Bir tarihçi olarak bu yazıyı yazmaya kendimi zorunlu hissettim. Tarih tabiki bire bir tekerrür etmez ama bazen benzer koşullar oluşabilir. Milli Şairimiz Mehmet Akif’in güzel bir dörtlüğünüde bu konu vesilesi ile paylaşmak isterim. Akif derki:
“Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey! 
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi? 
‘Tarih ‘ i ‘ tekerrür ‘ diye tarif ediyorlar; 
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”
Bu mısralar üzerine çok şey söylemeye hacet yok. Ama bizler geçmişten ibretler almaz isek geleceğe güvenle yürüyemeyeceğimiz muhakkak görünüyor. Daha bir asır evvel bir çok devleti bir şekilde bir arada tutamayan Osmanlı örneği karşımızda çok açık bir şekilde durmakta.
Bu noktadan hareketle bizler daha dikkatli hareket etmeli, adeta sütten ağzı yanmış gibi bir politika belirlemek zorundayız. Maksadımız üzüm yemek, bağcıya zeval vermek değil. Sadece olaylara tarihi perspektiften bakmak istedim. 
Geçelim olaylarımıza...
İttihat ve Terakki mensubu Edirne mebusu Haşim Bey, 1909 Ağustos ayında Girit’te Rumlar tarafından hunharca öldürülen Osman Efendi (Koraşaki) ile Hüseyin Ağa (Subaşaki) adlı iki Türkün naaşlarını kartpostal yaptırıp devlet erkânına gönderdi.
Mesajı gayet netti...
Girit elden gidiyor!
Osmanlı Devleti ise, dört büyük ülkeye güvenip, reformlar ve açılımlar yaparak sorunu çözeceğini umuyordu. Oysa Girit’te ve diğer giden tüm beldelerde daha önce kaç kez açılım yapmıştı…
Osmanlı Ordusu  ve donanması  Akdeniz’in en büyük adalarından olan Girit’i 1645-1669 yılları arasında 24 yıllık uzun ve yorucu bir sürecin sonunda, Venediklilerden aldı. Adanın Müslümanlaştırılması konusunda farklı bir metot uyguladı: Balkanlarda “şenlendirme” adıyla yaptığı zorunlu iskânı bu kez adada uygulamadı. Fakat zorunlu olmasa da Girit, Türk göçü aldı. Bu arada Osmanlı, Kapıkulu askerinin evlenme yasağını kaldırdı. Bunlar Rum kızlarıyla evlendi. Bazı Rumların da din değiştirmesiyle Girit nüfusunda Müslüman sayısı kısa sürede çoğaldı. Fakat burada yadsınamaz bir gerçek daha ortaya çıktı. Riyakar olarak Müslümanlaşmış bir grup.
XVII. yüzyılda  ada nüfusunda Rumlar ve Türkler hemen hemen eşitti. Adanın dili Rumca, Arapça, Türkçe karışımı olan, yerel halkın Giritçe dediği bir dildi. Bu dil Rumca’ya yakındı. Bunun sebebi, Osmanlı idaresinin Türkçe’ye gerekli özeni göstermemesiydi. 
Türk ve Rumlar arasında yıllar içinde akrabalık sayısı arttı. Ancak ne zaman Osmanlı ekonomisinde duraklama ve gerileme dönemi başladı; Girit’te isyanlar patlak verdi. (Diğer benzer ülkelerde de olaylar bu şekilde gelişmiştir.) Bunda, Ortodoksların hamiliğine soyunan Rusya’nın payı büyüktü. 1768’de Çariçe Katerina’nın kışkırtmasıyla, ticari filoya sahip zengin tüccar Yanis Daskoloyanis önderliğinde Rumlar (Sfakyalılar) ayaklandı. Osmanlı isyanı bastırdı; Daskoloyanis ve arkadaşları idam edildi ama 100 yıldır et ve tırnak gibi yaşayan Rumlar ve Türkler arasında güven kaybı başladı
 Öncelikle, siyasi, sosyal ve ekonomisi altüst olan Avrupa yeniden kuruluyor; yeni ittifaklar oluşturuluyordu. Bu nedenle 1821’de Mora Yarımadasında başlayıp Girit’e sıçrayan isyan Avrupa’dan çok destek buldu. Bu desteğin siyasi yanı gibi kültürel yanı da vardı; Rönesans’la birlikte Batıda antik Yunan hayranlığı başlamıştı.
