Yakın tarihimize baktığımızda;

 Türkler için vatan kavramını en iyi anlatan gerçeği, ‘Ata Yadigârımız Kıbrıs’ adasındaki Kıbrıs Türk Halkının yaşadıklarına baktığımızda görürüz.

Türkiye’nin ön cephesini teşkil eden Kıbrıs adasında yaşayan soydaşlarımız; doğdukları, büyüdükleri, vatan belledikleri yer bu ada parçası olmasına rağmen, yıllar boyunca burada ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmüşler, Rumların insanlık dışı baskılarına maruz kalmışlar; ne yazık ki bugün de, böylesi bir ayıbın olumsuz etkilerini yaşamaya devam etmektedirler…

 20 Temmuz 1974 tarihi adada;

 Kıbrıs Türk’ü için özgürce yaşam hakkının başladığı çok önemli bir tarih olmasına, 1983 yılında K.K.T.C. devletini kurmalarına rağmen; hala o toprakların sahibi değillermiş gibi muamele görmekte, uluslararası camiada tanınmamaktadırlar!

 Bu yalnızlığın, bu acımasızlığın, bu hukuk tanımazlığın en önemli iki nedeni vardır!

 O da; Kıbrıs adasında gözü kulağı olan, türlü menfaatleri bulunan Hıristiyan âlemi temsilcilerinin; bu adada Türk Halkının egemenliğine, yaşam hakkına müsaade etmemeleri ve Kıbrıs Türk’üne anasının ak sütü gibi helal olan K.K.T.C’nin uluslar arası camiada tanınmasına engel olunmasıdır.

Pekiyi, bir zamanlar uğruna Yunanistan’la savaşmayı göze alan Türkiye Cumhuriyeti Devleti kendi ulusal çıkarlarını, orada yaşayan kardeşlerimizin yaşam hakkını görmezden mi gelecektir? Ata yadigârımız bu adadan vaz mı geçecektir?

1950’li yıllardan bugüne devletimizi yönetenler, çözüm adına bir takım tavizlere evet demiş olsalar dahi, tarihin hiçbir döneminde böyle bir tercihin içinde olmamışlar, bundan sonra da olmayacakları kesindir.

 Çünkü o küçük ada parçasında, bize ait büyük bir tarih, hukuki haklarımız, o tarihe damgasını vuran nice kahramanlıklar ve şehitlerimiz vardır.

 İşte tam da bu nokta da durup; sormak gerekir!                                        

 

  NEDİR BU KIBRIS TÜRK’ÜNÜN ÇEKTİĞİ?

  ‘’Son Osmanlı Kıbrıs adasını terk ederken, adada boynu bükük kalan Kıbrıs Türk’ünün yüreğinde, adı ‘vatan sevdası’ olan öylesine büyük bir hasret bıraktı ki; 

 Yıllar boyunca, o sevdadan hiç vazgeçmediler, tarihin her döneminde daima biz Türk’üz dediler. Gözleri hep Toroslara baktı… 

 Biliyorlardı ki; Özgürlük Güneşi oradan doğacak, ilk pırıltılarıyla, Beşparmakları aydınlatacaktı.  

 Ve öyle de oldu. 

 Oradan doğan, sadece özgürlük güneşi değildi.  Temeli kan ve can bedeliyle atılan yepyeni bir devletin doğuşu da gerçekleşti... 

 Adına K.K.T.C dediler, 

 ‘Şehitlerimizin kefenine, Ay ile Yıldızı’ işlediler.’ 

 Bu bizim öz varlığımızın göstergesi, adada; ayrı bir millet olmamızın simgesidir, işte bu bizim bayrağımızdır dediler. 

 Vatanlarının dört bir yanını süslediler. 

 Yetmedi; ‘’Beşparmaklara dağa, taşa kazıdılar. Gerekirse uğruna ölmek için yemin ettiler…’’ 

(Bk. Kaynakça- 14)

 Kıbrıs adası var olduğundan beri pek çok medeniyetlere ev sahipliği yapmış, insanlık tarihinde daima önemli bir rol oynamıştır. 

