İDEAL TÜRK KADINI
Muhsin BOZKURT
Her gün, aile facialarının yaşandığı, nahoş / hoş olmayan hadiselerin olduğu, üzücü vak’a ve olayların cereyan ettiği bir atmosferdeyiz! Kadın ve kızlarımıza karşı, cahillik yüzünden işlenen, nice sözde namus cinayetlerinin ortasındayız!
Kadın ve erkeğe, nasıl büyük bir görev ve sorumluluk düştüğü, izahtan vareste olup, açıklanmaya gerek duyulmayan bir husustur.
İşte sizlere, asil Türk kadını nelere muktedir olduğunu gösteren bir numune. Hem-cinslerine örnek olacak yaşanmış davranış biçimleri. İdeal eşin, gözler önüne serilen, imrenilecek asilane hareketlerini, siz okurlarımla paylaşmak istedim.
Bu büyük kadın; Türk filozofu Diyarbakırlı ünlü Ziya Gökalp’in değerli eşi Sn. Vecihe Hanımefendi’dir.
İşte her erkeğin hayalini kurduğu meziyetleri:
“Müthiş bir ruh yüceliğine sahip olan Vecihe Hanım, bir erkeği yıkıntıya itmemenin, tatlı söz, huy güzelliği, güler yüz gerektirdiğini bildiğinden, her sabah aynı okşayıcı bakışlar, aynı sevecen çehreyle Ziya Bey’i uykudan uyandırırmış. İnsanın içini ısıtacak bir gülümsemenin, birkaç tatlı sözün, karşısındakine duyduğu sevginin derecesini iletmeye yeteceğini bilirmiş çünkü. Uyanır uyanmaz yataktan çıkıp saçlarını derler, toparlar, sabahlığını giyinir, talimat vermiş olduğu oda hizmetçisi elinde kahve tepsisiyle kapıyı tıkırdatır tıkırdatmaz, kendine ait olan iskemlesini karyolanın önüne çeker, tepsiyi hizmetçinin elinden alır, sandalyenin üzerine koyarmış. Cezvedeki kahveyi fincanlara bölüştürdükten sonra, tatlı tarafından başlattığı sohbet eşliğinde kahvelerini yudumlamaya başlarlarmış. Zekâ fışkıran bakışlarını kocasının yüzüne kaldırıp, ‘Bu geceyi çok rahat (yahut biraz rahatsız) geçirdiniz galiba bey’ kehanetinde bulunurmuş. Ve Ziya Bey’i, ‘Nasıl, nereden bildi?’ düşüncesiyle hayretten hayrete düşürürmüş. Öyle ki, filozofumuz her sabah sohbet sırasında farklı bir kadınla konuşuyor olduğu zannına kapıldığından, karısına karşı duymaya çalıştığı sevginin kat kat üstüne çıkıyor olduğu gerçeğini kabullenip, sevincinden havalara uçarmış.
“Söz, bilgi ve davranışları aracılığıyla kendisini ruhunun derinliklerine çekmek için harcadığı çaba, Ziya Bey’in hassas olan ruhunu daha da hassaslaştırır, gözlerine yaşlar yürütürmüş.
