Birçok coğrafyada siyasi görüşmelerle neredeyse savaşın eşine kadar geldiğimiz ilişkiler silsilesi yaşadık. Sıkışan dünya da Türkiye’yi yalnızlaştırma üzerine yürütülen her politika, görmeyi seçmesek bile ,tüm hızıyla devam ediyor. Döndük dolaştık, dünyada en çok kanın aktığı, ülkelerin savaş alanı olarak pratik yaptığı Ortadoğu’ya geri döndük.

Mısır ile yaşanan son 8 yıllık kötü giden ilişkilerin düzelmeye başlaması ve normalleşme çalışmaları devam ederken, aynı zaman da Doğu Akdeniz’deki milli çıkarlarımızı “diplomasi yollarını” kullanarak koruma adına girişimlerimiz gündemdeydi. Ancak Ortadoğu’daki ilişkilerin dengelenmesi üzerine ilerleyen bu girişimlerin devam ettiği süreçte, İsrail’in kutsal zamanlarda yapmış olduğu vahşetle karşılaştık. Oysa ilişkilerin normalleşmesine yönelik Mısır’la yapılan görüşmelerin akabinde ikinci planda İsrail vardı.

Duygusal ve dini hassasiyetin ötesinde bir politika ile ilerlenmesi gerekiyor. Mazlumun sesini kullanan, gücünü haksız, adaletsiz hamlesiyle dünyaya gösteren sistem değişmedi, değişmeyecek. Filistin halkının yaşadığı zulme karşı dinimizin kutsal gününde yapılanlar, kabul edilemez bir vahşettir. Kuruluş amacı İslam Dünyasının hak ve çıkarlarını korumak olan;  özellikle de Filistin’in haksızlığa uğramasına sessiz kalmamayı amaç edinen İslam İşbirliği Teşkilatı’nın toplanması ve ortak bildiride bulunması önemlidir. Teşkilata üye olan Arap ülkeleri bu zamana kadar hiçbir şey yapamamış olsa da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne sunulacak ortak bir bildiri, Filistin halkının sesini uluslararası örgütler nezdinde duyurulması açısından gereklidir. Ancak her sene özellikle hiç sekmeden Ramazan ayında yaşanılan dini baskı ve insan haklarının görmezden gelindiği bölge olan Filistin için, Müslüman olan ülkelerin bildirimden ötesini yapması gerekiyor . Evet bu saldırı İslam dünyasına yapılmıştır, ancak bu dava sadece Türkiye’nin davası değildir.

“Mehmeçik Gazze’ye” sloganı ile İstanbul İsrail Konsolosluğu önünde , tam kapanma tedbirlerine rağmen toplanan Sevgili Arap Dostları, Türk askeri politik çıkarlara alet edilmeyecek kadar ulvi ve değerlidir. Suriye iç savaşında kaçıp ülkemize sığınan, AB ülkeleriyle mülteci krizine sebep olan , Türkiye’de yaşayan Suriyeli göçmenlere şu an ki kardeş(!) tavrınız nasıl ise aynı tavrı sığınma talebinde bulunan Filistin halkına da göstereceğinizden eminim.

Zulme karşı yapılan her tepki değerlidir. İnsan olmanın ,vicdan sahibi olmanın gereğindendir. Ancak zamanlaması da önemlidir.

Amerika Birleşik Devleti (ABD), Trump döneminde 2017 yılının aralık ayında Kudüs şehrini İsrail devletinin başkenti olarak tanıdığını ve Ortadoğu için büyük bir tehdit oluşturan, ABD'nin arabuluculuğuyla imzalanan ‘Normalleşme Anlaşması’ ve Abraham Accords (İbrahim Anlaşması’nı hatırlayalım.

Tarihi bir anlaşma olduğunu defalarca vurgulanmış, “Araplar, İsrailliler, Müslümanlar, Yahudiler ve Hristiyanların uyum ve barış içinde birlikte yaşayabileceği, ibadet yapabileceği, yan yana hayal kurabileceği bir geleceği seçiyorlar" ifadeleri kullanılmıştı.

Bu muydu ‘uyum ve barış’ içinde ibadet?

Trump’ın dış politika başarısı olarak kabul edilen bu durumun etkisi ilerleyen zamanlarda karşımıza bu şekilde gelebileceği açıktı. İşte o zaman Filistin halkının haklarını savunan ülkeler her zaman yapmış oldukları kınama mesajları ötesinde ,uluslararası düzeyde sonuç getirebilecek adımları atmaları gerekiyordu. Seyirci kaldığınız zamanların acısını, gelecekte yaşananlara verilen tepkiler ile kapatamazsınız.
 

Türkiye'ye karşı oynanan bölgesel oyunlar etkisiz bırakılmadır! 

Türkiye’nin Ortadoğu’da önümüzdeki dönemde kuracağı ittifak ve ilişkileri, küresel siyasetin odaklandığı Doğu Akdeniz için çok önemlidir. Ortadoğu’da oluşan yeni dengelerde , normalleşen ilişkilerde Türkiye’nin de yer alması , hatta denge oluşturan pozisyonda kalması gerekiyor. Çünkü başta Fransa olmak üzere İsrail ve Arap Dörtlüsü (Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn ve Mısır) koordinasyonu, Yunanistan’ı Türkiye’ye karşı askeri ve siyasi olarak güçlü hale getirmek için çok önceden çalışmalara başladı. Bu sebeple Mısırla atılacak normalleşme adımları önemlidir. İlerisinde sorunlu olduğumuz ülkelerle de aynı düzeyde geliştirilmelidir. Hatta Suriye ile de…

Özellikle Mısır ile normalleşme adımının ikinci hedefi ise İsrail idi. Daha önce Filistin’e uygulanan zulme karşı yardımda bulunmak için açılan Mavi Marmara gemisine yapılan müdahalede 10 Türk vatandaşımız hayatını kaybetmişti. Bunun üzerine ilişkiler 2010 yılında en sert dönemini yaşadı. İlerleyen dönemlerde ilişkiler yoluna koyulmak istense de İsrail’in Filistinlilere olan yaklaşımını yumuşatması şartı ile bu durumun gerçekleşebileceği vurgulandı. Ancak bu durumun değişmediğini ve değişmeyeceğini görüyoruz. 

İşte tam da Mısır’dan sonra İsrail ile yeniden ilişkileri revize edebileceğimiz bir süreci konuşurken İsrail-Filistin arasında yaşanan bu son olayların Türkiye-İsrail diplomasisine etkisinin ne olacağı merak konusu. Yaşananlara rağmen diyalog kurma çalışmaları devam edebilir mi? Sanırım bu da tecrübeli ve duygusallıktan bağımsız bir diplomasi ile gerçekleşebileceğini bize gösteriyor.

Bizim Türkiye olarak önceliğimiz Doğu Akdeniz; davamız ise Kıbrıs meselesidir. İnsanlık dramına sessiz kalmamak, zulmün seyircisi olmayı seçmemek sadece Türkiye’nin değil, sadece Müslüman olan ülkelerin de değil, bütün dünya ülkelerinin görevidir. Kınama mesajları haricinde oluşturulacak, Filistin konusunda yapılacak her adım bu açıdan önem arz etmektedir. Bunun yanında önceliklerimize ve planlanan politikalara engel olmayacak bir dil ve hedef haritasını koruyan bir yol izlemek gerekiyor . Zira bu zamana kadar bölgede yapılan politikaların sonuçsuz kaldığı ile defalarca karşılaştık. Bunu görmemek , 'keşke' dememek adına değerli zamanları iyi kullanmak gerekiyor.

Sağlıklı ve mutlu günler dilerim.