İkinci doktoramı yaptığım “Uluslararası İlişkiler” dalındaki asıl uzmanlık sahalarımdan bir tanesi de Kıbrıslı Rumların ne düşündükleri, ne istedikleri, okullarında nasıl bir eğitim aldıkları, Kıbrıslı Rumların düşünce tarzı ve bunlardan oluşan Kıbrıs Rum Politikası ile siyasi hayatıdır. Zaten yıllardın getirdiği deneyim ile Kıbrıslı Rumların kafa yapılarını, hayal güçlerini ve ideallerini en az Rumlar kadar iyi biliyorum.

Kıbrıs Rum halkı müzakerelerin gidişatından memnun değil. Kıbrıs Rum halkının ikinci beyni olan Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi ise hiç memnun değil. Birkaç gün evvel Başpiskopos Hrisostomos acilen Sen Sinod Meclisini topladı ve gerekçeleri ile birlikte müzakereler sonrasında yapılacak referandumda “Hayır” oyu kullanılması kararını verdi.

Sen Sinod Meclisinin gerekçesi kendilerine göre çok doğru ve geçerli ama bana biraz ilginç, biraz da paranoyak geldi. Metropolitlerin hemfikir oldukları gerekçe bana Nasreddin Hoca’nın “Borcunu ödemek için yol kenarına dikenli çalı ekmesi” hikayesini hatırlattı.

Başpiskopos’un ve Metropolitlerin oy birliği ile hem fikir oldukları gerekçe basitçe ve özet olarak, müzakereleri yürüten Rum Lider Anastasiadis Türklere çok fazla taviz vermiş. Müzakereler sonrasında Kıbrıs’ta yaşayan her iki halkın yapılacak referandumda oylarının “Evet” olması durumunda kurulacak yeni Federal Devletin bir ayağını oluşturacak olan, -Rumların müzakerelerin ana dili olan İngilizcede kullanılan  “State” kelimesini İngilizceden Rumcaya çevirisinde algıladıkları şekli ile- “Kıbrıs Türk Eyaleti”, Türklerin algıladıkları şekli ile “Kıbrıs Türk Devleti”, statü olarak “Kıbrıs Rum Devleti/Eyaleti” ile eşit haklara sahip olacağından, bu gelişme Türkiye’nin ebediyen Kıbrıs adasına yerleşmesi demek olacakmış. Bu nedenle de Kıbrıslı Rumları yapılacak referandumda “Hayır” oyu kullanmalı ve Türkiye’yi adadan uzak tutmalıymışlar. 

Müzakereleri yürüten Kıbrıslı Rum lider Anastasiadis’e sadece Kıbrıs Ortodoks Kilisesi karşı çıksa ve taviz vermekle suçlasa neyse de, DISY dışında Kıbrıs Rum Meclisinde yer alan 7 parti de şu veya bu gerekçelerle Anastasiadis’e ve müzakerelerin gidişatına karşılar. Rum Meclis Başkanı Sizopulos, müzakere tutanaklarının tümümün kendisine verilmemesinden şikayetçi. Nasıl olsa iş Referanduma kadar giderse “Ne olup bittiğini işte o vakit okuyup son kararımızı ondan sonra vereceğiz” diyor ve “Türkler bizimle birlikte eşit haklara sahip olacaklarsa Hayır oyu kullanacağız” demekte.

Mecliste, DISY dışında geri kalan 7 siyasi partinin arasında en ılımlıları ve dünya üzerinde halen bu görüşü savunan birkaç Komünist partiden bir tanesi olan AKEL bile “Birleşik Kıbrıs” mantığını savunmasına rağmen halen tereddütte. Müzakereleri destekleyelim mi yoksa sabote mi edelim çelişkisi içinde gidip geliyor.

Rum halkı yıllardır siyasi liderleri tarafından “Tüm göçmenler evlerine geri dönecek” hayali ve vaadi ile kandırılmış. Günümüzde bu tanım “100 bin Rum iade edilecek topraklara geri dönecek, 60 bin Rum da Türk Eyaleti içindeki evlerine geri dönüp orada yaşayacak” oldu.
Olmasına oldu da, KKTC toprakları içinde ev almış, arsa alıp içinde ev yapmış, tarla alıp arsaya dönüştürmüş ve sonra da içine yollar yapıp konutlar inşa etmiş, dükkan alıp hayatını onun üstüne kurmuş, apartmanlar yapıp içine yerleşmiş ve bir kısmını da satmış, benzeri 1974 sonrasında şu veya bu şekilde mülk alıp geliştirmiş kişiler bunları geri vermek, bir daha göçmen olmak ve de hayatlarını yeni baştan kurarak sıfırdan başlamak istemiyorlar…    

Gerçekte Kıbrıs sorunundaki çözüm, 1923 yılında imzalanan Lozan Anlaşmasından sonra Türkiye ile Yunanistan arasında yapılan ve başarı ile uygulanmış olan “Mal Mübadelesinde” yatmaktadır. Rumlar son dakika “Biz tanınmış devletiz, Türkler tanınmamış devlettir. Biz onlarında yer alacağı 5’li bir konferansa katılmayız” diyerek caymazlarsa, Ekim ayında yapılacağı planlanan “5’li Konferans”ta bence sadece “Mal mübadelesi” konuşulmalı ve mutabakat olana kadar da sürmeli konferans…