Çin’de ortaya çıktıktan sonra dünya ülkelerine de hızla yayılan Korona virüsün ülkemizde görüldüğü günden buyana bazı muhalefet temsilcilerinin ‘insanı zıvanadan çıkaracak’ kalibrede eylem ve söylemlerini ibretle izliyoruz. CHP’li Gürsel Tekin 11 Nisan tarihli twitter mesajında, henüz 3 bin test yapabilmiş Uganda ile salgına karşı mücadelede dünyaya örnek ülke olan ‘kendi ülkesi’ Türkiye'yi kıyaslarken akılara ziyan ‘sözde’ tespitlerde bulundu. Bakın tam olarak ne demişti Tekin:

“Uganda’da ilk vaka 13 Mart’ta ilan edildi. Uçuşları durdurdular. Yurtdışından gelenleri karantinaya aldılar. Her tür toplantıyı yasakladılar. Toplumu bilgilendirip 30 30 Mart’ta belli saatlerde sokağa çıkma yasağı ilan ettiler. Uganda’da 53 vaka var. Uganda Türkiye’den iyi yönetiliyor.”

Zannımca, merhum Erbakan’ın ‘geri kalmışlığı ifade etmek için’ zaman zaman Uganda’ya atıfta bulunmasına özenmiş. Ancak, Gürsel beyin bu sözlerini tekin bulmak hiç de mümkün değil. Zira geçen zamanda Türkiye dünyaya parmak ısırtan gelişmeler gösterdi, onlar kabul etmese de Türkiye dosta güven düşmana korku veren bir ivme yakaladı.

Beş altı yıl önce bir grup Nijerli gazeteci Konya’yı ziyarete geldiğinde dönemin Basın Bayın Enformasyon İl Müdürü dostumuz Tuncay Karabulut güzel bir buluşma tertip edip, Konya’da öğrenim gören Nijerli öğrencilerin de katıldığı hoş bir sohbet ortamı hazırlamıştı. ‘Basın kartları üzerinde konuşulurken’ Nijerli gazeteci ‘Bizim ülkemizde basın kartları otobüslerde geçmiyor’ demiş, bunun üzerine bir Nijerli talebe “Zaten bizim ülkemizde otobüs de yok. Kamyonlara doluşarak gidiyoruz” açıklamasını yaparak durumu özetlemişti.

Uganda hükümeti ‘Yüksek kaliteli sağlık tesisleri oluşturulması için’ 2016 yılında Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan destek talep etmiş ve kısa adı TİKA olan Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı ile Sağlık Bakanlığı da 2017’de ‘verem kontrol programı’ ve ‘aşı ile önlenebilir hastalıklara yönelik aşılama programları’ gibi eğitimler vermişti. Ülkede sağlık hizmeti için ödenek konusunda büyük yetersizlik olduğunu ve kırsal kesimlere hizmet götürülemediği de biliniyor.

Şimdi siz söyleyin; Gürsel Tekin’in Korona virüs mücadelesinde verdiği Uganda örneği tam da Nijerli delikanlının tanımına denk düşmüyor mu?

**

Amerika, İtalya, Fransa gibi ‘sözde modern ve gelişmiş’ ülkelerin makyajları Korona virüs sürecinde nasıl da döküldü, gördünüz değil mi?

Ya da ‘takke düştü kel göründü’ de diyebiliriz.

Vatandaşına ‘bir avuç hacminde bezden mamul’ maskeyi bile temin edemeyip, okyanusta yüzen gemilere baskın vererek korsanlık yapan batılı ülkelerin ‘imdat çığları’ Ankara’da yankı buluyorken…

‘Güneşi batmayan ülke’ diye birilerinin hülyalarını süsleyen İngiltere ‘sağlık sisteminin çökmemesi için Türkiye’den gelecek yardıma ümit bağlamışken…

İtalyanlar, Fransızlar, İspanyollar birbiri ardınca Türkiye’ye şükran duygularını sunuyorken bizden birilerinin, topluma zerk etmeye çalıştığı ‘ibretlik hezeyanlara’ bakar mısınız?

Efendim eczaneler maske vermiyor, PTT dağıtamıyormuş.

