Türk İstiklal Savaşı emperyalizme, klasik ifadeyle Yedi Düvel’e karşı yapılmış, destanımsı bir savaştır. Maddeden ziyade, manayla kazanılmıştır. Çünkü, yokluklar ülkesi haline gelmiş bir vatanın yoksul kalmış halkının tarifsiz bir azmi, yeis ve ümitsizlik nedir bilmeyen inancı, yılmayan direnci ve göğsündeki imanla kazanılmıştır. Üstelik yeis ve ümitsizlik içinde kıvranan, ufku karanlık gören, zafere; bırakın inanmayı hayal etmeyi bile akıllarına getiremeyenlerin, Milli Mücadele’yi tenkit edenlerin, neticesiz kalıp akamete uğrayacağına inananların aleyhte söz ve neşriyatlarına rağmen kazanılmıştır. Oluşturulmaya çalışılan ve oluşturulan Kuva-yı Milliye / Milli Kuvvetler’e ağır hakaretlerde bulunanlara, en çok ihtiyaç duydukları manevi destekten onları mahrum bırakanlara rağmen kazanılmıştır. Memleket ve kendi ikbal ve istikballerini, İngiliz ve ABD mandasında arayan kelli felli / tanınmış yazar ve düşünürlerin bütün engellerine, kösteklerine karşın kazanılmıştır. Fakat Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi: “O günlerde Kuva-yi Milliye’ye inananlar kadar inanmayanlar da haklı idiler.” (Dr. Coşkun Özdemir, Ali Kemal ve Bugünkü Benzerleri, Cumhuriyet, 21 Aralık 2009) Hakikaten: “Milli Mücadele’ye inanmamak, onu kuşku ile karşılamak hatta ona karşı çıkmak ve manda arayışları içinde olmak sanırım o günün koşulları iyi algılanabilirse anlaşılır bir şeydir ve kolay kolay suçlanma nedeni olmaz. Birçok yazar, düşünür ve o günün aydını o günlerin perişanlığı ve yoksunlukları içinde Yedi Düvel’e karşı bir kurtuluş savaşı yapılabileceğine inanmıyordu. (Nitekim) Halide Edip bunlar arasındadır.” (a. g. m.) Hatırı sayılır, ünlü yazarların gittikçe parlayan Milli Mücadele güneşine gölge etmeleri çok üzücü olmakla beraber bir hakikate de ışık tutmaktadır. Zira bu yanlış tutumları günümüzde İstiklal Savaşı’nı hafife alanların yüzünde tokat gibi patlamakta, dudak bükenleri mahcup etmektedir. O günün eli kalem tutan bu hatırı sayılır zevatın menfi tutum takınmaları ve bunu kalemleriyle ortaya koymaları, memleketin nasıl bir yokluk ve imkansızlık içinde yüzdüğünü gözler önüne sermekte; o şartların vatan müdafaasına asla elverişli olmadığını nazara vermektedir. Kurtuluş için ancak bir mucize gerekiyordu ki, o da bu asırda olacak şey değildi. Evet, Milli Mücadele’ye karşı çıkışın temelinde; Milli Mücadele’yi istemeyiş değil; başarılamayacağı düşüncesi yatmaktaydı. Bu teşebbüs ve girişimin; işgal kuvvetlerini daha da azdırarak vatana ve millete baskıyı arttıracakları endişesi, o zamanki kimi zihinlere hakim olmuştu. İşte bu halet-i ruhiye; Milli Mücadele’nin nasıl bir yokluklar içinde başlatıldığı ve nasıl menfi ve olumsuz bir ortamda başarıya ulaştırıldığının müşahhas ve somut bir kanıtıdır. Evet, Milli Mücadele’nin kesinlikle hafife alınacak tarafı olmadığı gayet açıktır. Çünkü: “Milli Mücadele’ye karşı duranların Ali