Sonra o ilk aşık olduğum erkek babam, öyle pasif, başarısız bir adamdı ki büyürken söz vermiştim kendime benim aşık olacağım adam güçlü, kuvvetli, kararlı ve başarılı olacaktı! Fakat gün gelip de ilk aşkımı yaşadığımda tabanları yağlayıp arkasına bakmadan kaçan erkeğin babamdan farkı olmadığını anlamıştım. Daha sonra yaşadığım aşkların da ortak noktası buydu zaten! Meğerse keramet babamda değil, erkeklerin genlerindeymiş! Arada az da olsa da umut ışığı belirdiğinde ise ya ben onlara geç kalmıştım, ya da onlar yanlış adamlardı... (Ya da yanlış adamım diyerek kaçmaya çalışanlar... onu da siz anlayın artık)
Buraya kadar kötü giden aşk hikayelerinin tüm suçunu erkek cinsine atıyor değilim. Ben de zor kadınım aslında. Kandırılması pek mümkün olmayan, yalanları çabuk yakalayan, hisleri tavan yapmış bir mahlukum. Eh birazcık da akıllı...
Şansızlığım babamın ölümüyle perçinlendiğinde ailenin erkeklerinin miras gazabına uğramıştım. Ne de olsa kız çocuğuydum. Evlenince mirasımı kocamla paylaşacak elin adamına para yedirecektim! Neyseki bunun da altından kalkmaya çalıştım dirayetli oldum!
Bu sırada günlük aktivitelerimde erkeklerden gelen sözlü tacizlerin yerini fiziksel taciz aldığında olay anına müdahalelerim ve kendimi korumam karşımdaki erkeklerin oldukça duygulandığını gördüm! Tabii sadece kendimi değil hemcinsimi de korumuşumdur ...
Üniversitede ayaklarımın üstünde durmayı öğrenmiş, iş hayatında ise öğrendiklerimi uygulamaya çalışmaya başlamıştım. Başarılarım, aldığım terfiler, erkekleri pek sevindirmese de ben yılmadan yoluma düşe kalka devam etmeye çalıştım...
Aşk hayatımda son durumumum parçalı bulutlu olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Evde erkek işlerini yapmaya, organize etmeye, faturalarımı takip etmeye çalışıyorum. En azından sorumluluklarını yerine getirmeyen bir erkekle kavga etmek zorunda kalmıyorum. İnsan konuya buradan bakınca oldukça rahatlıyor, tavsiye ederim...
Aile bireylerim arasında da birçok boşanma hikayesi, terk edilme acısı, kavga- dövüş izlemek ve bunları biriktirmek aynı zamanda erkeklerin iktidarına da karşı çıkmayı da gerektiriyordu... Ben de karşı çıktım! Eril güce karşı çıktım! Hem özel yaşamımda hem de sosyal yaşantımda... Kadını erkeğe hizmet ve itaat eden bir şey (şey diyorum çünkü öyle gerekiyor) olarak görenlerin tam da karşısında durup avazım çıktığı kadar bağırıyordum. Tabii bunu yaparken hem erkeklerin hem de bazı kadın hemcinslerimin tepkisini toplamıyor değilim.
Ar, namus yollarında çektiğimiz acıların hesabını sorarken, kadınlığımı hatırladığım anlarda yine erkek cinsi tarafından ” sen misin hatırlayan” düsturuyla karşılaşıp şöyle bir silkinip kendime geliyorum! Bunu bana sıkça yapıyorlar! Ve böylece içimdeki yalnızlığa alışmış oluyorum… Yavaşça İhanetin, gitmelerin, yalnızlığın sonuçlarına katlanmayı öğrendim. Toplanmış valizleri görmeye alıştım... Daha sonraları kendimle eğlenerek, tek başıma film izleyerek, meyve suyunun kapağını açmak için kimseden yardım istemeyerek sevdim içimdeki yalnızlığı… Kahkahalı akşam yemeklerinde bile kendi iç sesime danışmak, savunduğum fikirlerimi üstüne basa basa haykırırken bile desteksiz olmak beni üzmemeye başladı. Ne de olsa herkes yalnızdı… Her kimin yanında olursam olayım tek başıma olduğumu bilmek bana güç verdi. Bu güçten artık sıkılsam bile yalnızlık içimdeki en derin yerime çöreklendi…
Sonunda hayattaki misyonumun ne olduğunu öğrendim… Kadın özgür olmalı derken bazen acı içinde kendimi tutsak ediyor, bazen de yoluna devam deyip yeniden doğuyorum.
Kürtaj hakkımızı savunuyor, kadın çocuk da yapar devrim de diyorum...
Her koca şiddetine uğramış kadın haberi okuduğumda dağlanıyor yüreğim. Ve tecavüzcüler sokaklarda dolaştığında...
Şimdiye kadar bilinç dışı yaptıklarımı artık daha sağlam sözcüklerle tekrarlıyorum. Aslında tüm kadınların tekrarlamasını istiyorum…
Güçlü olmak zorundaysam olmalıyım. Ve sonucunda yalnız kalacaksam bundan kaçış olmadığını bilmeliyim...