 Stratejik önemi nedeniyle, bu adayı elinde bulunduran ülkeye, büyük avantajlar sağlamış, bu nedenle de Akdeniz’de ki, uluslararası sularda, orta doğunun petrol yataklarında v.d enerji kaynaklarında,  söz sahibi olmak isteyen ülkelerin gözü kulağı daima Kıbrıs adasında olmuştur.

    Osmanlı İmparatorluğu döneminde de; bu önemli ulaşım yolu (ünlü ipek yolu) Osmanlının egemenlik sınırları içerisine, kontrolüne alınması için ada fetih edilmiştir.

  Üç asır boyunca Osmanlı hükümranlığında kalan ada da; ne Rumlar, ne de diğer azınlıklar, hiçbir konuda baskı görmemiş, asimile edilmemiştir. 

 Tam tersine adada ki bu azınlıkların hakkı, hukuku daima en üst seviyede korunmuş, adaletli bir muamele görmüşlerdir.

   Ancak, birinci dünya savaşından sonra, adaya İngilizler tarafından, tek taraflı olarak el konulmasını takiben, ada tarihinin son 50 yılına baktığımız da, Kıbrıs’ta çok farklı bir süreç yaşanmıştır. Bu sürecin, bir de adı vardır:

    ‘’ Türk’ün Kıbrıs adasındaki tüm kazanımlarının, varlığının yok edilmesi! ’’

   İşte Kıbrıs Türk’ünün yaşadıkları tüm acılar, mağduriyetler bu süreçle birlikte başlamıştır.

   Kıbrıs Türkleri; özellikle 50’li yılların başından itibaren Rumların pek çok zulmüne maruz kalmışlar, sanki o toprakların sahibi değillermiş gibi adada yok sayılmışlardır. 

 Türk halkının Kıbrıs’taki kazanımları, yaşam hakları, mal varlıkları görmezden gelinmiş; sanki tarihin bir dönemine damgasını vuran; hakkı, hukuku, medeniyeti ada halkının tamamına ama özellikle de Rumlara öğreten Osmanlının torunları değillermişçesine muamele görmüşler;

   Topyekûn yok edilmek istenmişler, her türlü insanlık dışı muamelelere tabi olmuşlar, evleri yakılmış, yıkılmış, mal varlıklarına el konulmuş, defalarca göç edip, yıllarca bozkırlarda ovalarda yaşamışlardır! 

 Kıbrıs’ta değil yaşamaları, nefes almaları dahi engellenmiştir!

 Rumların yapmış oldukları bu insanlık ayıplarına özellikle dünyanın hak ve hukuk savunucuları sessiz kalırken! 

 Kıbrıs Türk’ü asla pes etmemiş; biz Türk’üz bu ada parçasında Türk olarak doğduk, Türk olarak yaşayacağız andına bağlı kalarak, o acılı yıllardaki mücadelelerini başarıyla sürdürmüşler, şanlı bir direniş sergilemişlerdir.

  Bu onurlu mücadelelerinde yanlarında daima anavatan Türkiye vardı, sadece Türk Milletine güvendiler, özgürlüklerine kavuşacakları o günü sabırla, büyük bir umutla beklediler.

 Bu uğurda nice şehitler verdiler, ama asla Rum-Yunan ikilisine diz çökmediler.

  20 Temmuz 1974 tarihi Kıbrıs Türk’ünün adadaki özgürlüğünün doğuş günü oldu. Sonunda kazanmışlardı işte, özgürdüler.  

 Anavatan’ın gözbebeği Mehmetçiklerle, yıllar boyunca mevzilerde onları bekleyen Mücahitlerle birlikteydiler.

 Ellerinde ay yıldızlı bayraklar, gönüllerinde vatan sevdasıyla dolu duygular; özgürlüğe kavuşmanın, zaferin çığlıklarıyla dolu yepyeni bir vatan yarattılar.

