Bir kısım aydın, yazarçizer kalemleriyle, bazı TV’ler ekranlarıyla; her biri birer “İnsan Hakları” Havarisi kesilmiş durumda.
Ölenlerin hakları değil, öldürülenlerin hakları; mazlum ve mağdurların hakları değil; câni, katil ve zâlimlerin ve onları teşvik, tahrik edenlerin hakları savunuluyor.
Evinde, yuvasında, yatağında kalleşçe, namertçe ve haksızça öldürülenlerin hakları değil; onları vahşice öldürenlerin, haydutça yakıp yıkanların, olmayan hakları yüzsüzce müdafaa edilmekte.
Aman Yarabbi! Ne büyük gaflet, ne büyük dalâlet, ne büyük hıyanet! Zannediliyordu ki, idam hükmü kaldırılırsa; Avrupa’nın çehresi değişecek, bakışı başkalaşacak ve artık aleyhimizde olmaktan, el etek çekmiş olacaklar ve hattâ tövbe billâh edecekler sanılıyordu! Ama böyle olmadığı ortada.
Türkiye bu topraklarda yaşadıkça, Avrupa yerinde durdukça, komşularımızın varlığı devam ettikçe…Türkiye’ye karşı yersiz, haksız aleyhdarlık, düşmanlık, kin ve gayzlerin bir türlü sonu gelmeyecek! Komşularımız ve onları kışkırtanların haset ateşi maalesef, asla sönmeyecek.
Hâlâ anlamayacak mıyız? Avrupa’nın dün “Islahat” diye diye Osmanlı Devleti’ne dayattıkları neyse, bugün de “İnsan Hakları” diye diye son Türk Devleti’ne dayatmaları odur.
Birinci dayatma sonunda dün Osmanlı Devleti batmış; bugün de Türkiye Cumhuriyeti’ni batırmak için  -hiç olmazsa- zaafa uğratmak için uğraşılıyor. Nitekim bu uğraşı veren mâlûm kişi ve kimseleri kışkırtan, tahrik ettiren harekete geçirenlerden biri de Avrupa değil mi?
Unutmayalım ki, onların desteğiyle harekete geçenlere: “Siz Batı’dan; biz Doğu’dan yıkalım şu devleti.” diyenlere karşı Batı gebedir. Maddî mânevî bütün desteklerine rağmen, teröristlerin muvaffak olamayışlarından dolayı üzgün, onlara karşı biraz da mahçuptur.
İşte şimdi “İnsan Hakları” diye kurtarmak istedikleri; aslında kendi prestijleri -ileride yine kullanmak isteyecekleri- kendi mâhut itibarlarıdır.
Bütün Batı, ileride yine bu insanları, kendi iğrenç emellerini tahakkuk ettirebilmek için kışkırtmak istediklerinde; tekrar yüzleri olsun diye, onlara kol kanat germek ihtiyacını hissetmektedir.
Çünkü mes’ele, Türkiye’nin daima artan nüfusu ile bir türlü önlenemeyen yükselişi. Ekonomik yapısı ve gittikçe gelişen sanayisidir.
Türkiye’nin bir gün -ister istemez- Ortadoğu’nun gerçek hâmisi olduğunu ve olması lâzım geldiğini hatırlaması. Ortadoğu’yu sömürmek için dönen çarkların durmasından kaynaklanan endişeleridir. 
Ve bütün bu endîşeleri hayata geçirecek tek ülke Türkiye’nin varlık sebebini dumura uğratmaktır. Evet asıl mes’ele, hangi sebeple olursa olsun, Türkiye’nin büyümesinin durdurulması, potansiyel gücünün frenlenmesidir.
Bunun için en kolay yol ise, Türkiye’nin bölünmesi, parçalanmasıdır. Nitekim, eskimeyen en etkili silâh: “Böl, parçala ve yut!” prensibi değil midir?
Ne hazindir ki, tarih boyunca hem doğumuzdaki hem de batımızdaki devletler; Rumeli ve Anadolu’nun yekpâre olarak Türk Devleti elinde olmasından hep rahatsızlık duymuşlardır.
Yoksa mes’ele insan hakkı makkı değildir. İşin gerçek yüzü budur. Bunu görmek için kâhin olmaya da lüzum yok! Biraz yakın tarih bilmek bile, bu gerçeği yüzümüze haykırır.
Batı, elindeki oyuncağın heba olmasını önlemek kaygısındadır. Gerisi lâf u güzaf olup boş sözlerdir. Çünkü oyuncağını er geç yeniden kullanmak isteyecektir.
Demek ki Batı, gerekirse gelecekte terörist olmalarını istedikleri kimselerin “Hangi yüzle?” sorusuna muhatap olmamak için, yâni yine kendi menfaatinin icabı olarak  “İnsan Hakları” maske ve yaftasını, utanmadan takınmaktadır.
X
Yakın geçmişte Almanya’da, Alman polisi Rus mafyasını yakaladık diye ikisi doktor, üçü iş adamı olan beş Türk’e baskın yapıyor! Tekme tokat girişiyor, hücreye atıyor! Aç susuz bırakıyor! Sonra da:  “Özür dileriz!” diye rezaletlerini örtbas ediyor! (Hasan Pulur, Milliyet, 26 Kasım 1999)
İşte Türk Devleti’ne karşı İnsan Hakları Havarisi geçinen Almanya’nın gerçek resmî yüzü.
Amerika’da mama yerken boğulma tehlikesi geçiren 5.5 aylık bir bebeği; sarsmak ve tartaklamak pahasına ölümden kurtaran resmî çocuk bakıcısı Türk olan Fügen Hanım, teşekkür beklerken soluğu poliste alıyor. Suçu çocuğu sarsarak ağır bir şekilde tartaklamak.
Kadını sekiz yıl hapse mahkûm ettikleri yetmiyormuş gibi, bir de ayağına  “elektronik pranga” vuruyorlar! (a. g. m.)
İşte Türk Devleti’ne karşı  “İnsan Hakları” Havarisi geçinen Amerika Birleşik Devletleri’nin “adalet” anlayışı ve daha da düşündürücü olanı; mâlûm dâvâ hakkındaki adlî sürecin, Beyaz Saray sözcüsü Mike Hammer tarafından şeffafiyetinden emin olunmak(!) istenmesi! (Türkiye, 27 Kasım 1999)
Yine gözünü kırpmadan, Korsika’lı bir ayrılıkçı lideri 28 yıl hapis cezasına çarptıran Fransa’nın (Türkiye, 26 Kasım 1999), aynı durumla karşı karşıya olan ve aynı şeyi yapan Türk Devleti’ne karşı “İnsan Hakları” Havarisi  geçinmesi!
Velhasıl Batı’nın halkına değil ama hükümetlerine -münasebetlerimizi sürdürmek şartıyla- asla güvenmememiz gerektiğini hiç unutmamalıyız.