Rumların camilere, tekkelere, çiftliklere, vakıflara saldırmasını; Türk köylülerini öldürmesini Avrupa seyretti. Kılı kıpırdamadı. Can güvenlikleri kalmayan köylerdeki Müslümanlar şehirlere göç etti. Ancak Rumlar şiddeti her geçen gün artırdı. Osmanlı, Mısırdaki Kavalalı Mehmet Ali Paşadan yardım alarak ayaklanmayı ancak 4 yılda bastırabildi. Cephe savaşları için eğitilen askerler küçük çetecilerle başa çıkmakta zorlanmıştı. İsyanın bastırılması ve Osmanlının Doğu Akdeniz’e tekrar hâkim olma ihtimali, İngiltere, Fransa ve Rusya’nın hoşuna gitmedi. Bu üç devlet Osmanlıdan Yunanlılara, Sırbistan ve Romanya’da olduğu gibi prenslik vermesini istedi. Avrupa’da da büyük bir kamuoyu baskısı vardı. Şair Lord Byron, ressam Delacroix, yazar Victor Hugo vs. gibi aydınlar eserlerinde Yunan isyanına destek çıktı.
Kuşkusuz mesele sanatçılarla çözülmedi; İngiliz, Fransız ve Rus donanmaları Mora’daki Navarin Limanındaki 57 Türk gemisini batırıp sekiz bin Mehmetçiki şehit ettiler. Osmanlı şaşkındı; ne yapacağını bilemedi. Çünkü, Yeniçeri Ocağını daha yeni tasfiye edip, Asakir-i Mansure-i Muhammediye teşkilatını kurmuştu. Savaşacak askeri gücü yoktu. Sonuçta Osmanlı, Yunanistan’ın bağımsızlık talebinden vazgeçmesi ve kendisine her yıl belli miktarda vergi vermesi karşılığında, Mora Yarımadasında Yunan Prensliği kurulmasını kabul etti. Aradan çok geçmedi. Rusya da Osmanlıya iki yandan saldırdı. Erzurum’u, Edirne’yi aldı. İngiltere ve Fransa, Rusya’nın ilerleyişinden memnun olmadı. Taraflar bir masa etrafında buluştu. Buradan ne karar çıktı dersiniz; Yunanistan’ın bağımsızlığı!
Enosis (birleşme) için ilk adım atılmış oldu…
Girit Rumları fırsatı kaçırmadı; Yunanistan’la birleşmek için hemen ayaklandılar. İsyan bu kez çabuk bastırıldı. Rumlar Avrupa’dan da gerekli desteği bulamadı. Çünkü emperyal devletler, hasta adam Osmanlıyı nasıl paylaşacakları konusunda henüz hemfikir değillerdi. Öyle ki, Osmanlı; İngiliz ve Fransızların Avrupa Konseyi’ne alınma sözüyle Rusya’ya savaş açtı.
Ruslar da sıcak denizlere inme hülyasından hiç kopmadı. Giritli Rumların umudu da Rusların bu hülyasıydı… Her fırsatta ayaklandılar ve her isyanda bir siyasi hak elde ettiler. Nasıl mı?
GENEL AF ÇIKARILDI
Ruslar dindaşları Yunanlıları, İngilizlere kaptırmamak için, Çar II. Aleksander’ın yeğeni Grand Düşes Olga’yı Yunan Kralı Georgios ile evlendirdi. Bu düğünde bir dedikodu çıktı; Ruslar çeyiz olarak Girit’i Yunanlılara verecekti! Dedikoduya o kadar inanıldı ki, Girit’in fanatik milliyetçi dağlıları Sfakyalılar, Mihail Korakas önderliğinde ayaklandılar. 16 Ağustos 1866da Selino kazasındaki Müslümanları kadın çocuk demeden öldürdüler. Osmanlı ordusu çetecilerin peşine düştü. Tam isyanı bastıracakken devreye İngiltere ve Fransa girdi.Girit Yunanlılara verilemezdi ancak Osmanlı da Girit reformu yapmalıydı

NASIL OLACAKTI BU AÇILIM?