  Ne de güzel başlamıştı o yıllarda her şey… 

  Kavuşulan özgürce yaşamın, geleceğe olan güvenin inancını yansıtan o güzel günler… 

  Özgürdüler, yaşam hakları güven içerisindeydi. Anavatan Türkiye’nin yasal garantörlük hakkının koruması içerisindeydiler.

 Hudut boylarında, vatanını koruyacağına dair yemin eden, Mehmetçiğin, Mücahidin o gür, o korkusuz sesleri duyuluyordu artık.

 Şimdi vatan bellenen bu toprakları geliştirmeye, yüceltmeye gelmişti sıra. Bu noktada da yalnız değildiler. Türkiye, Türk Milleti yine her şeyi ile yanlarında, yanı başlarındaydı.

  Ve yıllar boyunca, Anavatanları Türkiye ne dediyse onu yaptılar!

  Onlar; ata yadigârı Kıbrıs’ta hem Türkiye’nin ön cephesini savundular; hem de o gazi toprakların, Serdarlığını üstlendiler.

  Kıbrıs Türk Halkı olarak, ada tarihi boyunca; yüce Türk Ulusunun ayrılmaz bir parçası olduklarını savundular, bu önemli niteliğin haklı gururunu yaşadılar…

 Yukarıda sıralamış olduğum gerçeklerde; Kıbrıs Türk’ünün ada da ki yaşam süreçlerinin başladığı yıllardan bugüne değin, değişen hiçbir şey yoktur. 

  Onlar günümüzde de aynı duygu ve düşünce birlikteliğini taşıyan kardeşlerimizin ezici bir çoğunluğu ile aynı niteliklere sahip; Türk Milletinin vatanına olan benzer sevdası ile dopdolu, 34 yıldır yaşayan K.K.T.C devletinin varlığını savunmaya devam etmektedirler.

  Değerli Okurlarım,

  Kıbrıs Milli Davamızla tanıştığımda, gencecik bir teğmendim. Ata yadigârı vatan toprağımız Kıbrıs’ta görev yapmak için defalarca dilekçe verdim olmadı.

  Ama Allahın büyük bir lütfu gerçekleşti; 20 Temmuz 1974’de Kıbrıs’ta kardeşlerimizin yaşam ve var oluş hakkı için kendimi savaşın içinde buldum…

   43 yıldır kan ve can bağımızla tanıdığım, bağlandığım Kıbrıs Türk’ünün adadaki mücadelesine 1974’den beri tanıklık ediyorum. 

  Onların yaşadığı her önemli olayı yakinen takip ettim. Onlarla birlikte yaşadım, o topraklarda yıllarca görev yaptım, yetmedi aynı kimliği taşıyan yurttaşı oldum.

  Ama öyle bir an geldi ki! 

 Yıllar önce birlikte omuz, omuza savaştığım o kahraman kardeşlerimin içerisinden çok aykırı, farklı sesler duyulmaya başladığında sene 1985’i gösteriyordu! 

 Savaştan sonra görevli olarak ikinci kez geldiğim ikinci vatanımda, K.K.T.C.’de, o yıl ilk kez milletvekili seçimi yapılacaktı… 

 Kurucu meclis göreve geleli 2 yıl olmuştu, demokrasi gereğince de artık seçim zamanıydı…

  İşte o yılın 12 Mayısında Lefkoşa’daki görev yerime giderken; Küçük Kaymaklıdaki, mezarlığın duvarına yazılan o yazıyı okuduğumda; bir an ne yapacağımı şaşırmış, acaba yanlış bölgede miyim?  Diyerek, etrafıma bakmıştım!

    Duvarın üzerinde kırmızı renkle aynen şöyle yazıyordu: 

 ‘’Faşist ordu dışarı...’’

  Önce çok şaşırmıştım! 

  Bulunduğum bölgede, Türk ordusundan başka bir ordu yoktu ki! 

  Gözlerime inanamadım. Ama o görüntüyü de ömrümce unutamadım… 

 1974 yılının o zafer günlerinden sonra böyle bir yazıyı uğruna savaştığımız o topraklarda okumak, bana inanılmaz bir acı vermişti.

