Millet ve devletçe düze çıkmamız için cehalet / bilgisizlik ve cahillik denen müthiş ve dehşetli bataklığı kurutmamız gerekiyor.
     Millet ve devletçe düze çıkmamız için fakr / yoksulluk denen mütevahhiş yani korkutucu, ürkütücü ve yadırgatıcı kıraçları / verimsiz toprakları katetmemiz, geride bırakmamız gerekiyor.
     Millet ve devletçe düze çıkmamız, yâni muasır / çağdaş millet ve devletler seviye ve düzeyine yükselmemiz için, husumet / düşmanlık gibi gayet / son derece keyşer / sarp ve yalçın dağları aşmamız gerekiyor. Binaenaleyh, meyus ve ümitsiz olmaya gerek yok.
     Daha ne kadar bekleyeceğiz? Demeyi de bir kenara bırakmak lâzım.
     Hemen belirtelim ki, “Yeis (ümitsizlik, elem ve keder) acz (yâni güçsüzlük)den gelir. (Kaldı ki) yeis (umutsuzluk), mâni-i her-kemâldir (her türlü gelişme, terakkî ve ilerlemenin baş engelidir).” (Münazarat)
     Hamiyet / gayret ise, mâni ve engellerin şiddetine karşı; aynı şiddetle karşılarında sağlam durmaktır.
     Hemen hatırlatalım ki, “Çabuk ye'se (ümitsizliğe) inkılâp eden (dönüşen) hamiyet; hamiyet değildir.” (Münazarat)
     Fakat şu zaman; basit, geçersiz imkânsızlıkları mümkün ve olası kılıyor.
     Herşeye rağmen imkân dâhilinde olduğunu gösteriyor.
    
     Cehaleti, hemen yenmek istiyorsak; yâni bir an evvel düze çıkmayı arzuluyorsak; millet ve devletçe kendimize; bilgi, hüner ve ustalık yâni MARİFET'ten ve değer, meziyet, iman ve irfan itibarıyla olan yüksek dereceden yâni FAZİLET'ten bir demiryolu yapmalıyız.
     Ta ki Meşrutiyet / Cumhuriyet / Demokrasi denen; Millet Meclisi ile idare edilen bir devlet sistemi sayılan Mükemmellik Treni'ne binelim.
     Medeniyet / Medenîlik / Uygarlık da denilen Muhteşem Tren'e yerleşelim.
     Yanımıza aldığımız Terakkiyat / İlerleme / Gelişme tohumlarını da trene yükleyelim.
     Böylece kısa zamanda mâni ve engellerden kurtulup geçelim. İstenen hedefe varalım.
     Yolu, ne kadar çabuk açarsak; o nispette istenen maksuda ulaşmak, o derece kolaylaşacak ve çabuklaşacaktır.

     O hâlde “Efkârı (fikir ve düşünceleri) teşvîş eden (karıştıran) hürriyet ve meşrutiyeti (bugün demokrasiyi) takdir etmeyen kimlerdir?
     “Cehalet ağanın, inat efendinin, garaz beyin, intikam paşanın, taklit hazretlerinin, mösyö gevezeliğin taht-ı riyasetlerinde (reisliği ve başkanlığı altında), insan milletinden; menba-ı saadetimiz (mutluluk kaynağımız) olan meşvereti (işlerin görüşme yoluyla çözümlenmesini, yâni meclisi) inciten bir cemiyettir, (bir topluluktur).” (Münazarat)
     Demokrasi, medeniyet, terakkî ve ilerleme yolunda; şimdiye kadar gecikmemizin bir diğer sebebi de:
     Kendi cehaletimizin silâhıyla, asıl bizi mahv ve perişan eden husus; içimizdeki garip / tuhaf ve şaşılacak ad ve namlarla hükmünü icra etmekte ber-devam olan, sürdüren parça parça, çeşitli istibdatlardır ki, kanun ve nizama tabi olmıyan keyfî, baskıcı yönetim, zulüm ve tahakkümlerle hayatımızı zehirleyip duruyor.
     Fakat kabahat; o küçük istibdatların babası hükmünde olan resmiyetteki kanun boşluklarında, mevcut kanunları hafife alanların hafifliğinde, vurdumduymazlık içinde olup da, milleti hiçe sayanlardadır.
     Demek ki: “Bizim düşmanımız ve bizi mahveden; CEHALET ağa, oğlu ZARURET (çaresizlik, yoksulluk ve sıkıntı) efendi ve hafidi (torunu) HUSÛMET beydir.” (Münazarat)
     Evet “Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı sanat, marifet, ittifak silâhıyla cihat (etmeye devam) edeceğiz.” (Divan-ı Harb-i Örfî)