Kemal’den ibaret olmadığını çok iyi biliyoruz. Atatürk için, onu ziyaret edip görüştükten sonra ‘Deli zannediyordum, meğerse zırdeli imiş!’ diyen Ref’i Cevat’ı bilmez olur muyuz? Onu yıllar sonra Milliyet gazetesinde itibarlı bir yazar olarak okuduk. Kuva-yi Milliye’nin haberleşme yollarını kesen Refik Halit’i tanımaz olur muyuz? Rıza Tevfik’i, Anadolu basınında düşmanla işbirliği yapan, onları kurtarıcı gibi selamlayanları da biliyoruz.” (a. g. m.) Türk İstiklal Savaşı’nı basite indirgeyenlere, sadece şu örnek bile yeterli cevabı verir kanaat ve kanısındayım: “Yunanlılar Türk hatlarının sol cenahını yararak Ankara yolunu açmak için 23 Ağustos’ta Mangal Dağı’nda saldırdılar…Ve 22 gün, 22 gece sürecek olan tarihin en kanlı savaşı başladı. Tepeler, mevziler, siperler her gün el değiştiriyor, kan dereler gibi akıyordu. Düşman ilerleyişi karşısında tepelere çekilmiş olan gerillalar, Yunan ikmal hatlarına durup dinlenmeden saldırmaya başladılar. Fakat Kostantin, inatla savaşa devam etti. Ankara yolunda en büyük engel sayılan Çal Dağı’nı ele geçirmeyi başardı. Haymana’ya doğru yoluna devam etti. Şimdi Mustafa Kemal’in karargahına derin bir sessizlik çökmüştür. Tekrar tekrar haritayı inceliyor, bir karara varmakta güçlük çekiyordu. ‘Geri çekilmek mi? Dayanmak mı?’…Türkler karşı bir taarruzla Çal Dağı’nı ele geçirdiler. Türk karargahına sinsice bir ümitsizlik yayılıyordu. Yedekler tükenmiş, topçunun cephanesi bitmişti. Zafere inanan bir tek kişi kalmıştı; o da Fevzi Paşa… Siperden sipere dolaşıyor, askere Kur’an-ı Kerim’den ayetler okuyordu. Davudi ve insanın içine işleyen ses tonuyla okuduğu Kur’an, ta düşman siperlerinden duyuluyordu. Onun bu sarsılmaz inancı Altın Saçlı Kahraman Mustafa Kemal Paşa’ya da huzur veriyordu. Bir ikindi vakti Kemal Paşa’nın karargahındaki telefon çaldı. Açtılar, fakat telefonda kimse konuşmuyor, yerine uzaktan uzağa ‘Gazi Osman Paşa’ marşı çalıyordu. Bunun iyi haber olduğuna kanaat getiren Paşa, Kazım Paşa’ya derhal hücuma geçmesini istedi”…(Mavi Gözlü Dev, Bahattin Atak, Ortadoğu, 20 Aralık 2009). “Sakarya Zaferi Türkler’e 3282 ölü, 13618 yaralıya mal olmuştu. Düşman savaş alanını silahlarımıza terk etmişti.” (a.g. tefrika, Ortadoğu, 21 Aralık 2009) X Türk İstiklal Harbi’ni bazılar alıyor hafife! Acaba düşkünlükleri hangi çeşit bir taltife? Ezan, Bayrak, Vatan uğrunda yapılan savaşı; Hafife alanların bilmem ki, nedir telaşı? Türk İstiklal Harbi, kazanılmadı hiç de öyle kolay Söylenene değil, tarihe bak da, olma zihnen kobay! Türk İstiklal Harbi’nin yok tarihte buna benzer emsali Zafer uğrunda oldu şehit ve gazi nice Hasan, Ali Yar oldu Türk Ordusu’na yine İlahi inayet Zafer muştusu indi üstüne sanki ayet ayet Önce “Galip et (dedi) çünkü bu son ordusudur İslam’ın.” Millete tercüman olan Yahya Kemal sonra dedi: “Amin.” Çünkü, bu kopan fırtına Türk Ordusu’ydu Ezanı; müeyyed kılacak ordu buydu.