1. İlk şart, askeri harekât hemen durdurulmalıydı.
2. Ayrıca silah bırakacak isyancılar için umumi af çıkarılmalıydı.
3. Girit yoksuldu; ada halkı iki yıl vergiden muaf olmalıydı.
4. İdari reformlar da yapılmalıydı; Padişahın atayacağı valinin biri Türk, diğeri Rum iki yardımcısı olmalıydı.
5. Ayrıca resmi yazışmalarda Türkçe zorunluluğu kaldırılmalıydı.
Osmanlı reformları kabul etti. Türkler rahatladı; köy ve mezralarına döndü.
Osmanlı’nın 1878’de Ruslara yenilmesi Girit’te yeni bir ayaklanmaya neden oldu. Olan, köylerine dönen reform kurbanı Türklere oldu; evleri, tarlaları yakıldı; canlarından oldular.Osmanlı ordusu yine isyancıların peşine düştü. Ve devreye yine Avrupalılar girdi. Onların bastırmalarıyla, diğer Osmanlı vilayetlerinden farklı, Girit’e özel imtiyazlar tanındı; yani yeni bir sözleşme/açılım yapıldı.

25 EKİM 1878’DEKİ BU HALEPA SÖZLEŞMESİ
1. Girit Valisi sadece Müslümanlardan seçilmeyecekti, Hıristiyan da olacaktı.
2. Vilayet genel meclisinde Rumlar (49/31) çoğunlukta olacaktı.
3. Hıristiyan kaymakamlar Müslüman kaymakamlardan sayıca fazla olacaktı.
4. Vilayet Meclisi ve mahkeme dili Rumca olacak; ancak resmi zabıtlar ve dilekçeler Rumca ve Türkçe olabilecekti.
5. Ve en önemlisi asayişi sağlayan jandarma, yerli halktan seçilecekti.
Fotyadi Paşa, Sava Paşa, Kostaki Anthopulos Paşa, Nikolaki Sartinski Paşa gibi isimleri sırasıyla Girit’e vali atadı. Diyeceksiniz Artık bu açılım adaya sükûnet getirmiştir! Hayır…

AVRUPA’YA MÜDAHALE HAKKI
1885-1888 de Girit iki ayaklanmaya daha sahne oldu. Fakat, en büyük isyan 1896’da oldu. Artık taraflardan biri asker değildi; Ağride, Kaliveste, Resmoda, Hanyada vd. 250 yıldır birlikte yaşayan komşular birbirine silah sıkmaya başladı. Girit yanıyordu.
Tabii yine beklenen oldu; İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya, Rusya olaylara müdahale etti. Asayiş amacıyla savaş gemilerini Girit’e gönderdiler. Ve Osmanlıya yine, yeni bir sözleşme/açılım dayattılar.
1. Girit valisi kesinlikle Hıristiyan olacaktı.
2. Bu Vali, adada karışıklık çıkması halinde Batıdan silah ve asker yardımı isteyebilecekti.
3. Hemen genel af ilan edilecekti.
4. Memurların üçte biri Hıristiyan olacaktı.
5. Avrupalı hukukçular adli bir ıslahat reformu hazırlayacaktı. 
Ancak 25 Ağustos 1896 Nizamnamesi ile Girit’in kopuşu hızlandırdı. Elleri silahlı Rumlar artık şehir merkezlerinde bile gezip, kimseden korkmadan Türkleri öldürmeye başladı. Bu cinayetler sonucu, Amcaoğlu Hüseyin, Bedeloğlu Mehmet, Bunacuoğlu Selim Ağanın çoban oğlu, Yanatoğlu Halim, Salih Kaziyatoğlu, Güldanoğlu Hüseyin, Muradoğlu Hasan, Osman Korethaki gibi yüzlerce Türk öldürüldü. Resmolu Hüseyin Subaşaki gibi Türkler şehit edildikten sonra, hıncını alamayan asiler tarafından kafatası bıçak ve sopalarla delik deşik edildi. Türkler korunaksızdı.
