İşte bu güçlü birlikteliğin yok edilmesine yönelik tüm gayretler; kimi açılımlar, bizi bizden ayırmaya yönelik dönüşümler; tarihten gelen birlikteliğimiz, vatan topraklarımıza ve ay yıldızlı bayrağımıza olan sevdamız ama her şey den önemlisi milletimizin sağduyusu karşısında; hiçbir zaman başarıya ulaşamamış yine ulaşamayacaktır.

Türk Milleti kazanmış olduğu istiklali uğruna, topyekûn mücadele etmiş; Anadolu topraklarını işgalci çizmeleriyle kirleten düşmanını, bizi arkamızdan hançerlemek adına düşmanla birlikte hareket eden kimi ihanet çetelerini canı ve kanı pahasına mağlup etmiş, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde denize dökmüştür.

Bu gerçek, Cumhuriyet tarihimize ve vatan bellediğimiz bu aziz topraklara Milletimizin canı ve kanı pahasına yazılmıştır. Hiçbir neden uğruna bugüne değin değişmemiştir bundan sonra da değişmeyecektir…

Ülkemizin son 13 yılına damgasını vuran yaşanmışlıkların özeti ve milletimize ulusal kimlik kazandıran, unutulmaması gereken tarihi gerçek:

‘’Bahseder gerçi duyanlar, o onulmaz yaradan / Derler ki: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük / Budur âlemde hudutsuz ve hazin öksüzlük.’’ ( Yahya Kemal Beyatlı )

29 Ekim 1923’de ilan edilen Laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 30 Ekim 1918 mütarekesi ile teslim alınmak istenen milletimizin emperyalist ülkelere vermiş olduğu en çarpıcı cevaptır.

24 Temmuz 1923 Lozan antlaşması ile taçlanan bu cevap, o günden bu yana Türk Milletinin mührünü taşır.

Kimilerinin isimlerini anmaktan özellikle kaçındığı, küçümsemeye çalıştığı Büyük Önderimiz Atatürk, en yakın dava arkadaşı İnönü ve bağımsızlık sevdasına inanmış diğer yol arkadaşları, cumhuriyetimizin temellerini atmışlardır.

Bu temelin inşasında; Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve dava arkadaşlarının Türk Milletine olan sarsılmaz inançları, Şehitlerimizin kan ve can bedeli, Gazilerimizin fedakârlıkları, milletçe maddi ve manevi özverilerimiz vardır.

Bu meşakkatli süreçte ecdadımız; yaşadığımız coğrafyayı, son ata yurdumuzu, bir kan çanağı içinde oluşturmuşlardır.

92 yıldır dimdik ayakta duran bu cumhuriyet, Atatürk ilke ve inkılâplarıyla kök salmış, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda kısa zamanda büyük başarılara imza atılmış, devletimiz uluslararası arenada hak etmiş olduğu saygınlığa kavuşmuştur.

Ardımızda kalan ve neredeyse yüz yılı bulan bu süreci, en iyi tarihin gerçek sayfaları anlatır.

Ama gelin görün ki, Türkiye’nin bugünkü görüntüsü; bilinen uygulamalarıyla, ‘Laik Cumhuriyet’ olma özelliğini kaybetme tehlikesiyle ile karşı, karşıyadır.

Demokratikleşme adına ortaya konulan açılım paketlerinin, ülkemize neredeyse 40 yıldır kan kusturan terör belasını ortadan kaldıracağız denilerek, terörist başı İmralı canisi ve P.K.K yılanının başı ile başlatılan görüşmelerin ülke bütünlüğünü tehdit eder boyutlara ulaşması;

Anayasa mahkemesinden çıkan hükmü olan ama uygulaması olmayan türbanın kamuda ki, uygulama kararı;

Milletimizi tarif eden ‘Andımızın’ kaldırılması/silinmesi,

Ulusalcılığın/milliyetçiliğin neredeyse kabahat olması; ülkemizde gerçekleştirilmeye çalışılan ‘sessiz devrimin’ en son halkaları olmuştur..!

Aslında bu süreç;

BOP’ un eş başkanıyım diyerek, ABD’nin orta doğuyu yeniden yapılandırmasında başrol alanların; yıllar önce Diyarbakır meydanlarında dile getirmiş oldukları alt kimlik, üst kimlik söylemleri ile başlamıştı…

Tarihin şu gerçeği asla unutulmamalıdır:

 92 yıl önce Demokratik, Laik ve Sosyal bir hukuk Devleti olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti; 29 Ekim 1923’de Osmanlı’nın her yerinden gelen temsilcilerin vermiş olduğu karar ile oluşturuldu.

Yüce Atatürk’ün tabiriyle yaşadığımız coğrafya, son yurdumuzdur. Bu yurdun bir kuruluş tarihi vardır. Bu tarih, Büyük Türk Milletinin bu topraklarda nasıl var olduğunu anlatır. Bu varlığın içinde Osmanlı da vardır, ondan öncesi de. Ta ki, anayurdumuz Orta Asya’ya kadar…

 Laik Türkiye Cumhuriyeti, Sevr’e rağmen bir devlet kurma iradesini gösteren Türk Milletine aittir. Kim ne derse desin, ‘’Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran Türkiye Halkına Türk Milleti denir.’’ Anayasamızın 66’ncı maddesi de buna amirdir ve bu tarihi bir gerçektir.

 Devletimizin bir hafızası vardır. Bu hafızanın içerisinde yaşanmış tarihi gerçekler yatar. Bu gerçekleri yok sayanlar, başlarını tarihin gerçek sayfalarına çarparlar.