Bakmayın siz KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın 'Kıbrıs Türk’tür Türk Kalacaktır, siyaseti 1950’lerin sloganıdır’ dediğine. Tarihi bilmediğinden olamaz; ya genetik sorunları yahut siyasi ikbali uğruna ecdat yadigârı Kıbrıs topraklarından taviz vermenin peşinde olmalıdır! Kıbrıs Türklüğünün 1950’lerin sloganı olduğunu söylemek de ne hadsizliktir! Bakın tarihe;

Kanuni Sultan Süleyman, engin Akdeniz suları ve üzerindeki adaların kıymet-i harbiyesini çok iyi bildiğinden buralara egemen olmanın mücadelesini verse de ömrü Kıbrıs’ın fethine kifayet etmemişti. Büyük Sultan’ın oğlu 2. Selim’inde zihni sürekli Kıbrıs’taydı. Nitekim 1569’da İtalyanlardan adanın Osmanlı’ya verilmesi diplomatik olarak talep edilmiş, reddedilmesi üzerine de sefere karar verilmişti. Lala Mustafa Paşa’nın 60 bin kişilik ordusu, Donanma Komutanı Piyâle Paşa’nın 360 savaş ve nakliye gemisiyle; 1570 yılının ilk aylarında Kıbrıs’a doğru yola çıkarıldı. 1 Temmuz’da Limasol’a demir atan ordu ertesi günü karaya çıkarak kaleyi fethetti. Kıbrıs’ın kapıları açılmıştı, ordumuz Larnaka’ya oradan Lefkoşa’ya yürüdü. 8 Eylül’de Lefkoşa’nın da alınmasını müteakip 1 Ağustos’ta Magosa teslim alındı ve fetih tamama erdi.

1800’lü yılların ikici devresinde yaşanan sıkıntıların içerisinde, Ruslara karşı müttefik durumunda olduğumuz İngilizlere Kıbrıs’ta üs kurma izni vermemizi takiben, bugüne kadar uzayan ve ‘Akıncılar doğuran’ süreç başlamış oldu!

**

Gelelim Bay Mustafa Akıncı’nın “İkinci bir Tayfur Sökmen olmayacağım” sözüne. Bilinir ki Mustafa Kemal o dönem Suriye’ye bağlı olan Hatay topraklarının Anadolu’ya katılmasını sağlamak üzere Tayfur Sökmen’i görevlendirmiştir.  Mustafa Kemal’n bu hamlesi ‘Misakı Milli özleminden başka bir şey değildi. Sökmen, İngiliz oyunlarıyla Anavatan’dan ayrı düşen Hataylıları teşkilatlandırıp, önce Suriye’den kopardı, ardından Anadolu’ya dâhil etti. 

Plan başarıyla yürümüştü yürümesine de, Misakı Milli planları nedeniyle Atatürk batılıların hedefiydi artık. Hastalığı sürecinde Fransız hekimlere emanet edildiğinde ‘Beni Türk hekimlerine emanet ediniz’ şeklindeki, adeta yakarışı boşuna değildir!

**

1950’li yıllar İngilizlerin adayı ‘Rumları aracı kılarak’ bütünüyle ele geçirme girişimlerinden başka bir anlam taşımaz. Dünyanın asli baş belası olan İngilizler Osmanlı’yı yok etmek için de aynı oyunu kurgulayıp, Yunanlıları Anadolu’ya kışkırtmamış mıydı?

Bay Akıncı, “Kıbrıs Türk halkı Atatürk ilkelerine bağlı, laik ve demokratik, hoşgörü ve barış kültürünü içselleştirmiş bir halk olarak…” diye de bir ifade kullanmış ki Atatürk’ün siyaset ve mücadelelerini reddetmekle, Atatürk ilkelerine bağlılığı nasıl becerebiliyor, anlayan beri gelsin!

Bağımsızlığı Türkiye hükümeti tarafından ‘siyaseten’ verilen; adının bağımsız olduğuna da bakmayın, içme suyu dâhi yakın tarihlerde denizin altından özel hatla Mersin’den götürülen Kıbrıs’ın İngiliz hayranlığı 1950’li yılların eseridir!

**

ALİ SAİT ÖGE’DEN BASIN HATIRALARI

Ali Sait Öge bizim mesleğin gayretli ve çilekeş olduğu kadar, renkli, gülen ve güldüren simasıdır. İşten, yükten gocunmayan, çalışmayı zevkli hale getiren bir arkadaşımızdır. ‘Gönülsüz emekliliğini’ müteakiben Gazeteciler Cemiyeti Müdürlüğü görevini sürdürürken ‘Önce İnsan Olmak, Sonrası mı, Gazetecilik’ adıyla anılarını kitaplaştırdı.

Hafta sonu Gazeteciler Cemiyeti Salonu’nda imza günü vardı. Ortalık neşe ve muhabbet doluydu. İş dünyasından siyaset ve spor alemine kadar pek çok insan Ali Sait’i yalnız bırakmadı.  ‘Bireysel hayır gönüllüsü’ olduğunu da biliyorduk Ali’nin; down sendromlu öğrenciler kolej disipliniyle salona geldiklerinde gözlerine yansıyan mutluluk özel insanlara duyduğu muhabbetin de tezahürüydü.  Ali’ye sarılıp başlarını göğsüne yaslayan öğrencilerin ömre bedel bakışları bir kitapla özetlenemezdi! Güldüren, düşündüren ve öğreten hatıraların her aldığı yer yer kitabın mizah ve hatıranın yanında, iyi bir mesleki kılavuz olduğunu söylemek mümkün. Bu vesile ile Ali Sait Öge’yi tebrik ediyoruz.

**