ÇİN; GEÇ HABER VERME, KAPALI DAVRANMA VE HASTALIĞI ORTAYA KOYAN HEKİMLERİ EKARTE EDEN TAVIRLARINDAN DOLAYI SUÇLUDUR!

Covid-19, bir salgın hastalık olarak dünyayı tehdit ederken; can kayıplarıyla birlikte küresel boyutta siyasi dalgalanmalar, finansal kayıplar ve sosyolojik travmaların yaşandığı sancılı bir değişim söz konusu. Sağlık krizi olarak başlayan süreç, iktisadi ve toplumsal dengeleri alt-üst ederken; yeni oluşumlar, uluslararası güç dağılımını nasıl etkiler? Yeni düzenin siyasi aktörleri kimler olmalı? Küresel ölçekte yaşanacak yeni süreçte toplum, birey ve sosyal hayat gibi konularda radikal değişimlere gidilmeli mi? Başarılı bir hekim olmasının yanı sıra, siyasi öngörüleri ve analizleri ile de tanınan ve sevilen bir isim olan Türkiye Hastanesi Dahiliye Uzmanı, Sayın Dr. Ahmet Faruk Yağcı ile sizler için konuştuk.

Çin ve Amerika ilişkilerini geçmişten günümüze değerlendirdiğimizde, aralarındaki ekonomik rekabetten ya da başka bir deyişle ticaret savaşından kaynaklanan bir gerginlik, bir meydan okuma, açık açık tehdit etme gibi çok katmanlı bir çatışmanın söz konusu olduğunu görüyoruz. Bugüne baktığımızda ise tüm ülkelerin ekonomik, sosyolojik ve siyasi açıdan ciddi anlamda etkilendiği küresel bir salgın söz konusu. Bu bağlamda dünya gündeminde şu an birbiriyle çatışma ve suçlama noktasında yine iki ülkenin aktörlüğünü izliyoruz. 1- bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? 2- Covid-19, Amerika’nın veya Çin’in birbirlerini yok etmek için ürettikleri bir biyolojik saldırı mıdır? Covid-19’un doğal şartlarda ortaya çıkma teorisine ihtimâl veriyor musunuz?

Sondan başlayayım ben. Öncelikle covid-19’un, bir biyolojik savaş olduğuna veya bir biyolojik savaş için laboratuvarda üretilmiş bir virüs olduğuna inanmıyorum. Bunun doğal yada doğaldan evrilmiş, üzerinde çalışmalar da yapılmış meşhur korona ailesinden bir virüs olduğuna inanıyorum. Yani SARS gibi MERS gibi. Ama diğerlerine göre bulaşma ihtimâli daha yüksek. Bunu mısır patlağı gibi tarif etmiştik. Bir kişiden, bir anda bütün aile, çevre, iş arkadaşlarına bulaşabiliyor. Mısır patlakları gibi bir anda yayılabilen bir virüs. Bu yüzden riskli! Çok hızlı bir şekilde yayılabiliyor. Bunu öldürücülüğü için söyleyecek olursak, öldürücülüğü son yapılan çalışmalarda % 0.25 daha fazla. Yani % 1 ise influeznanın öldürücülüğü, bununda % 1. 25 öldürücülüğü var. Evet bende hastalığı geçiren birisi olarak değişik tablolar oluşturabildiğini söyleyebilirim. Tanı konulanların yanında tanı konulmayan, hastalığı ayakta geçiren on binlerce hasta da var. Ama bazı şeylerin bir bahanesi olduğuna bende inanıyorum. Yani dünyadaki ekonomik sistemin içerisinde bir tıkanmışlık vardı. Bu tıkanıklığın açılması için böyle bir virüs salgını kullanıldı gibi geliyor bana. Sorunuzun başına doğru gidersek, Çin ve Amerika arasında rekabet var mı? Çin ve Amerika arasında gerçek mânâda bir rekabetin olduğunu düşünmüyorum. Amerika çok büyük bir ekonomi. Yani çok büyük uluslu şirketleriyle, hâkim olduğu fonlarıyla, parasının saygın para olmasıyla; Amerika, dünya ekonomisinin % 25 ve biraz üzerine hükmediyor. Çin ise dünya ekonomisinin kimilerine göre % 13 kimlerine göre de % 10’ununa hükmediyor. Olanca nüfusuna ve bir üretim üssü olmasına rağmen Çin’in dünyada hâkim olduğu ekonomik büyüklük, yapılan araştırmalara göre % 10 civarında gözüküyor ama bunun gelişme potansiyelinin olduğu ve Amerika için önemli bir rakip olma ihtimâli olduğundan dolayı virüs sebebiyle Amerika’nın, Çin’i sınırlandıracak bir takım tedbirler alacağına inanıyorum. Amerika’nın ve onunla birlikte hareket eden Batı’nın, Çin’in bir dev- bir süper güç hâline gelmemesi için uğraşacağına inanıyorum.

