Yine eskiden okuduğum haberlere intikal ettim. Newyork’ta polisin çok teşkilâtlı ve kuvvetli olmasına rağmen, apartman sâkinlerinin geceleri sırayla apartmanda nöbet tutmaları gerçeğine.

Asansör dışında, dairelerine merdivenlerden çıkamayışları hakikatine. Merdivenlerde başlarına bir şeyler gelmeyeceğinden emin olamayışlarına.

Nitekim bazı olayları filimlerine bile konu ediyorlar. İnsanların kendilerini emniyette hissetmemeleri ve birbirlerine güven duymamaları. Kapılarında kilit üstüne kilit bulunmasından, içeriden de kapılarını zincirlemelerinden açıkça anlaşılıyor.

Bir kış gecesi, evine geç vakitte dönen kadın, dış kapının anahtarını evde unuttuğunu anlar. İçeri girmek için diğer zilleri bir bir çalar. Fakat kimse o geç saatte, dış kapıyı açmaya cesaret edemez. Sabahleyin kadının cesedi, kapı önünde donmuş olarak bulunur.

Yine ABD’den dönen bir arkadaşım anlatmıştı. ABD’de şehirler arası yolculuğa kendi otomobiliyle çıkamayışını. Eğer arabası ezkaza / kazara bozulacak olursa, yolda kalabilirmiş. Çünkü kimse durup yardım edemezmiş. “Acaba adam arabam bozuldu numarası yapıp beni soymak veya öldürmek mi istiyor?” diye düşünürmüş!

Yine bir arkadaşım anlatmıştı. Sabahın erken saatlerinde Londra’ya iner. Kalacağı eve, belli bir yerden sonra yürüyerek gider. Arkadaşları, sabahın bu erken saatinde yürüyerek geldiğini öğrenince şaşırırlar ve “Geçmiş olsun.” derler. “İyi ki başına bir şey gelmemiş. Çünkü sabahın bu saatlerinde bu yol tekin değildir!” derler.

Bu sefer şaşırmak sırası arkadaştadır. Zira bilmediği için o yolu yürümüştür. Hani derler ya: “Câhil cesur olur.” “Bilseydim herhalde cesaret edemezdim.” der.

Değerli okur! Bu hatırlayış ve hatırlatmaları, hiçbir milleti kötülemek için yazmıyorum. Sadece Batı’nın -buna ABD de dâhil- genellikle nasıl bir mâneviyatsızlık içinde yüzdüğünü ve bocaladığını göstermek istiyorum.

Çünkü vicdanlara hükmetmeyen kanunlar; insanları her zaman ve her yerde mutlu edemiyor, güvenli kılamıyor.

Londra’da her çeşit insanın bulunması, özellikle bir vesileyle gelip de, kaçak olarak Londra’da kalanların çokluğu, insanlarda tedirginlik doğuruyor.

Cambridge ve çevresinde yol kenarlarındaki dinlenme tesislerinde ve piknik yerlerinde -az da olsa- yerlere atılan çöplere rastlıyor ve şaşırıyorum.

Çünkü sanırız ki, bu hep bizde böyledir. Avrupa’da insanın çöpü yere atmasını havsalamız almıyor. Elbette bizde de olmamalı, onlarda da. Kaldı ki “Temizlik imandandır.” sözüne sahip bir dine mensup ve bağlıyız.

Psikolojik olsa gerek; Avrupa’ya aksi bir durumu hiç yakıştıramıyor, en ufak eksiklik konduramıyoruz. Çünkü Avrupa bizim için ölçü, kıyas ve mihenk taşı olmuş! Çünkü o en iyisini bilir! O asla yanılmaz! O ne yaptığını bilir! Her işinde, her hareketinde, her yaptığında ve hattâ her düşüncesinde, mutlaka bir hikmet, aklî bir sebep vardır.

İşte bu saplantılar yüzünden İngiltere’de görmeyeceğimi sandığım çirkin manzaraları görünce, şaşırmadan edemedim. Meşhur Thames nehrinde irili ufaklı çöplerin akması! Hem de Londra’nın tam ortasından geçerken. Sokaklara kağıtların atılması. Piknik alanlarında ve dinlenme yerlerinde çöplerin bırakılması. İçilen teneke kutularının yeşillikler üstünde bırakılması. Ne yalan söyliyeyim, beni epeyce şaşırttı doğrusu.

Yasaklayıcı emri vicdanlarından da almayanların, ilanihaye, uzun müddet polis korkusuyla durumlarını düzgün ve kıvamda tutamıyacaklarını, somut olarak, bir kere daha ve bu sefer bir Avrupa ülkesinde anlamış oldum.

Her insanın yanına bir polis koyamazsınız! Kaldı ki polis de insan. Polis için de bir polis; düşünmemiz lâzım olur ki, bunun tatbiki mümkün değil.

Oysa “Re’sü’l-hikmeti mehafetullah.” Yani hikmetin / insan olmanın başı, Allah korkusudur.

(12. 07. 2003, Bar Hill - Cambridge)