“Adem-i Merkeziyet” / “Yerinden Yönetim” başlıklı yazımı şu alıntı ile bitirmiştim: “Kurmakla mükellef (ve yükümlü) olduğumuz birliğin ana kaynağı MİLLİ SEVGİ’dir (her şeyden önce, milletin birbirini sevmesidir.) Vazife (ve görevi)miz önce ona bağlanmaktır. Bu bağlılığın güvenilecek unsuru ise İSLAMİYET’tir. Bize İSLAMİYET (yeter ve) kafidir.” Yani denildiği gibi, ben de demek istemiştim ki: “Cemi-i kuvvetim (bütün gücüm)le diyorum ki: Hiçbir hakiki mehasin-i medeniyet (medeniyet güzellikleri) yoktur ki, İslamiyet, sarahaten (açıkça) veya zımnen (dolaylı yoldan) veya iznen onu veya daha ahseni (en güzeli)ni mütekeffil (kefil) olmasın.” Evet, bütün …izmlerin içindeki güzel, doğru ve iyilerin hepsi İslam’da var. Tüm …izmlerin içindeki çirkin, yanlış ve kötülerin tamamı İslam’da yok. Öyleyse, güzel, doğru ve iyi her şeyi İslam’da arayıp bulabiliriz. Velhasıl ahkamda (hükümde) Avrupa’ya dilencilik etmeye hiç gerek yok. Neden İslamiyet bize kafidir? Derseniz açıklamaya çalışayım: Günümüzde, menfi milliyet yani ırkçılık, kavmiyetçilik, unsuriyet davasına sarılmak, ayrılık gayrılık davası gütmek; ille de kendilerini azınlık statüsüne tabi kılmanın peşinde koşmak; oldukça ileri gitmiş durumda!...Nitekim, işi sınır çizmiş olmanın söylemine kadar getirmiş bulunmaktadırlar!... Gerçi böylesine kabul olunmayacak duaya amin diyenler bir avuç iseler de, milletin kahir ekseriyetinin tükürükleri altında boğulmaya mahkum da olsalar, yine de tedbiri elden bırakmamak lazım. Çünkü düşmanın küçüğü olmaz! Su uyur, düşman uyumaz. Kaldı ki, yıkmak ve bölmek kolay; zira tahriptir. Yapmak ve birliği sağlamak zor; nedeni ise birçok şeyin sağlanmasını gerektirir. Tıpkı bir kibritle bir ormanı yakıp yok etmenin kolaylığı yanında; onu eski haline getirmenin nice senelere ve ne çok gayretlere muhtaç olunması gibi. Özellikle, dessaslık ve desisede zirvede olan Avrupa zalimleri, bunu yani ırkçılık ve bölücülüğü İslam ülkelerinde ve bilhassa Türkiye’mizde menfi bir surette zarar verecek bir şekilde kullanarak, fitne ve fesadı uyandırıyorlar! Hele Türkiye’mizde; bu yıkıcı, bölücü faaliyetleri had safhada. Nitekim, bunu görüyor ve hemen her gün yaşıyoruz. Menfi Avrupa zalimlerinin bunu yapmaktan amaç ve gayeleri ise, Türkiye’yi parçalamak ve bu parçaları, teker teker yutmaktır. X Menfi milliyet fikri, yani unsuriyetçilik, ırkçılık; uğursuzdur, zararlıdır. Başkasını yutmakla beslenir. Diğer milletlere düşmanlık besler. Böyle düşünenler, kendilerinden saymadıklarına karşı husumet içindedirler. Bu yüzden o bölgede keşmekeşlik ve karışıklığa sebep olurlar. Bundan ötürüdür ki, Hadis; bu hususa insanların dikkatini çeker ve der ki: “İslam, Cahiliyetten (yani İslam öncesinden) kalma ırkçılık ve kabileciliği kaldırmıştır.” Türkiye, birlik ve beraberlik yani millet oluştan; kabileciliğe, bölük pörçük oluşa çekilmek isteniyor. Oysa, belirtildiği gibi: “Müspet ve mukaddes İslamiyet milliyeti, ona ihtiyaç bırakmıyor.” Kaldı ki, yaptığım alıntılardan anlaşılacağı üzere: “Menfi milliyetin, tarihçe pek çok zararları görülmüş. “Ezcümle: Emeviler, bir parça fikr-i milliyeti (milliyet fikrini) siyasetlerine karıştırdıkları için, hem Alem-i İslam’ı (İslam Alemini) küstürdüler, hem kendileri de çok felaketler çektiler. Hem Avrupa milletleri, şu asırda unsuriyet (yani ırkçılık) fikrini çok ileri sürdükleri için, Fransız ve Alman’ın çok şeametli (çok uğursuz) ebedi (devamlı) adavet (yani düşmanlık)larından başka; Harb-i Umumi (Genel Dünya Savaşı) ndaki hadisat-ı müdhişe (dehşetli olaylar) dahi menfi milliyetin nev-i