Virüs krizini fırsata çevirecekler diyebilir miyiz?

Krizi fırsata çevirecekler. Çin bizim takdir etmemiz, örnek almamız gereken bir yönetim şekline sahip değil. Katı devlet kapitalizmi ve insan haklarının hakikaten hiçe sayıldığı bir ülke olduğundan dolayı bende şahsen Çin’in sınırlandırılması gerektiğini, kendi ülkesindeki ucuz iş gücü ve insan hakları ihlâlleri ile dünyaya rakip olmasının önüne geçilmesi gerektiğine inananlardanım. Ki aynı zamanda Çin’in birlikte hareket edebileceği kendi çevresindeki ülkelerle birlikte, bir savaş tehdidi olarak da bir kenarda durduğuna inanıyorum.

Virüsün doğal yollardan oluştuğuna inandığınızı söylediniz. Peki bu noktada Trump’ın Covid-19’a “Çin Virüsü!” demesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bunun sebebi sadece Wuhan’ da çıkmış olması mıdır sizce?

Virüsün ortaya çıkış sürecini biz de yavaş yavaş keşfetmeye başladık ki Şubat falan değil. Çok daha önce. Fransızlar, eski tomografilerini gözden geçirerek, “Bu ekimde bile varmış.” demeye başladılar. Yani ortaya çıkan bir salgın ihtimâlini oldukça uzun süre dünya kamuoyuna bildirmeyerek, Dünya Sağlık Örgütüne bildirmeyerek ve kendi insanlarının yurt dışına çıkmasına, dünyadan başka insanların girip-çıkmasına izin verdiği için Çin, bence de sorumlu. Hatta, çalışma esnasında laboratuvar dışına çıktığı, bunun da birilerini hastalandırdığı ve Çin’in sakladığı bile söylendi. Salgın tedbirleri alınıncaya kadar virüs yayılmıştı. Yılbaşından itibaren hiçbir anlam veremediğiniz miktarda değişik hastalarımız vardı. Hiçbir anlam veremiyorduk. İnfluenza testi negatif çıkıyor, solunum yetmezliğine giren var, girmeyen var; zatürre, bronşit tablosu olanlar var tomografide benzer lezyonlar var. Şimdi geriye dönüp Covid gözüyle baktığımızda virüsün dünyada 4–-5 ay önceden olduğunu düşünüyorum ve Çin’i bu konuda geç haber verme, kapalı davranma ve bunu ortaya koyan hekimleri ekarte etmeye çalışan tavırlarından dolayı suçlu olduğunu düşünüyorum.

2008 yılında yazılmış bir kehanet kitabında 2020 yılı başlarında bir virüsten bahsediyor, belirtileri aynı şekilde covid-19’ a uyuyor, tarih uyuyor, bunlar nasıl bir tesadüftür? Nasıl anlamlandırıyorsunuz?

Onu bir şeyle anlamlandıramıyorum.1976 tarihli, meşhur Cassandıra Geçidi filmi de böyle bir distopyasını anlatır. Bu kehanet işleriyle uğraşanlar ortaya bol miktarda kehanet salıyorlar. Bunlardan biri tuttuğunda “Bak adam bilmiş!” deniyor. O adam daha neler dedi ve tutmadı onlara da bakmak lazım. Bunları çok önemli bulmuyorum ama benzeri şeyler yapılmış; 12 maymun filmi vardı, Aslında her biri, böyle bir şeyin olabileceğinin öngörüleridir. Kehanet işlerine ben inanmıyorum.

Acaba bu bir kehanet miydi, yoksa bir bilgi miydi? “Uzun vadede planlarımız var ve şu tarihte şunu yapacağız.” demiş ve bunu kehanet adı altında yazmış olabilirler mi?

