İnanır mısınız bilmem ama, Cambridge’de, parklarda çöp sepetleri prangalanmış, bir sabiteye zincirlenmiş vaziyetteler!.. Belli ki İngilizler, kendi insanına karşı önce gereken tedbiri alıyor; ancak ondan sonra vatandaşına itimat edip güveniyor. Bu bana şu tesbiti hatırlattı: “Hüsnü zan adem – i itimad.” Yani insanlar için güzel zan ve sanıda bulunurken; tedbiri de asla elden bırakmayacağız. İnsan bu, beşerdir. Bazen şaşabilir, kendisinden umulmayanı ve beklenmeyeni yapabilir. Hani bizde denile geldiği gibi: “Deveni kazığa bağla sonra Allaha ısmarla!” sözünden anlıyoruz ki, bu tavsiyede tüm insanların kabullenebileceği bir ruh var. Bu tespitimizi Latince bir sözle noktalayalım: “İnsanım, insani olan hiçbir şey bana yabancı değil.” x İsraf yok bu memlekette! Çöpler tek tek değerlendiriliyor. Evlerde ayrı çöp bidonları var. Toplanışları da farklı günlerde… En çok olan su bile – çünkü sık sık yağmur yağan bir ülkedir burası – dikkatli kullanılıyor. O kadar ki biriktirdikleri yağmur sularını dahi hesaplı harcıyorlar. İslam’ın, israfı haram kıldığını, fıtri ve tabii olarak, farkında olmadan benimsemişler sanki. x Şehirlerin ortasından ve kenarından geçen her nehir, mümkün mertebe, en iyi şekilde değerlendirilmiş. Kıyılarında ya kahvehaneler, ya lokantalar, ya kayıkhaneler yer alıyor. Veya su sporlarıyla ilgili kuruluşlar faaliyet gösteriyor. Velhasıl nehirler kendi başlarına bırakılmamışlar burada… Kendi hallerine terk edilmemişler doğrusu… Hem su yolu görevini görüyorlar. Hem de her hususta hayat ve hareket kaynağı oluyorlar İngilizler için… Şu veya bu sebeple, içleri cıvıl cıvıl olup, insan kaynıyor desem yeridir. x İngiltere’deki nehirlerin bu halleri, hemen çağrıştırıyor bana; güzelim İstanbul Boğazı’nı ve o cennet gibi yeşil kıyılarını ve deniz mavisinin her tonunu aksettiren, özellikle koyu lacivert renklerini… Evet bu, İngiltere’deki bir avuç sulardaki hareketliliğe diyecek söz bulamıyorum doğrusu…Ve bakıyorum da esef ediyorum kendimize!.. Neden be kuzum derseniz: İstanbul gibi dünya cenneti bir boğazımız varken; üstelik kıyıları cennet – asa / cennet gibi, birbirinden güzel ve şirin kıyı ve koylara sahipken; sanki ölü bir denizmişcesine bomboş!.. Bu muhteşemliği oranında bir hareketlilikten mahrum ve yoksun!.. Gönül istiyor ki, boğazın oldukça tenha ve bu manadaki seyr ü seferden boş ve hali oluşu, keşke yerini kendine has ve layık bir deniz trafiğine ve kaynaşan insanlara bırakmış olsa!.. Ne yazık ki boğazın serin ve lacivert suları, bazı yerlerinde üst akıntıdan ötürü adeta şarıl şarıl akıp giderken, bizlerin hüzünle bakmaktan başka elinden bir şey gelmiyor!.. Su akar Türk bakar misali sanki elimiz kolumuz bağlanmış, öylece oturuyoruz bir köşede!.. Bu atalet, bu tembellik tavrımızı; artık değiştirip atmalı… Dünyayı ayağa kaldırmanın yollarını aramalı… Ne yapıp edip İstanbul’umuzun şanına layık bir tanıtımla dünya insanını, bu tabiat cennetinden istifade ettirmenin ve yararlandırmanın bir çaresini bulmalıyız! Herkes daracık nehirlerini bile ihya edip canlandırmanın bir şekilde yolunu bulmuşken, bizlerin boğaza sadece seyirci kalmamız çok üzücü ve esef verici!.. Özellikle belediyelerimize bu hususta büyük sorumluluklar düşüyor. Hem maddi hem manevi kazanç getirecek teşebbüs ve girişimlerde bulunarak; İstanbul Boğazı’nın turizmde de dünyanın göz bebeği olduğu gerçeğini dünya âleme tanıtsınlar ve insanları bu büyülü, bu baş döndürücü şehirden mahrum etmesinler! Çünkü: “Bu şehr – i Stanbul ki bimisl ü bahadır Bir sengine yekpare Acem mülkü fedadır” Bir semtini sevmek bile, bir ömrü alan bir şehrimiz var… Üstelik ortasından üstten Marmara’ya, alttan Karadeniz’e doğru akan; akarken benliğimizi de söküp arkasından götüren ve bizleri, tarihin masal ülkesine sürükleyen dünya güzeli bir İstanbul’umuz var! Gerçi İstanbul güzel ama Bir de Türklerin elinde olmasa Diyen güya dost bildiğimiz müttefiklerimiz Var ama ne çıkar İstanbul’u elimizden alacak olanın Bizden evvel ecdad Alnını karışlar Neyse gelelim biz sadede… İngiltere’de iken manen bir ayağım sanki İstanbul’da idi. Yüreğim orda atarken kalbim Türkiye’m için çarpıyordu!.. İngiltere’nin nehirlerinde olan canlılığın hiç olmazsa İstanbul Boğazı’nda olmasını arzu ve temenni ettim. Bu güzel rüyayı gerçekleştirmesini de Büyük Şehir Belediyesi’nden iştiyakla bekliyor ve umuyorum. Evet, İngiltere’de Londra’nın ortasından Thames nehri geçiyor. Nehir bulanık ve açık kahverengi renkte akıyor! Ama üstü hareketten geçilmiyor! Sık sık iki yakayı birbirine bağlayan çeşit çeşit köprüler var ve çok yoğun. Deniz motorlarının biri gelip diğeri gidiyor. Ve tabii dünyanın her tarafından gelen farklı insanların bolluğu, bilhassa dikkatimi çekiyor ve ister istemez Güzel İstanbul’u düşünüyor ve Londra’nın yerine onu koyuyor ve dalıyorum renkli hayallere… İstanbul bir başka güzel oluyor böyle düşlerimde Öyle bulmak istiyorum İstanbul’u dönüşlerimde Elbette İstanbul büsbütün unutulmuş değil. Canlılıktan eser yok değil. Şüphesiz turist akınına uğramıyor değil. Güzelliği bilinmiyor değil. İstanbul’a gelinmiyor değil. Ama ben, bütün bunları yeterli bulmuyor; İstanbul’un daha fazla şeyleri hak ettiğine, bütün kalbimle inandığım için, bu tenkit dolu satırları karalamaktan kendimi, bir türlü alamıyorum.