Türkiye’de doğmuş ve o ülkede hayat kurmuş bir Hıristiyan ve bir de Ermeni asıllı isen; Büyük iş sahibi dahi olsan, huzurlu, sakin bir hayat sürebilmen hayli zordur diyebilirim!... 

Hoş; ki nasıl isterse, öyle düşünsün diyerek, hayatını sürdürmeye bakarak, hemen hiçbir şeyi umursamazsan, o zaman dört dörtlük bir ülkede yaşıyorsun demektir. Ancak, Türk asıllı vatandaşlarla, senin aranda bir görünmez engel var da ve sen onu aşamıyorsan, o zaman, benim gibi, asıl mesleğini terk ile (Ressamlık) kalemi, fırçaya tercih eder ve kendine yeni bir yol çizersin. 

Türkiye’de, çoktan tarihin tozlu sahifelerine karışmış Bizans ile takriben 1800’lerden itibaren, varlığı ile bilhassa Devlet İdarecileri’nin uykularını kaçırtan Osmanlı-Ermeni’leri, menfi açıdan gündemden hiç mi hiç düşürülmemiş ve de bilhassa düşürülmemektedir!...

(Kahpe Bizans, Bizans entrikacılığı vs.) her daim dillerdedir. Türkiye Ermeni’lerine gelince: (Ermeni Gâvuru, Türk’ü sırtından hançerleyen kahpe, Komitacı vs.) Hâl böyle iken, en doğrusu çekip gitmek değil midir!.. Tabii ki öyledir. Ancak, bizlerin yani Türkiye Ermeni’lerinin bir başka vatanı yoktur ki!... 

Gerçi; Aziz-Eçmiazin’i, Aziz-Antilyas’ı Ermeni Mezhebi’nin merkezi kiliseleri olarak kabullenir ve her iki Büyük Patriği de kabulleniriz. Ancak, bu bizim dini hayatımızın dışına çıkmaz. Dünyevi meselelerimizi; dünlerde Osmanlı, günümüzde ise Cumhuriyet Devletimizin değerli ellerine teslim etmiş durumdayız. 

Ne var ki, şu Azeri meselesinin zuhurundan sonra mezkûr düzen bozulmuş durumdadır. Niçin böyle olmuştur? Böyle olmuştur çünkü, Türkiye’nin, İslâm Dünyası’nın Liderliğine oynama siyasetine yönelmesi, böylesi bir ortamın doğuşuna sebep olmuştur. 

Diğer ülkeleri bilmem, bilsem de bana söz düşmez. Bu hususta onların Gayr-ı İslâm vatandaşlarının cevaplaması daha münasip düşer. 

Biz, Türkiyeliyiz, Türkiye’den söz edebilme hakkımız vardır ve zaten doğru olanı da budur. Her ne ise, sözü fazla uzatmadan, ana konuya geçeyim, zira beni güzelim san’atımdan eden bir garabetli konudur. 

Bilhassa “Ermeni Kâfiri olmanın” akıl almaz ezikliği, nice ırkdaşıma, yıllar yılı asla dinmez ıstıraplar çektirmiş ve hâlâ çektirmekte berdevamdır... 

Hayır, fiili olmak üzere herhangi bir durum söz konusu değildir. Çok şükür, böylesi bir durum söz konusu değildir. Ancak, bizler açısından daha vahim sayılabilecek bir durum söz konusudur ki, aynen şudur: 

“Türkiye’ye karşı yapılacak herhangi bir terör saldırısı, bizleri anında tedirgin etmekte ve acaba bizlerin adı da bu uğursuz harekete karıştırılacak mı? Endişesi, hemen hepimizi yiyip bitirmektedir...” 

Abartılı denebilecek düzeyde endişe duymamızın tek sebebi: Günümüz Türkiye’sinde biz, Türk Ermeni’lerinin adeta tamamen kendi hallerine terk edilmiş gibi bir durum arz etmiş olmasıdır. Şöyle ki; “İç ve dış Ermeniler” aynı potada görülmesi durumu mevzubahistir. Dahası, Ermenilerle alâkalı vak’alar, bilhassa köşe yazılarında çok rahat ve tek yönlü değerlendirmelerle konuya eğilmekte olan güçlü kalemler de maalesef mevcuttur. İşte bizleri hem üzen ve hem de son derece endişelendiren bu gibi durumlardır. Dolayısıyla bir numune olarak, bizce, bu konuda önemli bulduğumuz, Sayın Murat BARDAKÇI’nın, “Kâfirler tek millettir!” başlıklı makalelerini, naçiz yorumumla birlikte, aynen geçiyorum: 

(KÂFİRLER TEK MİLLET!

