Konu ile ilgili birinci yazımda Rum liderliğinin istediklerini özet olarak duyurmuştum. Bunun Türkçesi "Rum tarafının" Kıbrıs'a kendi malı olarak baktığıdır ve AB yolu ile Ada'nın tapusuna sahip çıkacağı inancı ile 1955'de başlattığı Enosis yoluna hiç taviz vermeksizin devam etmektedir. 1960 Antlaşmaları onlar için nasıl "esas hedefe bir sıçrama tahtası" iseydi, bundan sonra yapılacak anlaşmalar da öyle olacaktır. Bu nedenledir ki kalıcı bir anlaşmanın temelini teşkil edecek her şeyi reddetmektedirler. 1963'den bu yana oynadıkları oyun açıkça budur. "Meşru Kıbrıs hükümeti" unvanı kendilerinde kaldıkça başka bir oyun oynamak ihtiyacını duymamaktadırlar. Türk tarafı, yüzlerce defa kanıtlanmış olan ve 24 Nisan 2004 Referandumları ile elle tutulur hale gelmiş olan bu gerçek karşısında, bu gidişata dur denmediği takdirde, teslimiyete zorlanacaktır. Bu gidişat karşısında Türkiye sesini yükseltmeli ve dünyaya hiçbir şekilde ve hiçbir şart altında 1960 Uluslararası Antlaşmalarının oluşturduğu garantili olgudan (state of affairs'dan) vazgeçmeyeceğini ve bu antlaşmalarla tescil edilmiş olan stratejik hakkını sonuna kadar savunacağını duyurmalıdır. Bu hayati bir gereksinme haline gelmiştir. Ne yazık ki Türk tarafının bu haklarını alabildiğine sulandırmış ve hatta birçok hususta yok etmiş olan Annan Planına "evet" demekle dünyaya çok yanlış mesajlar verilmiştir ve hala da verilmeye devam edilmektedir. Cumhurbaşkanı Sn. Sezer'in, Sn. Talat'ı ilk kabulünde yapmış olduğu beyanat olmasaydı "Türkiye Kıbrıs'tan vazgeçmiştir" diyenlere hak vermek zorunda kalacaktık. 20 Temmuz 2006'da Başbakan Sn. Erdoğan'ın KKTC'de yaptığı beyanat büyük ölçüde gerçeklere parmak basmış olmakla beraber Cumhurbaşkanı Sn. Sezer'in -TBMM'de de kayda geçmiş olan- milli formülü vurgulayan açıklaması kadar net değildir. Türkiye'nin olumlu bulduğu, bizim büyük kuşku ile izlediğimiz, "toplumlararası görüşmeler" ve bu temaslarda teati edilmiş olan belgeler bizi Sn. Sezer'in vurguladığı "milli çizgiden" çok gerilere götürecektir. Türkiye'yi Ada'dan çıkarmayı öngören görüşmelere (eşitliğimizi ve egemenliğimizi kabul ettirmeden) oturmanın sonucu Türk tarafı için çok acı olacaktır. AB kırmızı çizgimiz olduğunun farkında değildir! AB, Kıbrıs meselesinin hallini Türkiye'den beklemektedir ve bu nedenle de Türkiye'nin AB süreci ile Kıbrıs meselesinin hallini birleştirmiştir. Türk hükümeti bunun doğru olmadığını savunmakla beraber, Ecevit Hükümeti zamanında olduğu gibi, bunlar birbirinden ayrılmadığı takdirde kendine öz tedbirler alacağını söyleyememektedir. Açıkçası Türkiye, bu konuda direttiği takdirde AB sürecinin askıya alınabileceğinden korkmaktadır. Bu konuda AB'nin Türkiye'ye olan ihtiyacı ve Türkiye'yi -tam üye yapmasa da-AB limanına bağlı tutmayı yeğlediği hesaba katılmamaktadır. Durum budur. Kıbrıs'ta Kıbrıs'ın tümünü kedisinin addeden ve Kıbrıs meselesinin 1974'de başlayan bir işgal sorunu olduğunu savunan Rum-Yunan ikilisinin karşısında KKTC'de TMT ruhu ile KKTC'ne dört elle sarılmış olan bir kitle ve Anadolu'da "Kıbrıs meselesi milli namus ve şeref meselesidir; 1960 Haklarımızdan vazgeçersek Türkiye denizlere açık bir ülke olmaktan çıkar" diyen çok hassas bir millet vardır. KKTC'ni zor kullanarak kimse ortadan kaldıramaz. Türkiye'yi Kıbrıs'tan zor kullanarak çıkaracak bir güç de yoktur yeter ki Türkiye 1960 Antlaşmaları ile kendisine verilmiş olan hakları etkin bir şekilde kullansın ve aldatılarak EVET dediği Annan Planı'ndan vazgeçildiğini meselenin var olan gerçekler zemininde halledileceğini dünyaya gür bir sesle duyursun. Hukuki açıdan Rum idaresinin "Kıbrıs" olarak AB üyesi yapılması geçersizdir. Bu sahte "Kıbrıs Hükümeti"nin Fransa'ya üs vermesi veya askeri anlaşma yapması da hukuk dışı, uzlaşmayı engelleyen bir eylem ve başlatılan veya başlatılmak istenen görüşme sürecini tıkayan bir olaydır. Türkiye ve KKTC makamları bu yasal haklarına sahip çıkarak gerekeni yapmalıdırlar. Gereken, hukuk dünyasını -Avrupa'da ve Türkiye'de- ayağa kaldırmak, Avrupa ülkelerindeki kamuoyunu Kıbrıs'ta oynanmakta olan çirkin Bizans oyunları hakkında uyarmak, Türk ulusunun bu oyunlara gelmeyeceğini mertçe açıklamaktır. AB, Annan Planına "Evet" demiş olan Türk tarafının eşit egemenlikten, iki devlet esasından, Türkiye'nin fiili ve etkin garantisinden Türk-Yunan dengesini savunmaktan vazgeçtiği inancı ile hareket etmektedir. Bunun böyle olmadığını TC hükümeti ile KKTC makamları net bir şekilde açıklamalıdırlar. Şimdiki "izolasyonlar kalkarsa biz de mükellefiyetimizi yerine getiririz" politikası bizi, istesek de istemesek de, teslimiyete götürecektir. "Kıbrıs meselesi" Türkiye'nin AB'ne üyeliği sürecinden muhakkak ayrılmalı ve AB ülkeleri, sicili kanla ve terörle dolu Rum idaresinin Kuzey Kıbrıs'la hiçbir ilgisi olmadığını artık teslim etmelidir. Irkçı ve suçlu Rum ortağı "Kıbrıs'ın tümü üzerinde meşru hükümet" olarak tanıma hatasından AB vazgeçmeli, bu hataya devamın Avrupa'nın şampiyonluğunu yaptığı tüm ilkelere ters düştüğünü teslim ederek KKTC ile direk temas kurmalı, Türkiye'nin Kıbrıs üzerindeki haklarının meşru olduğunu, bunların Türkiye'nin milli bir davası ve güvenliği ile ilgili hayati bir konu olduğunu teslim ederek taraflara katıksız eşit davranmaya başlamalıdır. Bunu temin etmenin yolu ayağa kalkmak, dik durmak ve kırmızı çizgilerimize sahip çıkmaktır. Eski dostların bize yardıma devamına muhtacız. Hem de dünden fazla.