 Bir an bu vatan uğruna seve, seve hayatlarını feda eden şehitlerimiz aklıma geldi, üzüntümden nefes alamadım, kahroldum.

  Sonra yeni görev yerime katılıp da, görevi devredecek arkadaşımdan, o yazıyı yazanların kimler olduğunu belirten yanıtı aldığım o günden sonrasında hep şunu düşündüm! 

 Ya bir gün bu yazıyı yazma cüretini gösterenler, gün gelirde bu yazdıklarını yüksek sesle telaffuz ederler ama daha da önemlisi Güney’de yaşayan Rumlarla iş birliği içerisine girerlerse, orada neler yaşanırdı?

  O günlerden bugünlere neredeyse yarım asır geçti.

  Bu yıllar içerisinde, dünyada pek çok şey değişti! 

  Kimi ülkeler, kimi rejimler, kimi liderler, kimi görüşler…

  Her şey öylesine değişti ki! 

  Pek tabiidir ki, Kıbrıs adasında da çok şeyler değişti! 

 20 Temmuz 1974 de, yani Kıbrıs Türk Halkının özgürlüğüne kavuştuğu o yılda doğanlar, bugün 43 yaşında…

 O Zafer gününü yaşatanların pek çoğu hayata veda etti! 

 Hayatta olup da o zafer günlerini birlikte yaşadığımız kardeşlerimizin pek çoğunun görüşleri de değişti! 

 Ama bu da normal değil mi? 

 Kimilerine göre yaşadığımız zamanın gerekleri de değişti! 

 Artık vatan, millet, bayrak, devlet kavramlarını savunanlara, statükocu deniyor! 

 Çünkü özgürlüğün simgesi olan o özel nitelikler, kimilerine göre bir anlam ifade etmiyor! 

  Her şey adada öylesine değişti ki! 

 Gün geldi, bağımsızlık uğruna savaşan, evlatlarını bu uğurda feda eden Kıbrıs Türk Halkının Cumhurbaşkanı makamında oturan kişi bile: 

‘’Egemenlik uğruna ölünecek Leyla değildir!’’ Diyerek, Kıbrıs Türk Halkının egemenlik hakkından vazgeçivermiş, ‘’Kıbrıslılık’’ tanımlamasıyla; tek egemenlik, tek devlet, tek millet olmaya evet demişti!

  Dedim ya!  Ada da her şey çok değişti ama çok da gelişti!      

 Demokrasinin, gelişmişliğin gereği olarak, eleştirilmeyen konu, tenkit edilmeyen kişi, olgu kalmadı artık! 

 Yıllar önce Küçük Kaymaklı mezarlığının duvarlarına yazılan o üzücü yazının daha beterleri; günümüzde, ‘Şehitlerimizin’ adını taşıyan meydanlarda, caddelerde pankartlara konu olup taşınıyorlar...

 Dedim ya! 

 Ata yadigârı topraklarımızda, Kıbrıs Türk’ünün yaşam hakkı için Mücahitlerimizle birlikte omuz, omuza savaştığımız yavru vatanımız Kıbrıs’ta, çok şeyler değişti!   

  Ama Kıbrıs’ta değişmeyen tek bir şey kaldı! 

  O da; Kıbrıs Türk Halkının yaşam hakkının görmezden gelinmesidir! 

 1878 yılından beri bitmeyen acıları, hala görmezden gelinen Rum ambargoları, insanlık ayıpları, bu ayıpları yaşayan Kıbrıs Türk Halkının adada ki tarihsel, hukuksal kazanımlarının görmezden gelinmesi hiç değişmedi…

  Kıbrıs konusunun müzakere masasına getirildiği 1968 yılından bugüne kadar geçen süreçte, her defasında Kıbrıs Türk’ü ödün verdi, yetmedi! 

 Daha vereceksin dediler! 

 Her defasında ona hiç sormadılar! 

 Sen ne istiyorsun demediler! 