Alman Federal Meclisi’nin 1915 olaylarını, “Soy kırım” olarak niteleyen metni kabulünden hemen sonra Meclis binasının önünde yapılan kutlamalar bilmem dikkatinizi çekti mi? 

Ermenistan’ın kırmızı, mavi ve turuncu bayrağını açan Ermeniler, önce birbirlerine sarıldılar, sloganlar atıldı, şarkılar söylendi, derken kadınlı-erkekli gruplar bizim Erzurum barını andıran folklorik danslara başladı... 

Tasarının kabulü için Almanya’da seneler boyunca sokaktaki adamdan siyasetçilere, uluslar arası örgütlerden lobi şirketlerine kadar hemen herkesi ve her kuruluşu ikna etmeye uğraşmışlar, her yolu ve her şeyi denemişlerdi ve neticede istedikleri olmuş Alman Meclisi bizi “Soy Kırımcı” ilân etmişti.. 

Dolayısı ile tepine, tepine eğlenmeleri gayet normaldi, zira hayli uzun zamandır bu anı bekliyorlardı! 

Federal Meclis’in önünde üç renkli Ermenistan bayrakları ile şenlik yapan Ermeniler yalnız değildiler, eğlenceye başka gruplar da iştirak ediyordu. 

Sol üst köşesinde haçın yer aldığı mavi-beyaz Yunan bayrakları açmış Yunanlılar! Apostol ile Helen’in gönlü Agop ile Takuhi’yi bu mutlu günlerinde yalnız bırakmak istememiş ve Alman Federal Meclisi’nin kararını kutlamak için onlar da koşa, koşa gelmişlerdi. 

Ekranda bu manzarayı görünce, “Kâfirler tek millettir!” sözündeki hikmeti hatırladım... 

Bakınız: (HABER TÜRK GAZETESİ) Tarih: 6 Haziran 2016 Pazartesi. Makale: Murat BARDAKÇI.)

Sayın Bardakçı! Mezkûr Bayrakla Ermeni’lerin saflarına katılanlar; Yunanlı değil, Bizanslı Rumlardı. Ne mi değişir? Çok şey değişir. Zira, Yunan Devleti, henüz kazandığı Türkiye Devletini, bir çırpıda kaybetmeye pek sokulmaz. Hele Türkiye’nin kendisini “Komşu” sözcüğü ile anmaya başladığı bir dönem içinde!... 

“Erzurum Barı” ne Ermeni’lerin ve ne de Türklerin olmayıp, bütün çevre barı olarak asırlardır, varlığını sürdürmektedir. Yani, Türk’ler Anadolu’ya gelmeden evvel de mevcuttu. 

Sayın Bardakçı! 

Sırf merakımdan soruyorum: (Ermeniler yıllarca tepinip durduklarında, acaba bizler ne yapmaktaydık?...) 

Bin yıllık bir beraberlikte, o da son dönem içinde, bir sefer isyan etmiş bulunan Ermeniler ki, zararlı çıkan yine kendileri olmuştur. Hemen hiçbir zaman unutturulmamaktadır da, koca bir İmparatorluğu tarihin tozlu sahifelerine, nice yanlışlarıyla gönderen İttihat ve Terakki Fırkası nasıl oluyor da bir kahramanlar fırkası olarak tanıtılmaya çalışılmış ve de hâlâ çalışılmaktadır?!... 

Hz.İsa (AS.) Cenapları Kur’ân-ı Hak’da şerefli mevkiini alırken, nasıl oluyor da, ümmeti kâfirlikle damgalanabiliyor?!... 

Görülüyor ki, söz konusu Ermeniler oldu mu, bir takım çelişkiler bir diğerini izlemekte ve böylece kendi öz vatanında yabancılığa tabi kılınmaktadır!... 

Dileğim odur ki; Hemen hiçbir kimse ve hatta düşmanım dahi, kendi öz vatanında, yabancı konumuna düşmesin! Böyle bir çapraşık konuma düşmemiş kimseler için, hemen her anlaşmazlık “kendi lehine” olmak üzere hâl yoluna bağlanabilir(!) yeter ki, azınlıkta olan, haddini bilsin... 

Evet Sayın Bardakçı! Tepinmenin bir de bu çeşidi var ki, sen daha doğmadan, benim gibi talihsizler defalarca tatmış ve hâlâ tatmakta berdevamız!... 

Cenabı Hak: (Birbirinizi sevin, beni sevmiş olursunuz!) buyurmuş. 

Şimdi soruyorum: Biz Adem Oğulları, birbirimizi, gerçekten sevmek de değil, sevmeye olsun çalışıyor muyuz?.. 

Hiç sanmıyorum?... 

Saygıdeğer okuyucularım! 

Cümlemizin Ramazan Bayramı mübarek olsun!..