“Geçmişi ne kadar çok unutursak, geleceği korumak o kadar zor olur.’’
(Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK)
Türkiye 1974 yılında, Kıbrıs Türk Halkının Rumlar tarafından topluca katledilerek ortadan kaldırılmasını ve Kıbrıs adasının Yunanistan’a bağlanmasını önlemek amacıyla, uluslararası antlaşmalar gereğince garantörlük hakkını kullanarak adaya müdahale etmişti.
1950’li yılardan beri, Rumların adanın tamamını ele geçirmek yönünde atmış olduğu adımlar, haksız bir şekilde AB’ye üye yapılması, Kıbrıs sorununa çözüm bulunabilmesi amacıyla 1968 yılından beri yürütülen müzakereler sürecinde ortaya koydukları olumsuz tavırları, yakın tarihimizde Kıbrıs’ta yaşananlar, hepimizce bilinmektedir.
Tamamen hukuksuz bir biçimde AB’ye üye yapılan, Kıbrıs adasını ‘Enosis’ yoluyla ele geçirmekten hiçbir zaman vazgeçmeyen Rumlar, bu defa da, AİHM’de bu konuyla ilgili sözde bir başarıya daha imza atmaya muvaffak olmuşlardır!
Adanın yarı buçuğunu temsil Rum yönetimi, Türkiye’nin 1974’te Kıbrıs’ta gerçekleştirdiği askeri harekât sonrasında kaybolan Kıbrıslı Rumları, yerlerinden edilmiş kişilerin ikametgâh, mülkiyet ve seçim haklarının yok olduğunu gerekçe göstererek, 22 Kasım 1994’te Strasbourg Mahkemesine başvurmuştu.
Bu başvuruda; 1974 harekâtıyla, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin birçok maddesinin sürekli ihlal edildiği savunularak, 1974 sonrası 1491 Rum’un hala kayıp olduğu, 211 bin Rum’un da yerlerinden edildiği belirtilmişti
Rum tarafının yapmış olduğu bu başvuru, 1996’da kabul edilebilir bulunmuş, 2001’de karara bağlanarak; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 11 değişik maddesinin, 14 noktada ihlal edildiğine hükmetmişti. Bu kararına gerekçe olarak da adanın kuzeyinin Türkiye’nin denetiminde olması gösterilmişti. O tarihte alınan kararın Rumlara ödenecek olan tazminatı ise; ileri bir tarihe ertelenmişti. Ama Rumlar bu kararın peşini bırakmamış, 2011’de AİHM’ye yeni bir başvuruda bulunmuştu.
İşte açılan bu dava sonuçlanmış olup, AİHM Türkiye’ye 2001 yılında vermiş olduğu tazminat cezasını karara bağlayarak; Rum tarafına 90 milyon Euro tazminat ödemeye mahkûm etmiştir..!
Daha önce de 1974, 1975 ve 1977 yıllarında Rumlar, Türkiye’ye karşı 3 devletlerarası dava açmış, ancak bu davalar, tazminata hükmedilmeden sonuçlanmıştı.
Şimdi bu davayı sonuçlandırarak, ülkemizi tazminat ödemeye mahkûm eden AİHM’nin kara cüppeli oldukları kadar, kara vicdanlı hâkimlerine aşağıda yaşanan tarihi gerçeği anlatarak seslenmek istiyorum:
Tarih 14 Ağustos 1974,
Yer Kıbrıs adası. Bölge Meserya Ovası
Olay: Kıbrıslı Türklerin Toplu katliamları…
Olayın cereyan ettiği yerler: Muratağa, Atlılar, Sandallar isimli Türk Köyleri.
