Günümüzün siyasi söylemleri ile 92 yıllık cumhuriyet tarihimizin son on yılını temel alarak, geride kalan dönemde yapılanları yok saymak; alınan mesafeleri görmezden gelmek, başarıları küçümsemek, özellikle cumhuriyetin ilk on yılında yoktan var edilenlerle alay dahi ederek. Cumhuriyet dönemine, kimilerince fetret (kargaşa) tanımlanmasının yapılması,  büyük bir haksızlık, tarihi gerçekleri yok saymak demektir.

Son dönemde AB, BM, NATO ve neredeyse sınır komşularımızın tamamı ile kavgalı olan Türkiye; aslında 29 Ekim 1923 sonrasında Atatürk’ün başarıyla uyguladığı, ‘Yurtta Sulh, Cihanda Sulh’ politikasıyla dış ilişkilerimize ‘’başarı’’damgasını vurmuştur.

 Bu gün ise bu başarılı dönemden, ‘stratejik yalnızlığa’ itilmiş bir ülke görüntümüz oluşmuştur.

 Laik Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan sonra geçen ilk on yıl ve sonrasında yoktan var edilen sanayi hamleleri ile öz varlığımızı güçlendiren cumhuriyetimizin ekonomik kazanımları; 2002 yılından beri yönetenlerce; özel sektöre ve yabancı kuruluşlara özelleştirme adı altında satıla, satıla bitirilememiştir!

 Günümüzde yarattıkları tüketici odaklı ve tamamen dışa bağımlı ekonomi ile sanayileşmenin bir tarafa bırakıldığı, tarımsal üretimde dünyanın kendi kendine yeten beş ülkesinden biri konumundan, bu ürünleri ithal eden ülke konumuna itilen. Yeşil alanların yerini yolların, gökdelenlerin, AVM’lerin aldığı, bazı alt yapı çalışmalarıyla ekonomik başarı kazanılıyor izleniminin verildiği ama bunun yanı sıra, OECD ülkeleri arasında tüm ekonomik göstergelere göre uzak ara sonuncu gösterilen.

 ‘The Economist Dergisi’ araştırmalarına göre riskli ülkeler arasında günümüzde ilk sırada yer alırken, ekonomik başarı övgüleri yazdırılan Türkiye!

 Uygulanan yanlış dış politikalar sonucunda batıya dönük yüzümüzde kısa sürede yitirilmiş dış saygınlığa yuvarlandığımız,

AİHM ‘de insan hakları ihlalleriyle en çok ceza alan ülkeler arasında ilk sıralara yerleşen, dış borcu 400 milyar USD’ ye yaklaşan, işsizlik oranı ikili rakamları zorlayan;

 Eğitimde kargaşanın olduğu, ilim ve bilimin görmezden gelindiği, sanatın içine tükürüldüğü, yargının adalet terazisinde arandığı, kadın haklarının giderek azaldığı,

 Yaşam alanımızın neredeyse her yanına müdahale edilen, polis korkusuyla yaşanan, onlar ve bizler denerek toplumun kutuplaşmaya itildiği ve saymakla bitmeyecek türlü olumsuzlukların yaşandığı ülkem…

 Ve bu yaşananların pek çoğunu göstermeyen dile getirmeyen, yazmayan yandaş basın, yandaş kalemler..!

 Ama unutulmasın ki, bu tarihi gerçekleri tarihin şaşmaz kalemi yazmaktadır.

 Tıpkı son dönemde; ‘Balyoz Davası’ sonucunda ceza alan komutanların yakınlarının her cumartesi günü ‘sessiz çığlıklarını’ duymazdan gelenleri,

27 Mayıs 1995’den beri her cumartesi günü istiklal caddesinde toplanan yakınlarını kaybeden ‘cumartesi annelerinin’ acılarını görmezden gelenleri,

28 Aralık 2011 tarihinde ‘Uludere’de uçaklarımızın bombalaması sonucunda ölen 35 vatandaşımızın’ analarının yüreklerindeki acıların feryatlarının duyulmadığı, ‘Gezi parkı eylemlerinde’ sırf demokratik tepkisel haklarını kullananların maruz kaldığı şiddet sonucunda hayatını, gözünü, bacağını kaybedenleri yazdığı /yazacağı gibi…

 Bilinmelidir ki:

 Ülkemizin her karışının bedeli Türk Milletinin kanı ve canı ile ödenmiştir, hiç kimseye ve hiçbir devlete borcu yoktur. Birlik ve beraberliğimiz devletimizin en büyük gücü olup; 90 yıllık cumhuriyetimiz, hepimize anamızın ak sütü gibi helaldir.

 Bu ülke bir kan çanağının içinde doğmuştur. Bu gerçeğin en çarpıcı görüntüsü Çanakkale’de yatan 250 bin vatan evladıdır.

 Şehitliklerimizde Türk’üyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla, Boşnak’ıyla, Gürcü’süyle, Alevi’siyle, Sünni’siyle koyun koyuna yatan ecdadımızın bu görüntüsü; günümüzün Türkiye’sine çok şey anlatmaktadır.

 Bu görüntüye bakarak; Türkiye Cumhuriyeti Devletinin nasıl kurulduğunu, bu kimliklerimizle kenetlenerek, ‘Türk Milleti’ kavramının nasıl oluştuğu/oluşturulduğu gerçeği asla unutulmamalıdır.

 İşte bu tarihi gerçekler, değiştirilemez / dönüştürülemez. Tıpkı Laik Cumhuriyetimizi özümsemiş, benimsemiş milyonların beyinlerine, kalplerine kazınmış Atatürk ilke ve inkılâplarının, devletimizin temel niteliklerinin, ‘Türk Ulusunun’ milli değerlerinin değiştirilemeyeceği / dönüştürülemeyeceği gibi.