... Dünden devam


Öylesine nazik, öylesine öğretici ve öylesine bilgi doluydu ki, onun yanında geçen zamana unutamayacağım anılar sığdırarak, böylesine tarihe mal olmuş bir devlet adamının çok yakınında bulunabildiğim için kendimi çok şanslı addediyorum
Kıbrıs konusunda kendisinden öğrendiğim doğruları, Kıbrıs Milli Davamıza damgasını vuran olayları; tarihe yazan ve tarihe mal olmuş bir ‘Türk Büyüğünden’ dinlediğim için can liderimle birlikte geçirdiğim yılları, bu süreçten bana kalan anıları,  ömrümün en önemli, en değerli kazanımı olarak görüyorum.
Unutulmasın ki, Kıbrıs adası elimizden kayıp gitmemiş, hala üzerinde ay yıldızlı bayraklarımız şan ve şerefle dalgalanıyorsa; Kıbrıs Türk Halkı adada özgür ve bağımsız bir devlet olgusu içinde yaşayabiliyor ise; bu milli ve ulvi değerleri:  
Öncelikle bu uğurda hayatlarını seve, seve feda eden şehitlerimize, 50’li yıllardan son nefeslerine kadar, Kıbrıs’taki tarihsel ve hukuki kazanımlarımız için yılmadan çalışan, çabalayan; tarihin hiçbir döneminde Rum tarafına diz çökmeyen, daima anavatanları Türkiye’ye ve Türk Milletine güvenen Kıbrıs Davasının simge isimleri; Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Raif Denktaş ve dava arkadaşlarına, bu uzun süreçte Kıbrıs Konusunu Türk Ulusunun vazgeçilmez en önemli sorunu olarak gören, bu konuyu milli menfaatlerimize uygun bir şekilde her platformda yılmadan savunan siyasetçilerimize ama hepsinden de önemlisi;
Yüce Türk Milletine ve onun ayrılmaz parçası Kıbrıs Türk Halkına borçluyuz.
Vatan onlara minnettardır.
Denktaş’ın vefatı o tarihte beni öylesine etkilemişti ki, sanki öz babamı kaybetmiştim. Çünkü özellikle kendisiyle, aktif siyaset hayatını bıraktıktan sonra aramızda çok önemli bir güven, sıkı bir dostluk bağı oluşmuştu.
Değerli Cumhurbaşkanımın etrafında çok insan vardı. Kimileri dava arkadaşları, kimileri onun adından istifade ile bir takım talep peşinde olan siyasetçiler, kimileri onun engin deneyim ve bilgilerini öğrenmek isteyenler, kimileri sanat çevresinden, kimileri dış dünyadan, kimileri gazeteci ve yazar ama en çok da gençler…
Can liderim Denktaş ise; özellikle gençleri çevresinde gördüğünde gözleri parlar, adeta onlarla gençleşirdi. Yanına gelen herkese istedikleri konuda yardım etmeye çalışır, hiç kimseyi geri çevirmezdi. Çünkü O öncelikle mükemmel bir insan, sonrasında da kendini savunduğu davasına adamış büyük bir liderdi.
Ve mükemmel bir aile reisi, sevgi dolu bir eş, davası uğruna çocuklarına yeterince zaman ayıramadığının hüznünü, acısını kalbinde hisseden, taşıyan çok iyi bir baba; ( ki, bunun en yakın ve canlı tanığı olmuş, ‘27 Aralık 1985 tarihinde adada yaşanan bir trafik kazasında (bu kazanın oluş şekli üzerine çok yorum yapılmış, kanıtlanamayan pek çok şey ortaya atılmıştır!’ Bu kazada kaybettiği büyük oğlu Sevgili Raif Denktaş’ı; kaza sonrasında Lefkoşa Burhan Nalbantoğlu Hastanesine getirdiklerinde; görevim nedeniyle o tarihte orada bulunan ben; rahmetli Denktaş ve Değerli Eşi Aydın Hanımın çektiği o acılı saatlerin canlı tanığı olmuştum. Çünkü o zaman kesitinde Lefkoşa Merkez Komutanı olarak aldığım emir gereğince; KTBK Komutanını (E.Korgeneral Sabahattin Akıncı) temsilen Değerli Cumhurbaşkanımın yanında, yanı başında olmuştum. Allah hiç kimseye evlat acısını tattırmasın…) kısacası insan olabilmenin tüm üstün niteliklerini kendisinde toplamış bir faniydi…
Cumhurbaşkanlığı görevini bırakıp da, aktif siyaset arenasından çekildikten sonra, herkes onun bir kenara çekilip, emeklilik dönemi yaşayacağını sanmıştı!
Ama o sevdalısı olduğu bu topraklarda bir devlet kurmuş, Kıbrıs adasının yakın tarihini yazmış, halkının özgürce yaşam hakkı için inançla direnmiş mücadele etmiş, bu uğurda ölmek pahasına yola çıkmış bir dava adamıydı.
Ona göre yapılacak daha çok şey vardı.
17 Nisan 2005 tarihinde Cumhurbaşkanlığı görevini bıraktıktan sonra, kendisine refakat eden birkaç kişilik çalışma arkadaşıyla birlikte, Lefkoşa Köşklü Çiftlikteki çalışma ofisinde başlayacağı yeni çalışma sürecinde; bilge kişiliğinden taşan tarihsel doğruları; öncelikle kendi halkıyla, sonrasında ise; Türk Milletiyle paylaşmaya devam edecekti…

Devam edecek...