“Kocasının bazı sabahlar, kimsenin erişemeyeceği bir duygu uzaklığı içinde uykudan uyandığını fark eden Vecihe Hanım, dikkatini dağıtmamak için, fincanı elinden aldıktan sonra, diğer odaya geçermiş. Epey sonra dışarıya çıkıp camdan baktığında, onu, sedirdeki köşesine, bacakları karnına çekili, gözleri tavana kalkık, başparmaklarını birbiri etrafında dolaştırıyor vaziyette görür, fikir üretmenin ne kadar zahmetli bir şey olduğunu babasından dolayı çok iyi bildiğinden, tekrar oturma odasına dönüp, Ziya Bey’in, ‘Acıktım’ diye seslenmesini beklermiş. Demlenmeye bırakılan çayın kokusunu çok sevdiğini bildiğinden, seslenir seslenmez, semaveri mutfaktan odaya taşıtır, çayları boşalttıktan sonra başlarmış evde olup bitenleri anlatmaya. Yüzünün, kaşlarının an be an açılıp, ışır gibi olduğunu algılayınca da, memleketin ahvaliyle ilgili sorular sorarmış kendisine. Kahvaltı faslı bittikten sonra, düşündüklerini kâğıda dökmeye başlayacaksa, odasına dönüp, masasının başına otururmuş. Sokağa çıkacağını söylerse, Vecihe Hanım, hangi takımını giymek istediğini sorarmış. Bir yandan soyunup giyinmesine yardım eder, bir yandan da konuşmasına devam edermiş. Geniş avludan geçip, sokak kapısına varıncaya dek, kocasına eşlik edermiş. Paravanın arkasına geçer geçmez kucaklayıp göz kapaklarının üzerine birer öpücük kondurarak, ‘Allah’a emanet ol’ temennisiyle kapıyı çekip, çıkarmış. Ziya Bey birkaç kez annesine, yanı sıra sekerek yürüyen karısının yürüyüşünü sevimli bir kekliğin yürüyüşüne benzettiğini söylememiş olsa, ona doğru akmaya başlayan duygularının yoğunluğunu kimselerin bilmesi mümkün olamazdı pek tabii.
“Vecihe Hanım platonik bir aşkla sevdiği adamla evlendikten sonra, alışkanlığın aşktan daha kuvvetli bir bağ oluşturduğunu anladığından ve bu bağın fedakârlık, ince anlayış, ev kadınlığı ve sağlam bir karakterle beslendiğini bildiğinden, yeteneğinin olancasını kullanarak, kocasını kendine bağlama azmi içine girmiş, amacına da ulaşmış.
“Ziya Bey ise, karısının evlenmeden önce, kendisine karşı duyduğu aşkı, dünyasının sırça duvarlarının dışına yansıtmamaya çabalarken çektiği acının dayanılmazlığını kavramış.
“Gökalp yapısındaki bir adam, karısının tevazu ve fedakârlığı, girmiş olduğu yolda ilerlemesini sağlayacak davranışları karşısında, şapka çıkarıp kendisini selamlamaktan başka ne yapabilirdi?
“Asil ve hassas ruhlar birbirlerini anlamakta güçlük çekmediklerinden, Vecihe Hanım, başka dünyadan gelmiş bir adam gözüyle bakardı kocasına. Gerçekten de sandığı gibiydi.
“Ziya Bey, karısının ahlak anlayışıyla dolu olan beynine karşı kalbinin yumuşaklığını, değerli taşlarla işlenmiş emsalsiz bir mücevher topuna benzettiği halde, vatanın içine düşmüş olduğu zilletten ötürü kendisine vakit ayırmaksızın, kafasındakileri kâğıda dökmekle iştigal edermiş. Heyecanının derecesini tahminleyen Vecihe Hanım, üç aylık hamile olduğu halde dikkatini dağıtmamak için bu muştuyu vermemek sabrını dahi göstermiş.
“Yaşamakta oldukları doğu ve güney doğu kırsalının durmamacasına altına ateş atılan bir kazan gibi fokur fokur kaynadığını bildiğinden kocasınınkine eş bir korku ve keder içindeymiş. Dünyaya gelecek olan yavruların istikballerini karanlık gördüğünden gebeliğine sevinemiyormuş ki, sevincini paylaşmaya kalkışsın.” (Esma Ocak, Bir Filozofun Özel Yaşamı, ZİYA GÖKALP, İstanbul Ocak-2006, s: 41-44)
X
İşte tarihte ideal Türk Kadını
Yazdırmış tarihe şerefli adını
Yükseldiyse erkek ancak elini tuttuysa kadını
Yoksa zor bulurdu erkek dünyadaki aradığını
Her zaman böyledir olmaz kadınsız erkek tam
Arkasındaysa kadını olur tam bir adam
Yorumlar