 Daima kimi siyasilerin tercihlerini, emperyalist güçlerin dayattıklarını gördüler, kabul ettiler…

 Kıbrıs müzakerelerinin tümüne, Rumların isteklerine göre yön verdiler, yönlendirdiler! 

 Sanki Kıbrıs Türk’ünün söyleyeceği hiçbir sözü yokmuşçasına hareket ettiler! 

 Öyle bir an geldi ki! 

  Bir plan ürettiler! Adına Annan dediler. Bu plan ile halkın gözünü öylesine kamaştırdılar ki! 

  Oylama günü geldiğinde; kendi kurdukları devleti ortadan kaldırılması için Kıbrıs Türk’üne evet bile dedirttiler!

   Neredeyse yarım asırdan beri Kıbrıs Milli Davamızı yakinen takip eden, ‘O Gazi Topraklarda’ vatan ve vazife uğruna savaşan, sonrasında elimde kalem; yazdığım kitaplarımla, güncel makalelerimle, türlü toplantılarda ki söylemlerimle; bu milli davamızı savunan bir Kıbrıs Gazisi, bir yazar olarak, günümüze baktığımda:

 Ne acıdır ki, söyleyebileceğim tek bir şey vardır!

 Nedir Bu Kıbrıs Türk’ünün Çektiği? 

 Gerçekten de nedir?  

  Asırlardan beri verdikleri, verdiğimiz bu mücadelede, bugün geldikleri nokta nedir?

  Doğup büyüdükleri, vatan belledikleri o topraklarda; günümüzde de verilen yaşam kavgası neden yeteri kadar ses getirmemekte, yanıt bulamamaktadır?

  Özellikle 2002 yılı sonrasından beri, Kıbrıs Türk Halkının üzerine oynanan oyunlara neden müsaade edilmektedir?

   Kıbrıs Milli Davamızda; Anavatan, Yavru vatan birlikteliğinin koparılamaz tarihi, kardeşlik bağlarını aşındırmak adına sergilenen/tezgâhlanan tehlikeli oyunlara, o kabul edilemez müzakere süreçlerine dikkat edilmelidir, müsaade edilmemelidir!

 Çözüm adına masaya getirilen her dayatmaya, her tavize evet denilmemelidir. Zira Kıbrıs adasında menfaatleri olan devletler, Rum-Yunan ikilisi böylesine bir zafiyeti dört gözle beklemektedirler!

   Dedim ya, nedir bu Kıbrıs Türk’ünün çektiği?

   Özgürlükleri uğruna, direndiler, mücadele ettiler, savaştılar, şehitler verdiler, gazi oldular, Türkiye ne dediyse onu yaptılar; bütün bu fedakârlıklarına karşılık sadece bir tek şey istediler!

   ‘ Kıbrıs adasında;  insanlık dışı ambargoların olmadığı, insanca yaşam hakkı!’

   Onlar; sadece insanca yaşamak; bu yaşam hakkını, evlatlarına da miras bırakabilmek için hala mücadeleye devam ediyorlar!

   Sadece Kıbrıs’ın son 65 yılına bakarak bir kez daha soruyorum:

  ‘’ Nedir Bu Kıbrıs Türk’ünün Çektiği? ‘’

   Aslında bu çektiklerini hiç de hak etmediler!

   Çünkü onlar hep biz Türk’üz, Anavatanımız Türkiye dediler.

 Bu kritik dönemde; Anavatan-Yavru Vatan birlikteliğinin güçlü bağlarının, tüm dünyaya gösterilmesi, K.K.T.C’nin uluslararası platformda tanıtılması/tanınması zamanı artık çoktan gelmiştir. Önemli olan böylesi bir iradeyi sergileyerek, bu gerçeği dünya kamuoyuna ilan etmektir. 

 Bundan 43 yıl önce adada yaşayan soydaşlarımızın özgürlüğü için Kıbrıs adasında savaştığım 1974 yılının 20 Temmuzu ve sonrasında yaşananlar; ‘’Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka’’ isimli kitabımın aşağıdaki paragrafında belirttiğim tarihin unutmaz hafızasına emanet edilen gerçeklerin ta kendisiydi:

’’O sabah portakal ve limon ağaçlarının çiçekleriyle bezenmiş bu topraklardan, bahar mevsiminin kokusu her yanımızı kaplamıştı. 

