeliyiz. “Hangi seçenek olmazsa yolumuza devam edebiliriz?” diye düşünmeliyiz. Ayrıca daha sonra dönüp vazgeçtiğimizi de elde etme lüksüne hala sahibiz. Zamanın bize ne göstereceğini kim bilebilir ki…! Ben artık hiç plan yapmıyorum, sadece niyet belirliyorum. Çünkü planı evren yapıyor. Her akşam ertesi günü planlardım, sabah evren önüme bambaşka bir plan koyuverirdi. Sinirlenirdim. O yüzden rahat olmak lazım. Önemli olan evrenin planını uygulayacak gücümüzün olması, hazırlıklı olmamız. Tavla gibidir hayat. Benim ne oynayacağım attığım zarların nasıl düşeceğine bağlı. Tabi karşımdaki rakibimin attığı zarların kaç kaç geleceğine ve onun buna göre ne hamle yapacağı da benim bir sonraki hamlemi etkileyecektir. O zaman bütün oyun ve sonraki hamleleri bilmemiz zaten mümkün değil. Hayat da böyle işte.

Anne-babalar adına da çocuklar için size sormak isterim; çocuğun yeteneklerine göre eğitim alması hangi yaşta başlamalı? Yeteneklerin ortaya çıkması için de aceleci olunduğunu gözlemliyoruz. Bütün kursları 3-4 yaşından itibaren sırayla denemeye başlayanlar var. Çocuklar bıkıyor…

Benim çocuğum yok ancak çok iyi gözlemciyimdir. Analitik düşünce tarzım bazen ayağıma dolansa da iyi sonuçlar elde ettiğime inanıyorum. Etrafımda çocuklu aile çok ve onları gözlemlediğimde, çocuklarını hayat için yetiştirmiyor, sadece besliyorlar. Çocuklar küçük insanlardır, onların da bu hayata tutunmak için zevk almaları gerekiyor. Onlarla diyaloğu kesmemek, onların ilgi ve meraklarının ne olduğunu anlamak lazım. Deneterek olmaz, çocukları boğuyorlar, yoruyorlar. Bu da çok derin ve uzun uzun konuşulabilecek bir konu. Dediğiniz doğru, bu devirde çocuklar kendi zamanlarını kendileri planlayamıyorlar. Ha, bir de anne babaları onları bir yerlere taşıyorlar. Neden? On sekiz yaşına geldiklerinde mesleklerine karar vermek için. Bakın ben 1982 yılında, bugünkü mesleğimi kendim seçtim ve üniversiteye girmeyi de başardım, bölüm üçüncüsü olarak çıkmayı da başardım. O tarihlerde bilgisayar nedir kimse bilmiyordu bile. Ama ben dergilerde okudum, belgesellerde seyrettim ve kendim karar verdim. Hatta Bilgisayar Mühendisliğini kazandığım için üzüldüğünü annem yıllar sonra söyledi. Kendisini üzmemek için mutlu görünmeye çalıştığımı düşünmüş. Lisede başarılı olduğum için tıp seçeceğimi düşünenler olmuş ama beni kan tutar o yıllarda. Sözün kısası, çocukları serbest bırakmaktan korkmamalı. Yaşayacakları hayat kendilerinin. Nasıl mutlu olacaklarına kendileri karar verebilirler ve verdikleri kararda da ebeveynler onlara koçluk, yani HADİ deyici olmalılar. Hangi mesleği okumalarına ana babalar karar veriyor. Bunu çok yanlış buluyorum. Zira bir süre sonra su akacağı yatağa geri dönüyor zaten. Çevremde böylesi gençler de var. Yaş ile ilgili sorunuza rahmetli resim hocamın sohbet sırasında söylediği bir sözle cevap vereyim. “On iki yaşından önce çocuklara özellikle sanat konusunda eğitim verilirse, kendi tarzları değil, hocalarının tarzlarını yüklemiş olursunuz.” Yaş konusunda benim söyleyeceğim bundan ibaret. Ben de bu lafın arkasındayım. Bugünkü eğitim şekli maalesef aşırı yükleme eğitimi, çocuğun içindeki zevki de öldürüyor.

Son olarak bir de ilişkiler üzerine danışmak isterim okurlarımız adına. Boşanma günümüzde niye bu kadar arttı? Evlilik müessesi iflas mı ediyor?

Ben hiç evlenmemiş biri olarak bu soruya cevap vermeli miyim emin değilim. Yine de bir gözlemci olarak fikrimi söylemek isterim. Kadın ve erkek birlikte yeni bir hayata yelken açtıklarında artık yeni kişilikleri olacaklarına karar vermişler demektir. Nasıl Ayşe’nin yumurtası ile Veli’nin spermi döllendiğinde ortaya çıkan ürün artık ne Ayşe’dir ne Veli, azıcık ondan azıcık bundan olan yeni bir bireyse, evlilikte de öyledir. Çocuklarının büyümesi ve yoluna devam etmesi için tüm anne babalar nasıl çabalıyorsa, bu yeni aile için de öyle çabalamalıdır. Bu da bazı vazgeçmelere sebep olacaktır.  Maalesef bu uyum sağlamaya ve değişmeye direnenler ayrılıyorlar diye düşünüyorum. Eğer hayat zindan olmuşsa ya eşini değiştireceksin ya kendini. Ama kendilerini değiştirmeyenlerin başkalarıyla da denediklerinde aynı sorunları yaşadıklarını veya bunu bildiklerinden yeniden aile kurmaya kalkışmadıklarını gözlemliyorum. Evet, bu konuda tecrübesiz biri olarak konuştum ancak birçok örnek geçti gözümün önünden, galiba biraz haklıyım…

Sohbetiniz için teşekkür ederim. Son olarak neler söylemek istersiniz?

Ben çok keyif aldım bu sohbetimizden, asıl ben teşekkür ederim. Son olarak şöyle bitireyim. Hayatımız birçok belirsizlikle dolu. Başlamasına biz karar vermedik, bitişinin de ne zaman olacağını bilemiyoruz. Geriye bunun arası kaldı. Bunu tadıyla yaşamalıyız. Tadımız kaçarsa, kendimizi mutlu edecek yeni hedefimize ulaşmak uğruna ya onları ya da kendimizi değiştireceğiz. Hayatın anlamı nedir diye sormuşlar, ‘kişinin kendisi bilir’ demiş bir düşünür.