Maske konusunu istismar etmeye gayret eden fırsatçılar türemiş ve teknik yetersizliği olan ürünleri dahi fahiş fiyatlardan kapı kapı dolaşarak satışa çıkarmışlardı.

Devlet maske satışını yasaklayarak aslında iki adım birden atmış oldu. Birincisi vatandaşı fırsatçıların insafına terk etmedi. İkincisi ise, maske dağıtımını uhdesine alarak, sokağa çıkma hususundaki kontrolü de sağlamayı murat etmiş olmalıdır.

**

Güya Türkiye’de Korona’dan ölüm sayısı devletin açıkladığından çok çok fazlaymış da, rakamlar gizleniyormuş. Şu söze bakar mısınız: ‘Bakan belki dürüst adam ama açıkladığı rakamlar tamamen yalan. Bakana zorla yalan söyletiyorlar!’

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’dan bahsediyor. Halkın gözündeki imajını zedeleyemeyeceğini biliyor da; şahsına baskı yapılarak yalan söyletildiğine milleti ikna etmeye çabalıyor. Sonra bir ilave daha yapıyor: “Açıklanan rakamların hepsi yalan. Her gün sadece İstanbul’da 400-500 kişi ölüyor. Çoğuna ölüm sebebi korona yazmıyorlar” diyerek. Arada yine Fahrettin Koca’nın iyiliğinden dem vurmayı ihmal etmiyor ki, arkasından savuracağı cümle füze etkisi yapabilsin: “Bakan iyi adam. Menzilci olmasına rağmen iyi adam ama adama doğruyu söyletmiyorlar. Bu hastalık Türkiye’de en az 50 bin insanı götürecek ama 5 bin açıklayacaklar.”

“Bütün şehirlerde mezarlık kayıtlarını belediyeler tutar. Koronanın merkezi haline gelen İstanbul, İzmir, Ankara gibi şehirlerde de muhalefet partili belediye başkanları var. Günlük ölüm sayısında normalin üzerinde bir rakam oluşsa durur mu bu belediyeler?”, diyorsunuz. Bu sefer eveleyip geveliyor.

Ve anlıyorsunuz ki içinizde, aynı havayı soluyup aynı membaın suyunu içtiğiniz, kimi zaman yan yana oturup aynı maçı seyrettiğiniz kimi insanlar bile yüreklerinden ‘Hadi be Korona, bizim yapamadığımızı sen yap’ diye bir bekleyiş içinde!

**

BU NE YAMAN ERMENİ SEVDASI?

Her sene Ermeni soykırım iddiasının bir kısım çevrelerce ısıtılıp gündeme getirilmesine alıştık alışmasına da, bu iddiaların peşine ‘bildik, tanıdık’ simaların da takılmaya başlaması pek de manidar geliyor!

Soykırım iddialarının gerçek olmadığına dair yayınlanan onca kitap ve makaleye inat, belli bir siyasi zümrenin Batılı siyasal senaristlerin ardına düşüp Ermeni ağıtı yakmaları adeta moda halini aldı. Bugünlerde yine aynı nakarat tekrarlanıyor. Hatta sosyal platformlarda ‘soykırıma yönelik’ üşenmeden uzun bir yazı kaleme alan zat kendine hayret ettirdi. “Ermeni kelimesi benim için uzun zamandır çok farklı şeyleri çağrıştırıyor. Bana çok sıcak, sımsıcak bir şeyler ifade ediyor” dedikten sonra yazının bir yerine “Bana Ayasofya’nın Kiliseye çevrilmesi daha adil gibi geliyor. Heybeliada ruhban okulu zaten hemen açılmalı” cümlesini yerleştirmiş. 

Adıyla, soyadıyla, diliyle, muhitiyle bizden biri… Ama hangi aklın hizmetindeyse artık, Ermeni soykırımı iddialarını döndürüp dolaştırarak Ayasofya’nın kilise çevrilmesi talebine getiriyor. Biliyoruz; bu milletin, bu memleketin, Türk devletinin cihan dolusu düşmanı var ama bu kadar içeriye girmiş olmaları manidar!