Yazdırmış olabilirler? Bunların hepsiyle o zaman virüsün insan eliyle dağıtılmış komplosuna geliyoruz ki, bu vicdani olarak büyük bir yük. Hem de bir sürü insan kullanmak zorundasınız. Biri olmazsa, diğeri patlar. O kadar kolay değil ama şunu söyleyeyim; 2008 ‘den bu yana dünya ekonomisindeki gidişte çok ciddi tıkanıklıklar vardı. Nedir bu tıkanıklıklar? 1 -işsizliğin önüne geçemiyorsunuz, insana iş bulamıyorsunuz. Kol gücüne, bilek gücüne, tornavida-ingiliz anahtarına ihtiyaç gösteren iş sayısı çok azaldı. Bunların hepsini robotlar yapıyor artık. Biz, insanları ofislere oturttuk, önlerine bilgisayar verdik günde toplam bir saat çalışsalar; bir rapor hazırlasa, bir maile cevap verse geri kalan zamanını facebookta, twitterde geçirseler de biz onlara maaşlarını verdik. Bir nevi ahir zaman sosyalisti gibi… Ofis işlerini arttırdık ama bir zamandan sonra o da yeterli olmamaya başladı. Dünya ekonomisi işsizlikten dolayı, sektörel bazda daralmalardan dolayı büyük sıkıntıdaydı. Virüs ortaya çıkınca “Aradığımız şey ayağımıza geldi.” dediler. Ben bu kapanmaları, aşırı anlamlı bulmuyorum. Bunlar, -dünya insanı olarak söylüyorum- bir salgına karşı vücutlarımızın verebileceği tepkiyi engelliyor. Birbirimizi eve kapatıyoruz; sen maskelendin, ben maskelendim, onu yapmıyoruz, bunu yapmıyoruz ve virüs tehdidi devam ediyor. Biz eğriyi yansıtıyoruz. Amaç eğriyi yansıtmak değil, amaç sürü bağışıklığını oluşturmak olmalı. Ama virüs bahanesiyle dünyada pek çok değişiklik olacak. Dünyada vatandaşına bakabilen ülkelerle bakamayan ülkeler net bir şekilde ayrılacak!

Ulusal ülkeler mi, küresel ülkeler mi daha başarılı yada bu süreci kim daha iyi yönetti gibi mi?

Açıkçası kim daha iyi yönetti de, sağlık açısından biz daha iyi yönettik. Türkiye’nin iyi yönettiğini düşünüyorum ama bu önümüzdeki problemin çok anormal büyüklükte falan olduğunu göstermiyor. Türkiye, pragmatik yaklaşan tıp mensupları sayesinde ilaçları erken verdi. İlaç kısıtlaması yapmadı. Doktorun elini rahatlattı. Yoğun bakım sayısı da yeterliydi. Diğer ülkelerde sağlıksız 85-90-yaş üzeri insanın çok fazla olması sebebiyle bu ölümler görüldü. Ama başından beri ağır hastalara hastanede baksak, diğerlerini evde tedavi etmeye kalksak da olabilirdi diye şu anda düşünüyorum. Maskeler, eve kapanmalar, yasaklar olmadan da yürünebilirdi diye düşünüyorum. Siyasi sonuçlardan biride bazı üretim hatlarının Çin’den, Türkiye’ye kayma ihtimâli olabilir. Ama bu aylar içerisinde, yıllar içerisinde olacağından dolayı bu ayı – bir yılı nasıl geçireceğimiz çok önemli.

Pandemi süreci ile birlikte, dünya genelinde kontrollü bir sosyal hayat başladı. Resmi tatillerde sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı günler yaşıyoruz. Bu noktada bilim adamları, tedbirlere uyulmadığı ve normal hayata dönmek için acele edildiği taktirde ikinci bir dalganın başlayabileceği konusunda uyarılarda bulunuyor. Yine ekim ayı gibi havaların soğumasıyla birlikte 2. Dalganın gelebileceği söylentileri mevcut. Bunların dışında virüsün bilinçli bir şekilde tekrar yaydırılması da söz konusu olabilir. Sizin bu konudaki düşünceleriniz nedir, 2. Dalganın başlaması dünya insanını sosyolojik, psikolojik ve ekonomik açısından nasıl etkiler?

Şimdi öncelikle 2. dalgaya dünya olarak hazır olacağız. Ne yapacağımızı biliyoruz. Elimizdeki silahlardan hangilerinin tesirli olacağını biliyoruz, hastalığın nasıl seyrettiğini biliyoruz, hangi ipuçlarını vererek ağırlaştığını hangi ipuçlarını vererek hafiflediğini biliyoruz. Bu süreçte çok şey öğrendik. Ekimdeki salgının böyle baskın bir salgın olmayacağını düşünüyorum.

Salgının tekrarlanması durumunda okullar kapanmalı mı?

Kapanmamalı. Futbol sezonu gitti, üniversite sezonu bir dönem gitti, çocuklarımızı eve tıkadık, televizyon karşısında çok iyi bir eğitim veriyormuşuz gibi yaptık. Okulun aslı zaten insanlarla iletişim, insanlarla temastır. Böyle televizyon ekranından okul falan olmaz.

