Devrin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan 2007 yılında tarihimizin en hararetli Cumhurbaşkanlığı seçimi için AK Parti’nin adayını açıklarken “Bu davayı beraber kurduğum kardeşim Abdullah Gül…” demişti. Bu ilk de değildi; Erdoğan, Genel Başkan olmasına rağmen yasaklı olduğu için Milletvekili seçilemeyince, 2002’de partisi iktidara yürüdüğünde de Başbakanlık koltuğu için Gül’ü işaret etmişti.

Gül ile Erdoğan arasındaki ayrılık 11. Cumhurbaşkanının görev süresi dolmak üzereyken su yüzüne çıkmış, hanımefendinin ‘intifada başlatacağım’ sözüyle de işin derinliği görülmüştü.

Bir devrin Başbakanı ve Cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül’ün geçen hafta bir röportajda sarf ettiği “Gezi olaylarıyla gurur duyuyorum” mealinde sözler gerek siyasi platformlara, gerekse halk sohbetlerine bomba gibi düştü. Halkın aylarca huzur içinde sokağa çıkmasını kısıtlayan, devlet daireleri, kurum binaları, esnaf dükkânları, kamuya ait alanlar ve polis otolarının tahrif edildiği, can kayıplarının yaşandığı, devlet görevlileri ve sivil vatandaşların yaralandığı, ülkede huzur ve sükûneti bozan, telafisi uzun senelere mal olacak ekonomik kayıplara sebebiyet veren, bütün bunların yanında uluslararası çevrelerde itibar kaybına yol açan kalkışmanın gurur veren yönü neydi acaba?

**

Başbakan Başdanışmanlığı pozisyonundan Dışişleri Bakanlığına, daha sonra da Başbakanlığa yol alan, istifa ettikten sonra yakın tarihe kadar da AK Parti’de kalmayı tercih etmesine rağmen karar değiştirip Gelecek Partisi’ni kuran Ahmet Davutoğlu da anı günlerde mağdur sıfatıyla müdahil olduğu Gezi Davasından çekildiğini açıkladı.

Oysa Davutoğlu 2013 yılında bir röportajında ‘bir kadına yapılan iğrenç saldırı’  kendisine sorulduğunda bakın neler söylemişti:

“O saldırıya uğrayan başörtülü hanım, benim çok yakın bir öğrencimin eşidir. Kayınpederi de üniversite arkadaşımdır. Cezayir'deydim,  olayın olduğu gün bizzat arayıp kendisiyle konuştum.  Ortada bir fiili vaka var. Babası üniversite arkadaşımdır, oğlu benim talebemdir. Eşi benim de gelinim sayılır. Ben bunu birinci ağızdan dinledim. Başbakanımız da duymasına rağmen toplumsal tepki doğmasın diye günlerce bunu dile getirmedik. Böyle bir acıyı, bir hanıma yapılabilecek en büyük hakareti siz neredeyse mazur göreceksiniz. Günlerce bu infiali de içimizde taşıdık. Şimdi bu fiili yapmak bir özgürlük kullanımı mı?”

Sizce ne oldu da Davutoğlu Gezi Davasından çekildi?

İçindeki infial mi söndü!

**

Gelin, yakın tarihimizden bazı hadiseleri hatırlayalım;

Çok Partili devrin ilk Başbakanı Adnan Menderes’in çok yakın bir arkadaşı vardır; Ethem Menderes. Akraba olduklarını düşünmeyin; yakın arkadaşlıkla birlikte, ait oldukları coğrafyanın tezahürü olarak Adnan Bey de arkadaşıyla Menderes soyadını almıştı. Siyasete Serbest Fırka da başlasa da, bu partinin feshedilmesiyle boşta kalan Adnan Bey bir Ege seyahatinde Mustafa Kemal’in dikkatini çekip, aldığı davetle de CHP’ye katılmıştı.  O Kurtuluş Savaşının İstiklal Madalyalı Subaylarından biriydi.

İbrahim Ethem Menderes DP Aydın İl teşkilatını kurdu, 1950, 1954 ve 1957 seçimlerinde de Aydın Milletvekili seçildi. Menderes hükümetlerinde 1952-54’de İçişleri, 1955-56’da Devlet Bakanlığı, 1956-57’de Dışişleri, 1957-58’de Bayındırlık ve 1954-55, 1958-60 dönemlerinde de Milli Savunma Bakanlığı yaptı. Başbakan Menderes’in en yakın ve en güvendiği arkadaşıydı, kabinenin değişmez ismi olmuştu.

