Kıbrıs Adası; BM, ABD, İngiltere ve AB Ülkeleri İçin Neden Önemlidir?
Öncelikle şu gerçeğin altını çizmek gerekir! Başını Amerika’nın çektiği emperyalist ülkeler ‘Arap Baharı’ adı altında Ortadoğu’da başlattıkları bölge halklarına daha çok özgürlük ve demokrasi adı altında bu bölgedeki ülkelerin işgal operasyonlarının önemli amaçları vardır.
Bu amaçların en öne çıkanları; bölgedeki petrol ve hidrokarbon yataklarına sahip olmak, kendilerine biat etmiş parça devletçikler oluşturmaktır.
Zaten bu nedenlerden dolayı Irak ve Libya işgal edilmiş, liderleri Saddam ve Kaddafi idam edilmiş, Suriye’de ki diktatör Esad’a karşı yürütülen operasyonlar bugünkü noktaya gelmiştir.
Emperyalizmin dünya imparatoru ABD’nin Ortadoğu’ya yeniden şekil vermesi, yıllar öncesinden planlamış olduğu BOP’nin (Büyük Ortadoğu Projesi) gereğidir.
Bu projeye göre Balkanlardan, Afrika’ya, Avrasya platosuna ve Ortadoğu’ya 22 ülkenin sınırları ve yönetimleri değişecektir.
Irak’ta, Suriye’de yapılan da budur. Onun için aynı soydan gelen, aynı dini, aynı kültürü paylaşan insanlar şu anda birbirlerini boğazlamaktadırlar!
Kıbrıs adasında ki, son duruma gelince;
Burada da emperyalist ülkeler yine kendi menfaatlerine uygun senaryolar uygulamak istemektedirler! Bu senaryolara göre Kıbrıs’ta hiçbir şekilde Kıbrıs Türk Halkı ayrı bir devletin sahibi olmamalıdır!
Bu adada Türkiye’nin ne kendisi olmalı, ne de Garantörlük hakkı bulunmalıdır! Çünkü adanın stratejik konumu itibariyle, Ortadoğu petrollerini ve Akdeniz’i kontrol altında bulundurması nedenleriyle Kıbrıs’ta tek bir devlet olmalı; bu devlet de, emperyalist çıkarlara biat etmiş ve Hıristiyan âleminin içinde bulunan Rum’lar olmalıdır.
Sonuç olarak;
Adada Kıbrıs Türk Halkının ve Türkiye’nin varlığı emperyalist çıkarlar önündeki en önemli engeldir. O nedenle Kıbrıs’ta; ‘’Birleşik Kıbrıs’’ çatısı altında tek devlet, tek egemenlik ve tek millet istenmektedir...
Bugün BM’in; başta ABD, İngiltere ve AB’nin desteğinde Rum tarafının ve tabii ki Yunanistan’ın savunmuş olduğu ‘’Birleşik Kıbrıs’’ modeli, emperyalist ülkelerin bölge hâkimiyetlerine en uygun olanıdır.
Böylesi bir model, ancak Kıbrıs’ta yaşayan insanların, tek devlet, tek millet ve tek egemenlik çatısı altında yaşamalarıyla gerçekleşebilecektir.
Ancak burada unutulmaması gereken en önemli husus; böyle bir devlet yapısında Kıbrıs Türk Halkına tanınan haklar, sadece azınlık hakları ile sınırlı olabilecektir.
1968 yılından beri devam eden Kıbrıs sorununun çözüm müzakerelerinde; bir gün gelir de, adada, ‘Birleşik Kıbrıs’ çatısı altında bir anlaşma olursa eğer!
Bu sonuç, adada Kıbrıs Türk Halkının da sonu olacaktır. Çünkü böylesi bir mutabakatta; adada yaşayan Kıbrıs Türk Halkının ne egemenliği, ne müstakil bir devleti, ne de özgürce yaşayabileceği kendisine ait bir vatanı olabilecektir!
‘Birleşik Kıbrıs’ çatısı altında kurulacak (adı her ne olacak ise?) bu yeni devlet; AB’ye üyeliği nedeniyle de, bu teşkilatın garantörlük şemsiyesi altına alınacağından, Türkiye’nin ada üzerindeki garantörlük hakkı da olmayacaktır.
