...dünden devam
‘’Doğal afetin/katliamın adı, Sel:
Ne yazık ki, 10 – 15 dakikalık yağmurların, koca şehirleri teslim aldığı bir ülkede yaşıyoruz. Bir yağmur yağıyor, en büyük kentlerde onlarca insan ölüyor. Bir yağmur yağıyor, kırsal alanda bir beldeyi yerle bir ediyor.
Hatırlayınız! Sağanak yağışlarda caddeleri, yolları adeta nehirlere dönüşen, caddeleriyle deniz kıyılarının birleştiği İstanbul manzaralarını…
Son birkaç yılın hatırlattıklarına bakın! Senirkent, Bartın, Alibeyköy, Yamanlar, Beştepe…
Liste uzayıp gidiyor. Her birinde onlarca ölüsü, kaybı var geride kalan…
Deprem sonrasında neyse, seller sonrasında da aynı tablo yaşanıyor.
En çok Batı Karadeniz’le Akdeniz’i etkileyen seller sonrasında gazete başlıkları hep şunları söylüyor:
‘Köprüler yıkıldı’, ‘Yollar çöktü’, ‘Koskoca asfalt kâğıt gibi yırtıldı’, ‘Binlerce kişi çatılarda mahsur’ , ‘Sel tüm iletişimi öldürdü’…
Köprünüzün, apartmanınızın çimentosundan çalınmışsa! Ha deprem, ha sel yıkıp götürüyor. Sisteminiz sağlam değilse, iletişim kalmıyor.
Ve biz afet sonrasında hep aynı şeyleri yaşıyoruz.
Son dönemde yaşanan en önemli sel felaketi Trakya ve İstanbul’a can ve mal kaybı vermişti. 8-9 Eylül 2009 tarihinde…
Trakya ve İstanbul’u etkisi altına alan aşırı sağanak yağış sonrasında;
Tekirdağ’da 5, İstanbul’da 24 kişi hayatını kaybetti. Aşırı yağışlardan İstanbul’un özellikle Çatalca, Silivri ve İki Telli ilçeleri etkilendi.
Ülkemizde benzer bir sel felaketi de, 11 Eylül 1957’de Ankara’da yaşanmış. Dönemin gazeteleri, aşırı yağışların yanı sıra, Bent Deresinin de taşmasıyla birlikte; 3000 evi su basmış, 1000 kişinin hayatını kaybettiği belirtilmişti…’’
Hele, hele İstanbul’un Üsküdar ilçesinden yansıyan 2015 yılında gazete ve TV’lere yansıyan ve sağanak yağış sonrasında ortaya çıkan bir fotoğraf vardı ki! İnanılmaz bir görüntüydü! Çünkü Üsküdar meydanından sahile paralel geçen yol ile deniz birleşmiş, adeta insanlar denizin üzerinde yürüyen bir görüntüye bürünmüştü!
Neden mi? O süreçte yağan şiddetli yağış, yollar üzerinde gidecek kanal, mazgal deliği bulamadığından; denizle, karayı kucak, kucağa getirmişti de ondan..!
Ya bu kabul edilemez görüntüye neden olanlardan, bir ses, bir çözüm gelmiş miydi? İstanbul’un pek çok yerinde oluşan yağmur-göl manzaraları için bu büyük megapol’ü yönetenler bu akıl almaz görüntülere, insanların çektikleri çileye neden kalıcı bir çözüm bulmazlar/bulamazlardı? Hem de 13 yıldan beri İstanbul’u yönetip de, başarılı icraatlarıyla yeri, göğü inletirlerken…
‘’Yangınla oluşan felaketler:
Aslında hiç göze görünmez! Ciddi bir istatistiği bile yoktur! Ama hiç değişmeyen ‘felaketlerimizden’ biridir. Büyük can kaybına yol açan yangınlar, daha çok işyeri ve otel yangınlarıdır.
Şu veya bu nedenle yangın çıkabilir! Ama her yangın faciaya dönüşmek zorunda mıdır?’’
Günümüze baktığımızda; yangının olduğu yere varacak kahraman itfaiyecilerimiz, yangın söndürme donanımları vardır ama onları yangın bölgesine zamanında ulaştıracak yollarımız yeterli midir?
Yangın öncesinde; yangını önleyici sistemler, alarm cihazları, yangın söndürme malzemeleri kontrol edilmiş midir?
Kimi belediyeler, bütçesizlikten şikâyet edip, bünyesinde barındırdıkları itfaiye ekiplerini güçlendirmeye fırsat bulamadıklarını beyan ederken! Aynı belediyeler, sorumluluk bölgelerinde mevcut yaya kaldırımlarını pek çok kez değiştirerek, kimi çevreleri zenginleştirmeye devam edecekler midir?’’
Ya yaşadıkları çevre, kimilerince AVM’ler, çeşit, çeşit siteler, blok, blok apartmanlar ile kaplanırken; o belde de yaşayan insanlarımız, bu yapılaşmaya neden ses çıkarmaz? O bölgede yaşanacak bir yangında; yanan bölgeye ulaşacak yollar birer, birer işgal edilip, yok edilirken, bir gün bir yangın ile karşı karşıya kalıp, maddi ve manevi bedel ödediklerinde; çevrelerini kapsayan bu taş/rant işgaline ses çıkarmadıkları/çıkaramadıkları için hiç pişmanlık duymayacaklar mıdır?
devam edecek...