‘’Egemenlik, uğruna ölünecek Leyla değildir…’’  ( K.K.T.C 2’nci Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat)

 Yazımın içeriğine 2008 yılında yeniden başlayan Kıbrıs Müzakereleri sürecinde, K.K.T.C 2’nci Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın yol arkadaşı ve yoldaşı ve o dönemin Rum lideri Hristofyas ile yapmış olduğu görüşmelerde; ‘tek egemenlik, tek devlet ve tek millet’ söylemlerine karşı görüşü sorulduğunda vermiş olduğu, ‘egemenlik uğruna ölünecek Leyla değildir!’ yanıtı ile başladım.
 Çünkü bu beş kelimelik cümle dahi, CTP misyonunu temsil eden, taşıyan ve savunan siyasilerin, adanın yarı buçuğunu temsil eden Güney Rum kesiminin en büyük siyasi partisi olan Akel yöneticileri ile hangi zeminde buluştuklarını açıklayan en önemli kriterdir.
 CTP iktidarının Kıbrıs müzakerelerinin yürütüldüğü 2008-2012 yılları arasındaki bu süreçte; Kıbrıs Türk Halkının tarihi kazanımlarını, ‘Birleşik Kıbrıs’ hedefine giden yolda nasıl görmezden gelip, gözden çıkardıkları,
 Dönemin başbakanı Ferdi Sabit Soyer’in, parti kongrelerinde dahi istiklal marşımız yerine ‘çav-bella’nın’ söylenmesine müsaade etmesi,
Ay yıldızlı bayrağımızın parti kongresinde olmayışına göz yumması, Rum mevkidaşı ile aynı masanın etrafında toplandığında, toplantı odasında K.K.T.C bayrağını istemeyen mevkidaşının bu talebini yerine getirişi,
Annan planı öncesi ve sonrasında Kıbrıs Türk Halkına verilen sözlerin, yapılan vaatlerin neler olduğu, bu vaatleri kimlerin verdiği?
 K.K.T.C sokaklarında AB bayraklarıyla, ne idüğü belirsiz paçavraları sallayan ‘yes be annemcileri’ kimlerin organize ettiği?
 KTÖS’çülerin, Şener Elçil’lerin, Baraka’cıların, Afrikacıların v.b Rum işbirlikçisi, teslimiyetçi sivil toplum kuruluşlarıyla kankaların!
 Türkiye ve Türk askerine işgalci diyerek, Türkiye’nin garantörlüğünü istemeyen, Kıbrıs Türk Halkına azınlık haklarını layık gören, bu fikir yapılarıyla; aynı çatı altında faaliyet gösteren, aynı ses ve görüşe sahip pek çok ayrık otunun hangi eylemler ve söylemler içinde olduğu unutulmuş değildir.
  Ama tarihin akışını tersine çevirmeye ise; kimsenin gücü yetmez. Çünkü çevirmeye çalışanlar, başlarını tarihe çarparlar.
 Yukarıda yaşanan tarihi gerçeklere baktığımızda; 1968 yılından beri süregelen Kıbrıs müzakerelerinin, günümüze yansıyan sürecinde; K.K.T.C’de iktidarda olan CTP ve BG iktidarının ve hükümetinin Başbakanı Yorgancıoğlunun da,  bu süreçte Kıbrıs Milli Davamızın kazanımlarını savunan, adada iki ayrı millet ve devletin var olduğunu, ‘egemenliğin ise; kayıtsız şartsız Kıbrıs Türk Halkına’ ait olduğunu savunması ve söylemleri beklenemez!
 K.K.T.C’de yakın gelecekte, hem yerel ve hem de genel seçimler yapılacaktır. Sonrasında ise; Cumhurbaşkanlığı seçimi gündeme gelecektir.
 Bu kritik sürece baktığımızda; Kıbrıs Milli Davamızı ulusal değerlerimize göre savunma misyonunu üstlenmiş olan UBP ve DP’nin yerel seçimler öncesinde yapmış oldukları güç birliği ve ortak aday çıkarmaları önemli bir gelişmedir. Umarım, genel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde de aynı birliktelik sergilenir.
 Ancak bu noktada vurgulanması, altının çizilmesi gereken önemli bir husus da vardır ki! Kıbrıs Milli Davamızın Lideri, Can Liderim Rahmetli Sayın Denktaş Bey’in de eleştirdiği ve dikkat çektiği KTFF Başkanı Hasan Sertoğlunun KOP çatısı altına girmesi yönünde yapmış olduğu müracaat, atmış olduğu imza ve bu teslimiyeti hala savunması, kendisini bu hususta eleştirenlere vermiş olduğu yanıtlarda unutulmuş değildir!
 O nedenle KKTC’yi görmezden gelenlerle kol, kola girmiş bu şahsın; UBP ve DP tarafından Lefkoşa Türk Belediyesi (LTB) Başkanı adayı gösterilmesi ne kadar kabul görebilir? Bu zat, eğer Belediye Başkanı seçilirse;  LTB’ni, Rum Belediyesi çatısı altına sokmayacağı garanti midir?