Böylesi bir son;
Kıbrıs Türk Halkının adada ki yaşam güvenliğini ortadan kaldıracağı gibi, kısa bir süre sonra Rum tarafının ekonomik gücü, (adada son dönemde yaşanan ekonomik kriz kimseyi aldatmasın, zira AB topluluğu, Amerika ve hatta Rusya hiçbir zaman Rumların ekonomik yönden güçsüz olmalarını istemezler; zaten bu kriz de bu ülkelerin yapmış oldukları yardımlarla aşılmıştır.), Rum tarafının nüfus ağırlığı ve politik uygulamaları sonucunda Kıbrıs Türk Halkı, yıllar öncesinde olduğu gibi tüm kazanılmış haklarını kaybedecek, en nihayetinde adada azınlık olma durumuyla karşı, karşıya kalacaktır.
Zaten ‘’Annan Planı’’ da böylesi bir sonu içeriyordu. (şu anda her iki taraf adına çözüm sürecini yöneten temsilcilerin kapalı kapılar ardında devam eden görüşmelerinden çıkacak benzer bir planın, referandum ile her iki tarafa sunulması sürpriz olmayacaktır!)
Kıbrıs konusunda çözüm adına atılan en önemli adım olan, ‘Annan Planı Referandumu’ dönemine kısa bir bakış:
24 Nisan 2004 tarihinde Adada eş zamanlı olarak gerçekleştirilen Annan Planı Referandumunda Kıbrıs Türk Halkı plana %65 Evet, Rumlar ise; %75 oranında Hayır demiştir.
Aslında Rumların ‘Hayır’ demesi şaşırtıcı olmamıştır! Çünkü onların Kıbrıs sorununda amaçları çok açıktır!
Rumların bu amaçlarını şöyle açıklayabiliriz:
Devam eden müzakerelerde ciddi bir taahhüde girmeden çözümü sürüncemede bırakarak, bu süreci zamana yaymak, bu arada adil ve kalıcı bir barışa ilişkin parametreleri ortadan kaldırarak, Kıbrıs Türklerini azınlık statüsüne düşürmektir. ( Yunanistan, Girit adasını ele geçirmek için tam 96 yıl boyunca aynı politikayı uygulamıştır…)
Bunun yolu da ‘’Osmosis’den’’ geçmektedir. Osmosis kelime anlamı olarak; ‘karşılıklı iletişim’ demektir. Ama Rum tarafının bundan anladığı; bir süre sonra Kıbrıs Türk Halkının asimilasyonudur.
Halen devam eden müzakereler sürecinde de Kıbrıs Rum kesimi, Kıbrıs devletinin ortaklık yapısında, ‘’Kurucu Devlet’’ terimini kabul etmemekte; ‘’Oluşturucu Eyalet’’ tanımında ısrar etmektedirler. Rum tarafının bu dayatması dahi, gelecekte Kıbrıs Türk Halkını hangi akıbetin beklediğini ortaya koymaktadır.
Rumlar Annan Planına dahi ‘Hayır’ demişlerdir. Çünkü bu plan; onların adanın tek sahibi olmaları yönünde önlerine uzun bir süreç getirmişti! Ama onların böyle bir zamanı beklemeye tahammülleri yoktu..!
Kıbrıs Türk Halkının Annan Planına neden ‘’Evet’’ dediğinin sebeplerine gelince:
2004 yılında K.K.T.C’de öylesine bir hava yaratılmış, öylesine bir algı operasyonu gerçekleştirilmiştir ki! Eğer Kıbrıs Türk’ü bu plana ‘evet’ derse; öncelikle yıllardır adada Rum tarafının insafına terk edilmiş, Kıbrıs Türk Halkına uygulanan her türlü insanlık dışı ambargolar kalkacak, K.K.T.C’ye uluslararası uçuşlar serbest olacak, adeta gökyüzünden yabancı turist yağacaktı!
Bu arada Kıbrıs Türk tarafına, AB tarafından 283 milyon EURO yardım yapılacak. Kıbrıs Türk Halkı, bu planı onayladıktan sonra AB’ye üye olacağından, ceplerinde AB pasaportu, uluslararası arenada da AB vatandaşı olarak muamele görecekti..!
