Okunma oranları, satış tirajları bir yana dursun, okuyucunun vazgeçilmezi olan gazeteler vardır. Bunlardan bir çoğu cam silmek ve masa ayağını sabitleştirmek için kullanılsa da, bazıları ise olmazsa olmazlar arasındadır. Kahvehanele kültürünün de ev sahipliği yaptığı gazeteler, kahvehane sakinleri için adeta bir demirbaş görevi üstlenir, ama az sonra bahsedeceğim şeyler kesinlikle hayal ürünü değildir. Pekiyi, ne geveleyip duruyorum?

Yanlışınız var! Geveleyenlerin kim olduğunu öğrenmek isteyen, belli başlı birkaç gazete dışındaki gazeteleri açıp, bir zahmet okusunlar. Okusunlar ki; kimin geveleyip, kimin neler haykırdığını öğrenmiş olsunlar. Onlardan bahsetmeden önce, icra edilen gazeteciliklerinin bir tanımını yapmaya gerek duymadığımı belirtmek istiyorum, ama gazetecilik ünvanını taşıyan her basın emekçisi, emek göstermek zorundadır değil mi? Bana soracak olur iseniz; evet, elbette! Pekiyi, tekrar geveleyip, duruyorum, ama o emek sadece belli çıkarlar çerçevesinde mi kendini devreye sokuyor dersiniz?

Sizin sağda, solda, ekranda, radyoda dinlediğiniz, alkış tutup, pohpohladığınız yazarlar millî beraberlik gerektiren, akla ve mantığa aykırı gelen birçok olay karşısında pek bir suskunlar. Neden?

Daha birkaç gün önce geri çekilen, ama iptal edilmeyen yasa tasarısına dahi ses çıkarmayı geçtim, binlerce kişiye nutuk atmaya pek de alıştığımız sosyal medya hesaplarından konuya dair tek bir fikir beyanında bulunmadılar. Neden?

Haydi, diyelim ki tüm bunlara müsamaha gösterdik, ama gazetecilik sipariş üzerine haber üretmek, bu haberler vasıtası ile birilerine çanak tutmak mıdır?

Bahsi geçen tüm o yazarlar plazalarda para etmez kalemleri ile dairesel şekiller çizip duruyorlar. Bir yakadan, diğer bir yakayı birbirine bağlayan köprü yamaçlarındaki ofislerinde ellerinde kahve fincanı ile şehri seyre sefa izliyorlar. Üstelik bu şehrin arka sokaklarında kaos, savaş ve yaşam kavgası var iken. Hoş, bunları onlar görmüyor. Onlar sadece banka hesaplarını esnetip, gevşeten kurum, kuruluşların yanı sıra, limited ya da anonim birçok şirketler ile bir masa etrafında toplanıyorlar. Dışarıdan gürül gürül yok olan hayat, kimin umrunda? Hiç kimsenin! Ve ülke tarihimizin en kara günlerini görmek istemediği için bakmayanlar, aydınlık gelecekten ne kadar umutlular?

Görülmesi istenmeyen, ama ne yazık ki sizin yerinize de gördüğüm şeyler var. Bunları başka zaman konuşuruz. Şuan yazı başı telif ücreti ile çalışanlar öyle mutlu ki; sormayın gitsin! Ve çoğu da kallavi yazarlara uygulanmakta olan sabit maaşın dışında imkan dahilini zorlayan özel maaşla çalıştırılan bir gazeteci topluluğu var ki, işte onlar çok bilinmeyenleri bir denklem gibi oracıkta duruyor. Küflenmese bari.

Velhasıl; bu adıgüzeller, tüm yıl ayda yirmi iki ya da yirmi üç gün çalışma ile koca bir yirmi yılı garantileyebilecek kadar sağlam enseli maaş alırlar. Sanılıyor ki; Türkiye'nin en kalifiyeli yazarı onlar! Sanılıyor ki; tüm Türkiye'yi dolaşsa her kesimin ona 'aman efendim, buyurun!' diyeceğini bekliyorlar! Bunlar kendini ne sanıyorlar?

Pekiyi, madem öyle neden arkanızı kolaçan edip duruyorsunuz? Nasıl halkın en içinde olmanız gerekir iken, halkın dışında bir ütopya yaratıp oracıkta kendi kendinize yer tutma savaşı veriyorsunuz? Pekiyi, madem öyle neden Türkiye'deki tüm etkin kökenler dolayısı ile birbirinden ayrı düşmek zorunda imiş gibi gösterilen bu savaş meydanında ülkenin her bir yanı çalkalanır iken, çıkıp neden tek kelime söylemiyorsunuz? Türkiye'nin doğusu, batısı bir yanıp kavruluyor, ama siz canla başla 'başka aşka yelken açma!' diyorsunuz. Vay canına! Neden konuşmak isteyesiniz ki, patron mutlu son istiyor!

Merak ettiğim için sorayım; muhalif basın portallarında değil ise; var olan beyin lobları işlevini mi yitiriyor? Düşünemiyor mu? Ya da muhalif kanatta yer almıyor diye mevcut sistemi eleştiremez hâle mi geliyor? Hiç mi 'ya hu, bu da ne şimdi?' deyip, yumruğunu masaya koyan bir adam yok? Herkes, her şeyden bu kadar mı memnun da, çıt dahi çıkarmadan olup bitenleri izliyor? Pes!

Şu da var; iki gazeteden söz edeceğim şimdi. Roma ve Çin'de! Tching Pao ve Acta Diurna! Bu iki gazete yayınlanan ilk yazılı basın organlarıydı. İçeriği ise temel sebeplere dayanan bir şekilde haber yaymaktı. Senatonun bildirdikleri, halkın bilmesini istediği ile sınırlıydı.

O günün gazeteleri yolcular ve hükümet yetkililerinin ağzından dillendirilen olaylar bütününü bülten şeklinde büyük bir boy kağıda yazılıp, kent meydanlarına asılması ile başladı. O dönemde de yapılan icraatlardan bahsediliyor, bir güruh tarafından ilgi ile takip ediliyordu. Akılcılık boy gösterecek olmalı ki; bunların faydasız olduğu savunan kişiler de çıkıyordu. Ve yine o dönemde de kan akıtılıyor, nefret kusuluyordu. Tüm bu olaylar savaş meydanlarında yapılıyordu. Dönemin mutlak eğlencesi ise bilindiği üzere gladyatörlerin ölüm oyunlarıydı. Şimdi de aynı. Gladyatörler artık takım elbiseler içerisine konuşlandırıldı. İçimize sızdırıldı. Görünen o ki; sadece savaş meydanları ortadan kaldırıldı. Daha fenası o meydanlar artık içimize kurulmaya başlandı.

Demem o ki, yine kan dökülüyor. Yine birileri çıkıp, bunu revize ediyor. Ve yine birileri hangi haberin ne şekilde, nereye ve ne zaman, kim tarafından ve ne şekilde basına servis edileceğini belirliyor. Artık gazeteciliğin özü de anlamını yitiriyor. Çünkü 5N1K'da artık sadece 5N1K'dan ibaret olamıyor. Ve ülkemizdeki gazetecilik anlayışı da ne yazık ki hâlâ Tching Pao ve Acta Diurna'da uygulanan yayın politikası ile eşdeğer. Milyonlarca yıl da geçse, bu ülkede bu değişmeyecek. Hep bilinmesi istenileni öğrenceğiz. Hep söylenilmesi istenilen şeyleri söyleyeceğiz. Ve hep okunmasını istenilen şeyleri yazacağız. Garip ve gaip! Birileri de galip tabii!