Ethem Beyin 27 Mayıs’ın Darbecilerinin Lideri Cemal Gürsel’le dostluğa varan yakınlığından da söz edilir. Yassıada Yargılamalarında Başbakan aleyhinde delil olarak sunulan belgelerin pek çoğu Ethem Menderes’in günlükleridir. 

Hatta Adnan Beyin Avukatı Burhan Apaydın, “27 Mayıs’ın lideri Cemal Gürsel’in ihtilâlden hemen önce Adnan Menderes’e bir mektup gönderdiği ve bu mektupta Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın istifasının istendiği, yerine de Menderes’in geçmesini önerdiği öne sürülmüştü. Bu mektubun orijinalinin getirilip dosyaya konulmasını istedim; getirmediler. Başbakanın yakın arkadaşı Ethem Menderes kendisindeki kopyayı ‘kötülük olsun diye’ çıkarmamıştı. Bu mektup ortaya çıkarılsaydı Adnan Menderes idamdan kurtulurdu” diye anlatır.

Bu kadar de değil Apaydın’ın anlattıkları. “Ethem Menderes aynı odada tutuklu olan Namık Gedik’in ‘Allah’ diyerek kendini pencereden atladığını anlatarak, onun pencereden atıldığını gizlemiş, yalancı şahitlik yapmıştır” şeklindeki sözler de Apaydın’a aittir.

27 Mayıs Darbesinde Milli Savunma Bakanı olan Ethem Bey on yıl ceza alsa da sonradan sağlık gerekçesiyle affedildi. Kadere bakın ki bir başka darbe döneminde, 12 Eylül’de de ‘“Devlet İhalesine Fesat Karıştırmak’ suçundan 12 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 

 **

‘Kardeşim Ethem’den, kardeşim Abdullah’a gelen süreçte benzer nice hadiseler yaşanmıştır. Bu yüzden yakın dönem, siyasetin yol haritasını ‘Değişim içeriden açılan bir kapıdır’ felsefesi oluşturuyor!

**

KORONA VİRÜS BİYOLOJİK TEHDİT Mİ?

Kuş gribinin ülkemizi tehdit ettiği 1990’lı yıllarda Silahlı Kuvvetlerden emekli bir tıp adamı “Kuş gribi gibi virüsler doğal değildir, laboratuvar ortamında üretilerek hedef ülkelerde yaygınlaştırılıyor” demişti. Bu tür eylemlerin elbette siyasi ve ekonomik yaptırımlar öncelikli olmak üzere pek çok gerekçesi vardır.

Sosyal paylaşım sitelerinde Çin’i yerle yeksan edecek şekilde etkisi altına alan Korona Virüsünü insanların beslenme alışkanlıklarına kadar indirgeyen olsa da, ‘Dünyanın jandarma ülkelerini’ bilim ve teknoloji de geride bırakacak hamleler yapması, ekonomik dengeleri lehine olacak şekilde değiştirmesi yer kürenin en kalabalık nüfuslu ülkesinin hedef haline getirdi. Diplomatik, hatta ekonomik yaptırımlardan sonuç alamayacağını düşünen ‘Laboratuvar virüslerine sahip’ güçlerin yeni saldırı planlamasını toplum sağlığını tehdit edecek fiiliyatlar olarak belirlemesi mümkündür.

Amerika’nın son aylarda ağız dalaşına, hatta karşılıklı silahlı saldırıya girdiği İran’ın da Korona virüsüyle karşı karşıya gelmesi planlı saldırı kuşkularını artıracak bir gelişme oldu. Virüs taşıyan bazı insanların ülkemize giriş yapmak üzere olduklarının tespit edilmesiyle Van sınırımızın giriş çıkışlara kapatılması yerinde bir önlem olmuştur. Hatta tedbir düzeyinin genişletilmesi daha da isabetli olacaktır. Son yıllarda bilhassa Ortadoğu’da köşeye sıkıştırdığımız ‘demokrasi hokkabazlarının’ her türlü kötülüğü bize karşı da düşünmesi mümkündür.