O dönemde, bu pembe hayaller ama aslında emperyalist yalanları içeren bu vaatler; K.K.T.C sokaklarını öyle bir hale getirmişti ki! Sanki tüm bu vaatler gerçekleşmiş gibi her taraf AB Bayraklarıyla, ne idüğü belirsiz flamalarla süslenmişti! Lefkopşa’da Şehitlerimizin isimlerini taşıyan cadde ve sokaklar; ‘’Yes Be Annem’’, ‘’Her yol AB’ye çıkar’’,‘’Barra (Rumca defol) Denktaş’’ pankartlarıyla donatılmıştı! ( Bk. Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka, K.K.T.C’nin 2002-2005 Ver Kurtul Belgeseli isimli kitabım – 2006 Toplumsal Dönüşüm Yayınları )
Böylesi bir tablonun oluşmasında, gerek yurt dışından adaya gelerek, Annan planına ‘evet’ denmesi yönünde yaptıkları propagandalarla Kıbrıs Türk’ünün aklını çelen AB komiserleri, Karen Fog çocukları, o sırada K.K.T.C’de iktidarda bulunan CTP ve Birleşik Güçler yöneticilerinin bu plana verdiği destek önemli rol oynamıştır.
Bu arada Kıbrıs Türk Halkının referandumda, ‘’Annan Planına’’ evet demesi için Anavatan Türkiye’deki hükümetini temsilen adaya gelenlerin yapmış olduğu çalışmalar da bir hayli etkili olmuştur!
Referandum sonucunda Rumlar ‘’Hayır’’, Türkler ‘’Evet’’ demiş; hayır diyen taraf kazanmış, evet diyen taraf kaybetmiştir!
Aslında bu sonuç hiç de yadırganacak bir son değildi! Çünkü oynan oyun, Rum-Yunan ikilisine yakışan Bizans oyunundan başka bir şey değildi! O nedenle de, Rum tarafı ne istediyse, o oldu..!
1968’den, bugüne kadar adada yapılan 8 müzakere süreci ve 2008 yılından beri hala devam eden müzakereler boyunca; Kıbrıs Türk Halkına sen ne istiyorsun diye sorulmamıştır!
Vatan topraklarında kanı ve canı pahasına direnmiş olan Kıbrıs Türk’üne, bu konuda yapılacak bir oylama ile ne istediği mutlak surette sorulmalıydı… Nedense bugüne kadar, bu hiç yapılmamış; Kıbrıs Türk Halkına sen ne istiyorsun diye sorulmamıştır!
Kıbrıs Türk Halkının adada vermiş olduğu varoluş mücadelesinin en büyük güvencesi Türk Milleti ve Mehmetçik olmuştur. Bundan sonra da olmaya devam edeceği çok açıktır.
Ama Kıbrıs Türk’ünün bu büyük direnişinin, mücadele azminin liderleri de vardır. Türk Milletinin Kıbrıs konusuna odaklanarak, bu konuyu ‘milli dava’ olarak görmesini sağlayan; Kıbrıs Türküne bu yolda önderlik eden iki önemli ismin burada bir kez daha ifade edilmesi, tarihi gerçeklere karşı olan vicdani borçtur diye düşünüyorum.
Bu iki önemli isimden bir tanesi, Dr. Fazıl Küçük, diğeri ise; Rauf Raif Denktaş’tır. Onlar yakın tarihimizde öncelikle kendi vatan topraklarında kurulan en son Türk devletinin oluşmasında, Türkiye’nin ada üzerindeki tarihi, milli ve hukuki hakkının korunmasında çok önemli görevler yerine getirmişler, hayatları boyunca, Türkiye’den Türk Milletinin bir parçası olmaktan asla vazgeçmemişlerdir. Vatan onlara minnettardır.
Kıbrıs’ta yeniden başlayan müzakereler sürecinde, K.K.T.C’yi temsilen masada oturanların, yukarıda özetlemiş olduğum tarihi gerçekleri göz ardı etmeden hareket etmeleri; hem tarihimize, hem de temsil etmiş oldukları Kıbrıs Türk Halkına olan vicdani borçlarıdır…