Girit’in Hıristiyan valisi, kasten Osmanlıdan asker yardımı istemiyordu; Türklerin Girit’ten gitmesini istiyordu. Girit’te oluk oluk Türk kanı akıyordu. Tek tek öldürmeler kısa zamanda toplu katliamlara neden oldu. Elida, Ahladina, Nisiya, Balyovici, Sika, Lisinsi, Mulina, İskalavos, Handra, Akriba, Lamnon, Ziru gibi Türk köyleri yakılıp yıkıldı; Müslüman ahalisi öldürüldü.
Türkler adadan kaçış yolu arıyordu artık. Hanya ve Resmo’da altmış bin Müslüman sığınmacı kurtarılmayı bekliyordu. Giritli Müslümanlar, açılım gereği Osmanlının Girit’e asker çıkaramayacağını anlayınca, İran Şahı Muzafferiddin Handan yardım istedi! Sadece Girit’te değil Yanya’daki feryatlara Avrupalının kulağı kapalıydı.
Sonunda Osmanlı, 18 Nisan 1897’de Yunanistan’a savaş açtı. Beklendiği gibi bir ay gibi kısa sürede Yunan ordusunu perişan etti. Türk ordusu Atina’ya girecekken, Rus Çarı II. Nikolay’ın isteği ve İngiltere’nin baskısıyla II. Abdülhamid Türk ordusunu durdurdu.Yapılan barış görüşmelerinde galip Osmanlı, bırakın bir avuç toprak almayı, savaş tazminatını bile alamadı. Aksine Girit’teki nüfuzunu kaybetti…

GİRİT ÖZERK/OTONOM İLAN EDİLDİ
Diyeceksiniz ki, Osmanlı ordusu, Yunanlıları yenince Girit’teki Rumlar korkup sinmişlerdir. Ne gezer! En acıklısı Girit’te yaşandı. Türkler, Rumları kesecek iddiasıyla Avrupa devletleri (İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya) adaya asker çıkardı. Asayişi artık onların askeri sağlayacaktı!
O halde Girit’te Türk askerine gerek var mıydı? Diyorlardı ki, Osmanlı askeri gidince Rumlar bir daha ayaklanmazdı!
1. Avrupa’nın bu kandırmasıyla Türk askeri 1898’de Girit’ten çekildi.
2. Ada özerk ilan edildi.
3. Giriti’in kaderi, Avrupalılara bırakıldı. Avrupalılar, Rumların ve Türklerin can ve mal güvenliklerini güvence altına aldıktan sonra adadan ayrılacaklardı. Girit’e böylece barış gelecekti. 
4. Tabii bu arada bir şart daha ileri sürüldü: Girit valisini seçme hakkı Osmanlı padişahına bırakıldı. Ancak istisnai bir durum vardı; büyük devletlerin o valiyi onaylaması gerekiyordu. Yoksa kendileri atama yapacaklardı. Ne oldu dersiniz; Osmanlının karşı koymasına rağmen Prens Otto Girit Valisi yapıldı. Kısa bir süre sonra dört devlet adadan çekildi. Rumlar hemen adaya Yunan bayrağı çekti. Karşılık olarak, Avrupa ülkelerinin ve Yunanistan’ın tepkisini çekmemek için, İstanbul’da sahnelenen Girit adlı tiyatro oyununu sansürledi. 

TOPRAK KAYBI
Osmanlı, Avrupalı dört devletin oyalayıcı sözlerine, teminatlarına ve “reform masallar”na hep inandı. Bunun karşılığında Girit’i kaybetti. Bu da şöyle oldu: 1910’da Girit Meclisi Yunanistan’la birleşme kararı aldı. Anadolu’nun birçok yerinde mitingler yapıldı; Türkler, Girit’te savaşmak için gönüllü asker olma müracaatında bulundu; Yunan malları boykot edildi, gemileri Osmanlı limanlarına sokulmadı; Osmanlı konuyu Lahey Hakem Mahkemesine götürmek istedi.
Bunların pek yaptırımı olmadı. Girit onca açılıma rağmen 1913’te Osmanlının elinden kuş olup uçtu, gitti! Giden toprağın yüzölçümü 8.336 kilometrekare idi.