Ve yaşanan o olay:
‘’ Çevreden silah sesleri giderek yoğunlaşmaya başlamıştı! Kocası İsmail’i cepheye göndereli haftalar geçmiş ancak ondan hiçbir haber alamamıştı. Ama biliyordu ki, o kahraman erkeği özgürlük, vatan ve bayrak için, 16 günlük bebeği Selden için cephede idi… Silah sesleri iyice artmış, o çok iyi bildiği, tanıdığı sesler giderek yakından duyulmaya başlamıştı! Yıllardan beri Rum’un baskısını, mezalimini bilen ana yüreği yerinden fırlayacak gibiydi. Bu seslerin Rum çetecilerine, EOKA’cılara ait olduğunu çok iyi biliyordu. Başına gelecekleri hissetmiş gibi Selden bebeği ve diğer üç çocuğunu kanatlarının altına alarak sarmalamış, yan bina daha emniyetlidir diyerek oraya geçerek saklanmışlardı. Ancak Rumlar, onları ve diğer köylüleri bulmuşlar, köy meydanına toplamışlardı. Sonun başlangıcı görünmüştü! EOKA’cılara yalvardı, yalvardı… Boğazından kan gelinceye kadar feryat etti! Acı dolu çığlıkları ile inleyen Meserya ovası bile ana yüreğinin ne demek istediğini anlamıştı… Ama Rumlar anlamadılar, bu feryatlar Rum canilerinin umurunda bile değildi çünkü… Ve o gün, insanlık tarihinin en acımasızlığını yaşadı o topraklar. Rum çeteleri; bebek, çocuk, yaşlı, genç demeden orada açmış oldukları çukurun içine; bu insanlarımızı acımasızca diri, diri toprağa gömdüler. Selden bebek daha 16 günlüktü, annesi ve üç kardeşiyle birlikte oracıkta şehit düştü, Rumlar tarafından katledildiler…’’ (Bu üç köyün o tarihte toplam nüfusu 248 kişiydi. Rumlar; en küçüğü 16 günlük, en yaşlısı 95 yaşında olan bu insanların 126’sını, sadece Türk oldukları için acımasızca katlettiler, 89’unu toplu mezara gömdüler. Bk. ‘Tarihten Gelen Çığlık’ isimli kitabım.)
Yukarıda yaşanan bu gerçek; Kıbrıs Türk Halkına, Rumların ada da yapmış oldukları mezalimin en çarpıcı örneklerinden sadece bir tanesidir, bu olay da 1974’te gerçekleşmiştir.
1950’li yıllardan, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtına kadar geçen sürede; adada Kıbrıs Türk Halkına adeta kan kusturan Rumların; sadece 1963’ün Kanlı Noel’inde, bir gecede 103 Türk köyünü yakıp yıktıklarını, yüzlerce Kıbrıs Türk’ünü acımasızca öldürdüklerini, binlerce insanımızın, yerlerinden yurtlarından koparıldığını unutup AİHM’ye başvurmaları, bu mahkemede cüppeleri gibi kara vicdanlı Avrupalı hâkimlerin, yaşanan bu gerçekleri görmezden gelerek; Türkiye’yi Kıbrıs Harekâtı nedeniyle, Rumlara tazminat ödemeye mahkûm etmeleri; tarihi bir skandal olduğu kadar, en hafif tabiriyle densizliğin ta kendisidir.
Bugünlerde çözüm adına yürütülen müzakerelerde, ülkemizin gösterdiği tüm iyi niyet çabalarına rağmen, AİHM’nin böyle bir karara imza atması; Türkiye’nin bu konuyla ilgili olarak, psikolojik baskı altında tutulmasından başka bir şey değildir.
Kıbrıs konusunda bugüne kadar geçen süreçte; mağdur olan Kıbrıs Türk Halkı, mükâfatlandırılan ise; daima Kıbrıslı Rumlar olmuştur.
AİHM’nin almış olduğu bu karara karşı, Dışişleri Bakanı Sn. Davutoğlu, bir açıklama yaparak; kararın bağlayıcılığı olmadığı, zamanlamasını ise manidar olduğu, bizim için bir kıymeti bulunmadığı yönünde bir eleştiride bulunmuştur.
Bunun yanı sıra, Türkiye’yi temsilen AİHM’de bir dönem yargıçlık yapan Sn. Rıza Türmen’e göre; karar bağlayıcıdır ve Türkiye bu tazminatı ödeyecektir. Çünkü AB sözleşmesinin 46’ncı maddesine taraf olan bütün devletler, mahkeme kararlarını uygulamak zorundadır açıklamasını yapmıştır.
Şimdi bir de şu gerçeği hatırlayalım!
Kıbrıslı Rum Titina Loizidou; 1989 yılında, Türkiye aleyhine yaptığı bireysel başvuru ile 1974 harekâtından sonra Girne’de bulunan mülklerine el konulması ve mallarına ulaşamamasını AİHM’ye şikâyet ederek, Türkiye’den tazminat talebinde bulunmuş, mahkeme Türkiye’yi 1,3 milyon Euro tazminat ödemeye mahkûm etmiş, Türkiye’de bu tazminatı ödemek zorunda kalmıştı.
AİHM’nin almış olduğu bu son karar, aslında Türkiye’yi devletler hukuku anlamında ilk kez cezai bir uygulamayla karşı, karşıya bırakmıştır.