 UBP ve DP işbirliğini yapanlar, Lefkoşa gibi önemli bir belediye için aday göstermiş olduğu bu zatı, kendi ulusalcı tabanına nasıl açıklayacak? Onlardan nasıl oy talep edecektir?
  Anavatan Türkiye’de bu dönemde yaşananlar, seçim sath-ı mailine girmiş olduğu süreç, yaşanan türlü olumsuzluklarla ilgili olarak dış dünyada yapılan değerlendirmeler, hepimizin malumudur.
 K.K.T.C; bu coğrafyada kurulan son Türk Devletidir. Bu devletin bedeli, vatan evlatlarının canları ve kanlarıyla ödenmiştir.
 Kimilerinin görmezden gelmeye devam ettiği bu devlet, 1983 yılından beri dimdik ayakta durmaya, göndere çekilen, dağına taşına kazınan milli ve devlet bayrakları; bu gerçeği görmezden gelenlere ve Rumlara inat dalgalanmaya ve ışıldamaya devam etmektedir.
 K.K.T.C Türkiye’nin Doğu Akdeniz’e ve uluslararası sulara açılan tek penceresidir. ABD, İngiltere, Rusya ve son dönemde de AB’nin Kıbrıs adası üzerinde daima siyasi-stratejik emelleri olmuştur, olmaya da devam edecektir.
 Ancak Kıbrıs adası; hem bu adada 1571’den beri var olan ve tarihin hiçbir döneminde Rum tarafına diz çökmeyen Kıbrıs Türk’ünün ve hem de jeopolitik ve stratejik konumu nedeniyle de, Türk Milletinin vazgeçmeyeceği bir vatan toprağıdır.
 İşte bu gerçek, günümüzde süregelen müzakerelerde göz ardı edilemeyecek kadar önemli olduğu gibi. Önümüzde ki dönemde K.K.T.C’de yapılacak her üç seçimde de, Kıbrıs Türk Halkı için hayati öneme haiz bir dönemin yaşanmasına neden olacaktır.
 O nedenle, Türkiye’de 2002’de iktidara gelen AKP’nin Kıbrıs konusundaki siyasi tercihlerini bir kez daha hatırlamak, özellikle 2004 yılındaki referandum sürecinde Annan planı öncesi ve sonrasında yaşananları unutmadan, 2008 de başlayan Kıbrıs müzakerelerini yürüten ve bu süreçte Kıbrıs Türk Halkının neredeyse tüm kazanımlarını görmezden gelenleri hatırlayalım istedim.
 ‘Lokmacı Barikatının’ açıldığı o günlerde; kimilerinin Rum tarafına geçerek, çocukluğunda tadı damağında kalan ünlü dondurmacı Herakles’in Rum dondurmasını tadarken, K.K.T.C’deki mis gibi Maraş dondurmasını yok saydıklarını,
 ‘Markos Dragos meydanında’ elindeki el bombasını ‘yiğitler burcuna’ atacakmış gibi duran ‘EOKA Çetecisinin’ kahramanlık anıtını! Görmezden gelerek, K.K.T.C’de ki pek çok kavşakta mevcut şehitlerimizin anıtlarını, onların sokaklarımıza ve caddelerimize verilen isimlerini eleştirenleri,
 Rum kesimi sokaklarına, yıllar boyunca Kıbrıs Türkünü katleden EOKA’cıların isimlerinin verildiğini ve bu canilerin hala kahraman gibi anıldıklarını unutanları,
  Lefkoşa kumsal mevkiinde bulunan, Dr. Nihat İlhan’ın eşi ve çocuklarının Rum E.O.K.A’cıları tarafından kahpece katledildikleri o evin girişindeki ‘barbarlık müzesi’ levhasına dahi tahammül edemeyen siyasileri!
  2005 yılında bu çetecilere 50’nci yıl madalyalarının dağıtıldığını görmezden gelenleri, o dönemde K.K.T.C Milli Eğitim Bakanı olan kişinin, K.K.T.C’deki tarih sayfalarından milli tarihimizi adeta kazıyarak, sanki bu adada hiç atalarımız yaşamamış ve yakın tarihimiz yokmuşçasına bir sürü papazın resimlerinin ve hayat hikâyelerinin yazıldığını;
 Hatırlatmak istedim.
 Kanaatim odur ki! K.K.T.C’de yapılacak bu üç önemli seçimde kimi Rum işbirlikçileri, kimi teslimiyetçiler, bilinen ‘Birleşik Kıbrıs Hayalperestleri’ bazı mevki ve makamlara yeniden aday olacaklardır.
 İşte o zaman; unutmadığımız/unutulmayan o teslimiyet süreçlerine bir kez daha bakmak gerekir, diye düşünüyorum.
 Çünkü ‘zaman en adil yargıçtır’…