İnsan bilse ki; her an, her saniye, her yerde; yaptığı, gördüğü, duyduğu ve düşündüğü her şey mânen kara kutuya alınıyor. Allah tarafından biliniyor. Hesaba kitaba çekilecek. O kimse, en ufak kötülük ve fenalık yapabilir mi?

İşte bu temel felsefeden uzaktır Avrupa. Yavaş yavaş kanun hakimiyetini kaybetmektedir. İnsanına irfan ve fazilet hissi verememektedir. Bu yüzden çok yakın gelecekte, Avrupa devletlerinin insanıyla, genciyle ve hatta ihtiyarıyla başı derde girecek. Milletce manevî bunalımlara sürüklenecektir. Bu ihtiyaç kendini göstermeye başlamıştır. Avrupa düşünürleri arayış içindedirler.

İslâmın kurtarıcı prensiplerinin ve uygulanabilir pratiğinin er geç farkına varacaklardır. Bunun emareleri ortaya çıkmaya başlamıştır.

Araştırıcılık vasıfları bu sahada da kendisini gösterecek ve Hak din İslâma yönelmeyi de, hiç olmazsa bir kısmı başaracaktır.

Çünkü bilimsel araştırmalar; onları Kur’ana muhatap edecektir. Bunda, Avrupadaki binlerce müslümanın çoğunlukla örnek hareket ve yaşayışları büyük rol oynıyacaktır. Bilhassa bu hususta, Avrupadaki Türklere de büyük sorumluluk düşmektedir.

Gelecekteki bu neticeyi birçok Batılı düşünür, yıllarca önce görebilmiştir. İşte bazılarından yaptığım alıntılar:

İngiltere’nin en meşhur ve en büyük tarihçilerinden Edward Gibbon (Edvar Gibon) “Roma İmparatorluğunun İnhitat ve Sukutu” adlı eserinde şöyle diyor:

“Ganj Nehri ile Bahr-i Muhit-i Atlasî (Atlas Okyanusu) arasındaki memleketler; Kur’anı bir kanun-u esasî ve teşriî hayatın ruhu olarak tanımışlardır. Kur’anın nazarında, satvetli bir hükümdarla, zavallı bir fakir arasında fark yoktur.

“Kur’an Allahın birliğine en kuvvetli delildir. Feylesofane bir dimağa malik olan bir muvahhid, İslâmiyetin nokta-i nazarını kabul etmekte hiç tereddüt etmez. Müslümanlık belki bugünkü inkişaf-ı fikrîmizin seviyesinden daha yüksek bir dindir.”

“Kur’anın telkin ve Hazret-i Muhammed’in tebliğ ettiği esasattan mükemmel bir ahlâk mecellesi vücud bulur. Esasat-ı Kur’aniyenin muhtelif memleketlerde insanlığa ettiği iyiliği ve ettikten sonra da Allah’a takarrüp etmek (yaklaşmak) isteyen insanları Cenab-ı Hakka rabtettiğini (bağladığını) inkâr etmek mümkün değildir. Hâlık’ın hukuku ile mahlûkun hukuku, ancak müslümanlık tarafından mükemmel bir surette tarif olunmuştur. Bunu yalnız Müslümanlar değil, Hristiyanlar da Musevîler de itiraf ediyorlar.” -Marmadüke Picktahall (Marmadük Piktol)-

“Kur’an ile Kavanin-i Tabiiye (Tabiat Kanunları) Arasında Tam Bir Âhenk Vardır:

“Yeni keşfiyatın veyahut ilim ve irfanın yardımıyla hallolunan yahut halline uğraşılan mesail (mes’eleler) arasında bir mes’ele yoktur ki; İslâmiyetin esasatıyla teâruz etsin (çatışsın). Bizim Hristiyanlığı kavanin-i tabiiye ile telif için sarfettiğimiz mesaiye mukabil, Kur’an-ı Kerim ve Kur’anın tâlimiyle kavanin-i tabiiye arasında tam bir âhenk görülmektedir. Kur’an her hürmete şâyân olan eserdir.” -Levazaune (Lövazon)-

“Müslümanlık, Dünyanın Kıvamı Olan Bir Dindir;

“Cihan Medeniyetinin İstinad Ettiği Temelleri Muhtevidir (İçerir):

“Fransa’nın en maruf müsteşriklerinden Gaston Care (Gaston Kar), 1913 senesinde Figaro Gazetesinde, yeryüzünden Müslümanlık kalkacak olursa, müsalemetin muhafazasına imkân olup olmadığı hakkında makaleler silsilesi yazmış ve o zaman bu makaleler Şark gazeteleri tarafından tercüme olunmuştu. Fransız müsteşriki (Doğu Bilimcisi) diyor ki:

“Yüz milyonlarca insanın dini olan Müslümanlık, bütün sâliklerine (mensuplarına) nazaran, dünyanın kıvamı olan bir dindir. Bu aklî dinin menbaı ve düsturu olan Kur’an, cihan medeniyetinin istinad ettiği temelleri muhtevidir. O kadar ki, bu medeniyetin, İslâmiyet tarafından neşrolunan esasların imtizacından vücud bulduğunu söyleyebiliriz. Filhakika bu âlî (yüksek) din; Avrupa’ya dünyanın imarkârane inkişafı için lâzım olan en esaslı kaynakları temin etmiştir. İslâmiyetin bu faikiyetini (üstünlüğünü) teslim ederek, ona medyun (borçlu) olduğumuz şükranı tanımıyorsak da, hakikatin bu merkezde olduğunda şek ve şüphe yoktur.”