Ama bu kararın en önemli ve tenakuz içeren tarafı da şudur! Türkiye şu anda tanımadığı, ancak AB ile müzakereler süreci devam ederken, AB’ye üye bir ülkeye karşı tazminat ödemeye mahkûm edilmiştir!
AB müktesebatını imzalamış bulunan Türkiye; AİHM’nin bu kararını görmezden mi gelecek, uygulamayacaktır?
Bu kararın kabul edilmemesi demek; Türkiye’nin, Avrupa Konseyi Bakanlar komitesine şikâyetine ve hatta sonuçta AB üyelik sürecinin askıya alınmasına dahi sebep olabilecektir. Dışişleri Bakanlığımız tabii ki bu süreci çok iyi bilmektedir. Bundan sonra atılacak adım, bu nedenle çok önemlidir.
Bir tarafta; tarihi ve hukuki açıdan sonuna kadar haklı olduğumuz 1974 Kıbrıs Harekâtının bu güne olan yansıması, sonunda Kıbrıs Türk Halkının Rum’un mezaliminden kurtularak özgürlüğe kavuşması, 30 yıldan beri kendi kurduğu devletinde özgürce yaşaması gerçeği vardır.
Diğer tarafta ise; Rumların 1955 yılından beri adayı ele geçirmek adına Kıbrıs Türk tarafına yapmış oldukları baskılar, uyguladıkları toplu katliamlar ama tüm bu acı gerçeklerin yanı sıra, uluslararası camiayı da arkalarına alarak, AİHM’nin bu kararı gibi haksız ve hukuksuz pek çok yaptırımları vardır.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bu coğrafyadaki gücünü kimse sınamaya kalkmamalıdır. Ancak ülkemizin en başından bu güne değin tamamen haklı olduğu Kıbrıs konusunu ve bu konuda alınacak böylesi kararların yanlışlığını, uluslararası camiaya onların anlayacağı lisan ile anlatılması, ülkemizi yönetenlerin birinci önceliği olmalıdır.
Tarihin yazıldığı bazı defterler vardır ve o defterlere konu olan gerçekler, günü geldiğinde o tarihi yaşayan ve yaşatanlarca sorgulanır, sonuç alınır ve o defter bir daha açılmamak üzere kapanır…
Ama bazıları ise hep açık kalır! Hele, o defterin başında, ‘Kıbrıs Türk Halkına Uygulanmak İstenen Soykırım’ yazılı ise; bu insanlık suçunu işleyen Rumlar, uluslararası yargı karşısında değil hesap vermek, bugüne kadar Kıbrıs Türk Halkından özür dahi dilememişken, günümüzde AİHM’den böylesine hukuksuz bir karar çıkartabilmeyi başarmalarını da, iyice düşünmek ve sorgulamak gerekir.
Türkiye’yi böylesine ucube bir karar ile mahkûm eden yargıçlar, önce kendi ülkelerinin ardında bıraktıkları kirli ve karanlık tarih sayfalarına bakmalıdırlar!
Öncelikle Nazi Almanya’sında, Mussolini İtalya’sında, Fransa ve İngiliz Müstemlekelerinde yapılan katliamları sorgulamalı; yakın tarihimizde Bosna’da BM güçlerinin gözü önünde Srebrenitsa’da yapılan katliamlara seyirci kalan ülkelerini yargılamalı, Amerika’nın Kızılderililere ve Zencilere yaptıklarını da unutmamalıdırlar!
Bir cümle de Kıbrıs adasının yarı buçuğunda yaşayan Rumlara ve ardındaki Avrupa’nın şımarık çocuğu Yunanistan’a:
Kıbrıs’ta sadece Türk oldukları için katlettiğiniz binlerce insanımızın kan ve can bedelinin hesabını ya sizler vereceksiniz, ya da ardınızda bıraktığınız karanlık tarih sayfalarınız! Bu hesaptan kurtuluşunuz olmayacaktır. Bu gerçekleri siz unutsanız bile insanlık tarihi unutmayacaktır.
Ya sizler!
Yıllardır bu gerçeklere, yaşanan katliamlara sesiz kalan barış havarileri, batılı devletler! Duyuyor musunuz tarihin derinliklerinden gelen o acılı sesleri?
İnsan hakları ve evrensel hukukun temsilcileri,
Siz Hey: AİHM’nin Kara cüppelileri;
Hukukun üstünlüğü sadece sizin için mi geçerli?