Günümüz teknolojisinin bizlere sunduğu çağ fırsatları ile birlikte hayatımızın her bir yanına entegre edilmiş olan medya organları, hayatımızın tüm etki alanlarını tutmuş gibi görünüyor. Nereye baksak onlar var. Öyle ki artık onlarsız yapamaz hale geldik. Ve içlerinde en korkutucu olanı ise televizyon gibi görünüyor! Pekiyi, neden televizyon izleme gereği duyuyoruz? Siz sorunun cevabını düşünedurun. Ben de şu mis kokulu granül kahvemi hazırlayayım.

Şimdi, şu noktada anlaşalım; insanlar topyekün çıldırmış olmalı! Aksi halde bu durumu bize nasıl açıklayabilirler? Artık sosyo-ekonomik durumu her ne olur ise olsun her kesimden herkesin evinde bir televizyon var. Hem de en afillisinden! En yaygını CRT ya da LCD modeli olsa da, 3D veya 4K kadar işlevsel olmasının da hiç ama hiç önemi yok. Çünkü televizyon kültürünün varlığı Türkiye'de bir gereklilik haline geldi. Ve bu gereklilik artık sıradanlıkların da öte haline evrilmiş gibi.

'Televizyonsuz ev mi olur?' gibi cümleleri çok sık duyuyoruz. Özellikle de bendeniz. Kullanmıyorum arkadaşım, kullanmıyorum! Bu kimi, neden ilgilendiriyor? Çıt yok. Neden olsun? Herkes kapısını çektiği gibi, bambaşka bir dünyanın içinde buluyor kendini. Pekiyi, neden bugün tüm bunları sorgulama gereği duydum dersiniz? Tabii ki de zürafalar yüzünden!

Ah, dün ne de güzel izliyordum. 'Zarif mi zarif, ne de güzeller!' diyordum. Tam hayran hayran bakıyordum ekrana, birden başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Güzelim ekran birden karardı. Çünkü yine kin ve öfke dolu suratlar belirdi ekranda. Sinirim bozuldu, çıktım gittim olduğum yerden. Zaten bir yerlere misafir olarak gitmekten de nefret ediyorum! Bu işin esprisi filan değil! Çünkü ne yazık ki artık zürafalar dışında ekranda gördüğüm, gözümün iliştiği her şeye karşıyım. İnanın, midem bulanıyor!

Bir de tüm bu saçmalıklara rağmen reyting olayı var. Ve beni benden alıyor. 'People Meter' adı verilen cihaz ile reyting hesapları yapılıyor. Yapılıyor yapılmasına da, sonuçlar ne derece tatmin edici ve doğrudur bilinmiyor. Ve gariptir hâlâ 1988 yılından bu yana aynı sistemi kullanıyoruz. Oysa ki araştırmacılar bu sistemin yeterlilik gösterdiğini, ama yine de daha iyi bir şekilde geliştirilebilir sistemin yapılabilmesinin gerekliliğinden dem vuruyor. Açıkcası; samimi bulmuyorum.

Bilmeyenler için; yanılmıyor isem araba teybi büyüklüğünde bir şey idi. Cihaz televizyona bağlanıyor, bir de özel kumandası var. Örneğin; kumanda üzerinde herkesin bir tuşu var. Televizyon açıldığı gibi kumanda odadaki bireylerin varlığını teyit amaçlı olarak minibüs kültüründen de izler taşır bir biçimde elden ele dolaşıyor. Herkes tuşluyor. Bir garip içtima! Cihazda bunu hafızasına kaydediyor. Ev babası Gençlerbirliği - Beşiktaş maçını izlediği vakit, durumdan hoşnut olmayan ev hanımı, basıyor tuşuna ve odayı terk ediyor. O an gıcırdayan kapı ardından evin genç hanımı beliriyor. Yeni sürdüğü ojeler henüz kurumadığı için 'ya babişŞşŞş, tuşa basar mısın?' diyor. Ev babası isteğini yerine getiriyor mu, getirmiyor mu bilinmiyor. Velhasıl; böyle saçma bir düzen. Hiç düşünmüyorlar bu genç hanım ojesini mi sürsün, kumandayı eline alıp tuşa mı bassın? Ya bu adamcağız maçı mı izlesin, holiganlık mı yapsın, çayını mı yudumlasın? Kısacası; iki bin denek bu şekilde evlerinde azap çekiyorlar. Evde bile rahat yok kardeşim!

Yani düşünmüyorlar mıdır dersiniz; şöyle güzel bir sistem kursalar; mikroçip konsa her televizyona. Efendime söyleyeyim; GPS gibi bir şeyler üretilse, program akışınlarına kontrol edecek bir sistem kurulsa, kronometre olsa mesela; bir programda kaç dakika izlenme payı olduğu hesaplansa vesaire. Yani, ne bileyim. Yapsanıza bir şey ya hu! Tabii, ancak biz geveleyip durayım, biri oradan çıkıp 'ya!' ya da 'ha!' deyip duracaktır. Yemin ile içim şişti!

Ki herkes hoşnut gibi. Neden olmasın ki? Para her ne olur ise olsun akıyor. Medya patronları göbek deliğinde biriken pamukları gökdelenlerden aşağı fırlatıyor. Beş geliyor, on gidiyor. Reklamlar, ürün yerleştirmeleri, ürün yerleştireyim der iken başka bir şekilde yerleştirmeler. Bilmem neler, öhömler, gıcık tutmalar! Sizi hiç tutmuyor mu? Çünkü 'sırtımızı bir güzel sıvazlayıp, boğazımızı bir güzel sıkıyorlar!' diyecektim ki, bir anda aklıma Basın İlan Kurumu geldi. Hoş gelmiş, saygılar. Kravatı gevşetmeyi unutmuşum da, ondan tüm bunlar.