Papaz, iki metre ilerisinde duran zangoç’a sormuş.
- ''Gizli gizli sen mi içiyorsun kutsal şarabı? '' Zangoçta derin bir sessizlik... İyice köpürmüş
- Papaz: ''Sana soruyorum be adam! Duymuyor musun beni?
-''Hayır buradan hiçbir şey duyulmuyor efendim''
- 'Olacak şey mi! İki adım öteden beni duymuyorsun..'' Zangoç bıyık altından gülmüş,
- '' İsterseniz yer değiştirelim anlarsınız...'' Yer değiştirmişler. Bu kez zangoç seslenmiş
-''Kilise için toplanan bağışları kim zimmetine geçiriyor? ' Papaz kendi kendine söylenmiş.
-Hakikaten yahu! Buradan hiç bir şey duyulmuyor.''
Anlamak, anlatmak ve anlaşılmak bazen çok zordur. İşine gelmiyorsa anlamazlıktan gelmek bazılarının itiyadında vardır. Hele bunu ben bilirim edası içinde olanlar yapıyorsa içinden çıkamazsınız. Oysa kişi hatasından dönmeyi de, pişmanlığı da hakkı teslim etmeyide bilir ve ona göre kendine çeki düzen vermeye başlarsa ve bu cemiyet içinde giderek yaygınlaşırsa ortaya hiç şüphe yok ki güzel neticeler çıkacaktır.
Ülkemizde vatandaşın sesini duymayanlar var maalesef, duyduğu halde duymazlıktan gelenler var. Tabidir ki bu gün duymazlıktan gelenler ünün birinde aşağıya inip halkın arasına katılmak mecburiyetinde kaldıklarında pişman olup “ keşke o günlerde duymaya, anlamaya çalışsaydık” diyeceklerdir ama iş işten geçmiş olacaktır.
Buna benzer itirafları zaman zaman gazetelerden okuyor veya bazı toplantılarda bizzat kendilerinden dinliyoruz. Zira makam ve mevkiler ilânihaye devam etmiyor. Bir gün oralarda bulunmanın vadesi doluveriyor.
“Şimdiki aklım olsaydı “ demenin bir faydası olamıyor. Vebal insanın yakasına yapışıyor, üzerine siniyor.
Nasıl ki rüzgâr hep aynı şiddette esmiyor, her zaman kar, her zaman yağmur yağmıyorsa, nasıl gündüz geceye gece gündüze devrediyorsa mevkiler makamlarda günü geldiğinden insanın altından kayıveriyor.
Aşağıda sıkıntılar var, çözüm bekleyen problemler var ama nedense yukarıdakiler sesi duymuyorlar. Eh, gün gelip yerler değiştiğinde bu defada diğerleri onların sesini duymayacaktır.
Oysa bir birimiz duymaya anlamaya çalışırsak ki doğrusunun bu olduğunu herkes teslim edecektir, hem problemler daha çabuk çözülür hem de neticeye daha sıhhatli varılır.
Kısacık cumhuriyet tarihinde kaçıncı anayasa değişikliği kaçıncı düzeltme bilemiyorum. Saymak da istemiyorum.
Bütün bunlar birbirimizin sesini duymak istemeyişimizden kaynaklanıyor. Bu sadece siyasette değil, sanat hayatımızda da böyle, çarşı pazarımızda da böyle. İçimize sinmiş bir benlik var. Hemen her yerde o benlik karşımıza çıkıveriyor, bizi kendi istediği istikamete doğru sürükleyiveriyor. Kendilerinden değilseniz söylediğinizin, yaptığınızın önemi yok. Ne kadar başarılı olursanız olunuz sesinizi duymuyorlar. Partilerimiz öyle cemaatlerimiz öyle, derneklerimiz öyle ve devam ediyor öyle olmak. Sonrası fiyasko.
Cahit Sıtkı Tarancı’nın şiirinde olduğu gibi “ Geç anladım taşın sert olduğunu “ dersiniz belki ama başınızı taşa vurduktan, kırıp parçaladıktan sonra anlamanız ne ifade eder ki.
Yeryüzündeki milyarlarca insanın nasıl ki parmak izi bir değil, tabiatları telakkileri farklı bunun göz ardı edilmemesi gerekir ve ortak noktalarda buluşarak önce milli değerlerden hareketle gelişmeyi aramak en doğru yol olsa gerektir. İzin verin çocuk çocukluğunu yaşasın, genç gençliğini, yaşlı yaşlılığının zevkine varsın.
Geçmişte yapılan hataları tekrar edip dururken düşünelim. “Evet geçmişte şu şu hatalar yanlışlar oldu, faturası bütün millete çıktı, çok canlar yandı, olmamız gereken yerin çok gerisinde kaldık bu yanlışlar sebebiyle” diye hayıflanıyorsak ki öyle. Biz bu gün daha dikkatli olup gelecekte suratımıza yanlışlarımızı çarpmamaları için ne yapılması gerekiyorsa onu yapalım.
Seneler çok çabuk geçiyor, okula yeni başladığınız günleri hatırlayınız. Hayata yeni atıldığınız zamanları. İdeallerinizi, neleri başarıp neleri başaramadığınızı, hatta çok başarılı olduğunuzun sanıldığı anlarda kendi kendinize hayıflanıp, bir şeylerden pişmanlık duyduğunuzu hatırlayınız..