beşere (insan cinsine) ne kadar zararlı olduğunu gösterdi. “Hem bizde ibtida-i hürriyette (2. Meşrutiyet’in başında), -Babil kal’ası (kalesi)nin harabiyeti (yıkılış ve dağılışı) zamanında ‘tebelbül-ü akvam’ (kavimlerin farklı dilleri konuşması diye) tabir edilen ‘teşaub-u akvam’ (kavimlerin kısım ve şubelere ayrılması) ve teşaub (bölünme) sebebiyle dağılmaları gibi- menfi milliyet fikriyle, başta Rum ve Ermeni olarak pek çok ‘kulüp (dernek)ler’ nam (ve ad)ında sebeb-i tefrika-i kuluub (kalplerin ayrılmasına sebep olan), muhtelif (çeşitli) mülteci (sığınıcı)lar cemiyetleri teşekkül etti (kuruldu). Ve onlardan şimdiye kadar, ecnebi (yabancı)ların boğazına gidenlerin ve perişan olanların halleri, menfi milliyetin zararını gösterdi. X “Şimdi ise, …fikr-i milliyetle (yani menfi milliyetle, ırkçılıkla) birbirine yabani bakmak ve birbirini düşman telakki (ve kabul) etmek, öyle bir felakettir ki, tarif edilmez. Adeta bir sineğin ısırmaması için, müthiş (dehşetli) yılanlara arka çevirip, sineğin ısırmasına karşı mukabele etmek (karşı koymak) gibi, bir divanelikle; büyük ejderhalar hükmünde olan AVRUPA’nın, doymak bilmez hırslarını, pençelerini açtıkları bir zamanda, onlara ehemmiyet vermeyip, belki manen onlara yardım edip, menfi unsuriyet fikriyle…(kendilerinden olmayanlara karşı gösterilen) adavet (düşmanlık) ise, dolayısıyla İslamiyet’e , Kur’an’a dokunur…” X “Ecnebi (Yabancı) parmağıyla idare edilen zındıka (dinsizlik) komite (ve alt kurul)ları, İslamiyeti imha için, İslam memleketlerinde, bilhassa TÜRKİYE’de, öyle desiselerle entrikalar çevirmişler (halen de çeviriyorlar), haince dolaplar döndürmüşler (halen de döndürüyorlar), hunharane (kan dökerek) ve vahşiyane (vahşice) zulümler irtikap (edip kötülükler yapmışlar) ve şeytani ve menfur (iğrenç) planlar tatbik etmişler (halen de ediyorlar) ve iğfalat (aldatmalar)da bulunmuşlar (halen de bulunuyorlar); iblisane (şeytanca), sinsi metotlar takip etmişler (halen de ediyorlar) ve kardeşi kardeşe çarpıştırmışlar (halen de çarpıştırıyorlar) ve öyle aldatıcı yalan ve propagandalar ve yaygaralar yapmışlar (halen de yapıyorlar), fitne ve fesat ve tefrika (ayrılık) tohumları saçmışlardır (halen de saçıyorlar) ki; bunlar İslam’ın bünyesinde derin rahne (yara)lar açmış ve büyük tahribatlar (yıkımlar) yapmıştır (halen de yapıyor).” X Bütün bunlara meydan vermemek için, müspet milliyete, yani menfi olmayan milliyetçiliğe sarılmalıyız. Nitekim, denildiği gibi: “Müspet milliyet, hayat-ı içtimaiyenin (sosyal hayatın) ihtiyaç-ı dahilisinden (içteki ihtiyaç ve lüzumdan) ileri geliyor. Teavüne (yardımlaşmaya), tesanüde (dayanışmaya) sebebdir. Menfaatli (yararlı) bir kuvvet temin eder (ve sağlar). Uhuvvet-i İslamiyeyi (İslam kardeşliğini) daha ziyade (daha çok) te’yid edecek (gerçekleştirecek) bir vasıta (ve araç) olur. “Şu müspet fikr-i milliyet (milliyet fikri yani doğru milliyetçilik); İslamiyete hadim (hizmet edici) olmalı. Kal’a (kale) olmalı. Zırhı olmalı. Yerine geçmemeli. Çünki İslamiyet’in verdiği uhuvvet (kardeşlik) içinde, bin uhuvvet (kardeşlik) var. Alem-i Beka (Ebedi Alem)de ve Alem-i berzah (ölü ruhlarının Kıyamete kadar kalacakları Ara Alem)de o uhuvvet (o kardeşlik) baki kalıyor (sürekli oluyor). “Onun için, uhuvvet-i milliye (milli kardeşlik) ne kadar da kavi (kuvvetli) olsa, onun bir perdesi hükmüne geçebilir. Yoksa onu; onun yerine ikame etmek (geçirmek); aynı kal’a (kale)nin taşlarını, kal’anın içindeki elmas hazinesinin yerine koyup, o elmasları dışarı atmak nev’(ve çeşid)inden ahmakane (ahmakça) bir cinayettir.”