 Günün son ışıkları ile kaybolan bu muhteşem tablo, yerini yasemin kokularıyla dolan Beşparmak dağlarının mor menekşe renkli görüntüsüne bırakıyor; gecenin çöken karanlığı, yıllar önce Kıbrıs’ta yaşanmış tarih sayfalarını geri getiriyordu…

 Ya benim yaşadıklarım? 

 Hasretle, acıyla, kanla, kinle yaşanmış hayatlar, yok olup giden bedenler, hayaller…

 İnsanoğlunun dünyamıza ektiği bu savaş tohumları bu coğrafyada varlığını her dönemde hissettirmiş, zaman kavramını her seferinde sil baştan yaparak; ülkelerin, insanların yaşam çizgileriyle adeta alay etmiştir. 

 Gerçek olan nedir? 

 Zaman mı en adil yargıçtır? 

 Yoksa insan mı? 

Sonuçta insanoğlunun mantığı mı; yoksa tarihin mantığı mı galip gelecektir?

 Kıbrıs adası var olduğu sürece, bugüne kadar her ne yaşanmışsa; gelecekte de aynen yaşanacaktır!

 Çünkü bu küçücük ada parçasında, medeniyetlerin, dinlerin, milli güçlerin çatışması vardır; halen de yaşanmaktadır. 

 Aslında insanlığın bir türlü kavrayamadığı gerçek, bugüne kadar yaşadığı, sebep olduğu savaşlardan; insanlık onurunun yok edilmesinden, yoksulluktan, açlıktan, kısacası kendi kendini yargılayamamasından doğan, alamadığı/ çıkaramadığı derslerdir!

 Yine çok uzaklardan derin bir ses geliyor! 

 Bu; Anadolu’nun yanık sesine benzeyen bir ağıt sanki…

 Gittikçe kuvvetlenen bu tok ses, Beşparmaklardan esen rüzgârın sesiyle birleşerek, unutulan bir makamın, o makamın çoktandır söylenmeyen dizelerini hatırlatıyor bu Gazi Topraklara: ‘’Mehmet’tir adım/ Bilinir şanım/Helal olsun bu vatana, kanım/ Sen hakkını helal et al bayrağım/ Bu can sana feda olsun vatanım.’’

             Biz, Albay Karaoğlanoğlu!

             Biz, Üsteğmen Tombul!

             Biz, Er Çelik!

             Biz, Çavuş Ceylan!

             Biz, Yarbay Kuru!

             Biz, Mohaç’ız!

             Biz, Kosavayız!

             Biz, Çanakkale’yiz!

             Biz, Dumlupınar’ız!

             Biz, Sakarya’yız!

             Biz, Anadolu’yuz!

             Biz, KIBRIS’IZ

             Biz, Mehmetçik’iz!

             Biz, Harbiyeliyiz!

             Bizler, Milletin ta kendisiyiz!

             Biz, Milletiz!

 Bizleri ümmetlikten kurtararak millet yapan Büyük Atatürk’ün ve bu kutsal vatanın yılmaz bekçileriyiz.

 İçimizden bazıları gaflet ve delalet ve hatta ihanet içinde bulunabilirler! Ama bunun çaresi damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur…’’ (Bk. Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka, Atilla Çilingir-2006)

 Onun içindir ki Türk Milleti en sıkışık olduğu dönemlerde çepeçevre düşman işgali altında dahi pes etmeden vatan bellediği topraklardan asla vazgeçmemiş, düşmanını yenilgiye uğratarak Ay Yıldızlı Bayrağımızın altında hür ve egemen yaşamanın onurunu yaşamaya devam etmiştir. 

 Milletimizin ayrılmaz bir parçası olan Kıbrıs Türk Halkı da yaşanan bu kritik günlerden yüzünün akı ile çıkmasını başaracak kararlılıktadır, güçtedir.