Trump, 24 Nisan’da yapılan bir basın toplantısında, “Covid-19 hastalarının vücutlarına dezenfektan enjekte eme!” gibi akıllara durgunluk veren bir öneride bulundu. Gelen tepkiler üzerine “ironi yaptığını” söyledi. Ve zaten öncesinde de Trump ‘ın durumunun gün geçtikçe kötüye gittiği, narsist- paranoit kişilik bozukluklarının olduğu ABD’li psikiyatırlar tarafından iddia ediliyordu. Sadece bu cümleden bile aslında Trump’ın psikolojisinin iyi olmadığını görebiliyoruz. Öte yandan, ABD’nin süreci yönetme başarısı da ortada. Tüm bunlar, ABD’nin 3 Kasım seçimlerini nasıl etkiler?

Çok net bir şey söyleyemem. Trump, Amerika’ da bir kesimin temsilcisi. Trump, kasabalılarn temsilcisi. Yani siyahlar, demokratlar, göçmenleri aldığınız zaman Trump’a oy verenler, Amerika’nın redneck denilen takımı ve kasabalılar. Trump’ın neler söylediğini ben çok çok önemsemedim. Saçma olduğu belli bir şey.

Dalga mı geçti sizce?

Dalga da geçmiş olabilir, ciddiyce kendince bir şey söylemiş ve onu iyi ifade edememiş de olabilir. Ama açıkçası ben, Trump’ı, işi ehil olarak yapabilecek birisi olarak görmüyorum. Etkilenmeye açık. Oraya çıkışı şaibeli, kalışı da sıkıntılı birisi. İşin içerisinde sanıyorum; yüksek miktarda alkol de var. Bunlar birleşince ortaya bu tablo çıkıyor; ne dediği anlaşılamayan fakat buna rağmen kendinden çok emin ve her an size küstahlık yapabilecek bir kişi.

Peki, konuya ve sürece dair sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Tabii, Corona sonrası dönem için asıl savunduğum şeyler var. Birincisi dünya, insanları beslemekten, iş vermekten çok uzak. Sermayenin ellerde toplanması, Çin gibi bir devlet kapitalizminin olması, Hindistan gibi kocaman ve aynı zamanda oldukça aç insanın olması, bir kıta Afrika’sı gerçeği, Yemen vs düşünüldüğünde dünyanın artık takkeyi önüne koyup düşünme zamanı geldi. Bu da şudur; -bütün ülkeler için geçerli olan bir şey- artık insanlara bir vatandaşlık maaşı verilmesi lazım. Biraz işsizlik maaşıyla falan geçineyim değil. Doğmuş her insanın, onurunu kırmayacak şekilde yaşaması için belirli bir miktar para verilmesi lazım. Bu, Bangladeş için 50 dolar olabilir, Pakistan için 70 dolar olabilir, Hindistan için 100 dolar olabilir, Türkiye için 200 dolar olabilir. Belli bir miktar parayı insanların cebine koymadığımız müddetçe, dünyadaki ekonomik döngüyü devam ettiremeyiz. Yine ahir zamanda insanların esnek şiftlerle çalışması, evlerinden çalışması da düşünülmeli. Yani biz de İstanbul’da bakıyorsunuz koskoca bir ahali, iki Milyon kişi oradan oraya gidiyor. Bu, son derece korkunç bir şey. Hâlbuki ofisteki beş kişiden, üçü gelse ikisi evinden çalışsa.

Uygulama, iş veren içinde avantajlı görünüyor…

İş veren içinde son derece avantajlı. Ticket vermeyecek, yol parası vermeyecek, hatta onları verse dahi yine iş veren avantajlı. Bir tane laptop alacak. Bu şekilde evden çalışma gündeme gelmesi lazım. Sağlık sektörü için değil ama diğer sektörler için bu mümkün. Bir başka konuda esnek şiftler. Yani insanlar günde dört saat çalıştıkları zaman, belirli bir miktar parayı evlerine götürebilmeliler. Buna inanıyorum. Ben, seninle şiftimi paylaşacağım, sekiz saat var diyelim dördünü sen, dördünü ben çalışacağım; paramızı ona göre paylaşacağız. Ev hanımı, çocuğunu okula bırakacak, marketin kasasında dört saat çalışacak sonra geri dönecek. Hem çocuğuna bakmış olacak hem para kazanmış olacak hem de günü ona kalacak. Ve hepsinden önemlisi doğmuş her insana belirli bir miktar vatandaşlık maaşının verilmesi. Bu da çok zengin ülkelerin çok paylaşmasıyla dahi mümkün. Artı bu verilen vatandaşlık maaşı ekonominin içerisine tekrar gireceği; bir kere daha, bir kere daha takla atacağı için son derece faydalı. A- hiçbir aç insan kalmıyor; B- tüketime devam ediliyor. Sektörün, tüketimi insanlara sunan tarafları da beslenmiş oluyor. Dünyanın başka çaresi yok, insanlar birbiriyle iyi geçinecek, birbirine yardım edecek, aç insan bırakmayacak.