İSTANBUL - Osmanlı döneminde büyük öneme sahip kitabelere verilen tahribat sadece Fesciler Kapısı’ndaki ile sınırlı değil. Mahmutpaşa’daki bir tarihi handa 5 ayrı dilde üzerinde “Tarakçı ve kehribarcı Agah Efendi ve Mahdumlarının”, “El kasibi habibullah” yani “Kazananı Allah sever” yazılı kitabe bulunuyor. Arapça, İbranice, Fransızca, Ermenice ve Rumca yazılı kitabe 2. Abdülhamit dönemine ait. Ancak kitabenin önü burada bulunan bir dükkanın tabelası ile tarihi değeri hiçe sayılarak kapatılmış durumda. Tabela nedeniyle kitabenin İbranice yazılı bölümü görülemiyor.
 

5 DİLDE KİTABE

Demirören Haber Ajansı’na (DHA) kitabeyle ilgili açıklamalarda bulunan sanat tarihçisi Hayri Fehmi Yılmaz, "İstanbul çok zengin bir şehir, hep övünüyoruz çok dilli, çok kültürlü, çok inançlı bir merkez olmasıyla. Bugün o eski hoşgörüye çok sahip değiliz ama Osmanlı devrinin özellikle sonlarında, çok dilli ve çok kültürlü olmamızla gurur duyuyorduk. Bu ticaret alanında da çok hissediliyordu. Mahmutpaşa’da bir iş hanının hemen köşesinde yer alan dükkan bu anlamda ilginçtir. ‘Tarakçı ve kehribarcı Agah Efendi ve Mahdumlarının’ dükkanıdır burası. Burada tarak ve kehribar satıyorlardı. Ama bu satışı gerçekleştirebilmek için kentte yaşayan her gruba hitap edebilecek harfleri, alfabeleri ve dilleri seçtiler. Bu 2. Abdülhamit’in son yılları gibi yani 1900’ler. Bu dönemde çok yaygınlaşıyor. Bu dönemde çok yaygınlaşıyor, hem bu güzel sözden sürekli bahsediliyor, ticaret yapmayı, Müslümanları da ticarete teşvik etmeyi çalışıyorlar. Ve aynı zamanda kentte yaşayan herkese ulaşmak. Osmanlı İstanbul’unda kimse bundan rahatsız değildi, herkes kendi dilinde ve alfabesinde yaşayabiliyordu” dedi.
 

“19. YÜZYILDA BUNLAR GÖREBİLMEK MÜMKÜN DEĞİLDİ”

Yılmaz, “2. Abdülhamit’in sonları ve Meşrutiyet dönemi boyunca Osmanlılar ticarete önem vermeye çalıştı ve Müslüman halkı da ticarete teşvik etmeye çalıştılar. Bu bilinçli tercihti Allah’ın çalışıp kazananı, ticaret yapanı seveceğini sloganı bütün Müslümanlara da anlatmaya çalışıyorlardı. Bu çok bilinçli bir tercihti. Üzücü olan bu kitabeler modern İstanbullulara çok bir şey anlatmıyor. Eskiden çok şey ifade ediyordu ama artık ne İbranice’yi, Ermeni ve Rum dillerini hatırlamıyoruz, Arapçayı Arap harfleriyle okumak da bize çok şey ifade etmiyor. O yüzden bunu bir nakış gibi görüyorlar, hiçbir şey ifade etmiyor bugünkü ziyaretçilere. Bu kitabe İstanbul’un hoşgörüsünü anlatmak için bir simge olabilir. Kentimize gelen her ziyaretçiyi burada ağırlayabiliriz. Modern dünyada benzerleri vardır ama orta çağda, 19. yüzyılda bunlar görebilmek mümkün değildi” şeklinde  konuştu.

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Geleneksel Türk Sanatları Bölümü Hat Ana Sanat Dalı Öğretim üyesi Dr. Ali Rıza Özcan da Fesciler Kapısı’nda yapılan ile ilgili, “Çarşı, İstanbul’un fethinden 1453’ten 8 sene sonra inşa edildi. 1461 yılında. 1894’te İstanbul’da ciddi bir zelzele oldu ve o zelzele de büyük hasar gördü. Sultan 2. Abdulhamid döneminde. O dönemde hem Nuruosmaniye kapısı üzerine hem de Fesçiler Kapısı üzerine dönemin en meşhur hattatlarından Sami Efendiye bu hadisi şerif yazdırıldı. Nuruosmaniye Kapısı üzerinde de Kapalı Çarşı ile ilgili tamir kitabesi bulunmaktadır. Bu kitabenin özelliği, 2. Abdülhamid döneminin en meşhur ve hat tarihimizin en önemli hattatlarından olan, 1837-1912 yılları arası yaşamış hattat Sami Efendi’nin eseri olmasıdır. Sami Efendi’nin büyüklüğü, Aklam-ı Sitte denilen altı çeşit yazı dışında, Türklerin icat ettiği Divani ve Celi divani yazılar ve onun dışında ‘Talik yazı’ dediğimiz yazı da gerçekten büyük şöhret sahibi olması ve bu sanata ciddi katkılarının olduğunun göstergesidir. İbarede ‘Çalışıp kazanan Allah’ın sevdiğidir, sevgilisidir.’ mealinde peygamber efendimize ait bir söz yazılıdır. Sami Efendi’nin bu kitabelere büyük önem verdiği bilinen bir gerçek. Ayrıca yazılış tarihine baktığımızda üzerindeki tarih 1896 tarihini gösteriyor. Sami Efendi o tarihte 59 yaşında. Yani tam ustalığının Kemal döneminde. Bu yüzden yazı sanatı açısından çok önem arz ediyor bu yaz” şeklinde konuştu.

“GÜVENLİK KAMERASININ TAKILDIĞI YERİNDE ÖNEMİ GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURULMALIYDI”

Kitabenin mealini hatırlatan Rıza Özcan, “Buraya matkapla monte eden arkadaş ve ayrıca ona vesile olan arkadaşlar kendi ekmek paralarını kazanmak için bu işe girdiler ama bizim mukaddes kitabımızda, ‘Bir iş yapacağınız zaman aranızda meşveret edin’ diye Allah tarafından söylenen bir söz var. Bir iş yapılmadan önce o iş için istişare edilmesi, bilen birilerine danışılması gerekmekte. Burada yapılan iş maalesef öyle olmamış. Güvenlik kamerası çarşının güvenliği için önemli ama onun takıldığı yerinde önemi göz önünde bulundurulmalıydı diye düşünüyorum” şeklinde konuştu.

 “BUNLAR BİZİM KENDİ KÜLTÜRÜMÜZDEN”

İstanbul’un birçok noktasında bulunan tarihi eserlere yapılan tahribat hakkında da konuşan Özcan, “Bunlar bizim kendi kültürümüzden, kendi estetiğimizden, her türlü sanat ve kültüre yabancı duruşumuzdan kaynaklanan bir şey. Bu açıdan sadece bu işi gerçekleştiren arkadaşları değil bize de ciddi manada sorumluluk düşüyor. Bu topraklar, bu ülke, bu eserler bize ait. Bizim bunlara sahip çıkmamız gerekiyor diye düşünüyorum. Bizim bilmediğimiz cahilce restorasyon adı altında yapılan eserleri de göz önünde bulundurmak lazım. Onların da nasıl restore edildiğini, bilen kişilerce incelenmesi gerektiğini düşünüyorum.” İfadelerine yer verdi.