ŞEHİT PİLOT MUZAFFER ERDÖNMEZ
Muhterem okuyucularım; Havacılık tarihimizin az bilinen, efsanelerinden Kore Şehidi Muzaffer ERDÖNMEZ’in hayat hikâyesini kısaca anlatarak devam ediyorum köşe yazıma. Amacım varlık sebeplerimizden birisi olan kahraman şehit ve Gazilerimizi bir daha hatırlayıp anmak ve ruhlarını şad etmektir.
MİHO Üssü Hareket Subayı ve Kore’de Türk Tugayı kitabının yazarı Wally Mc Danel, Muzaffer ERDÖNMEZ’in Kore’de ki hikâyesini anlatmaya devam ediyor ve yanındaki Türk Üsteğmene;
— Üsteğmen, sen görev için geldiğini mi söylüyorsun?
— Evet efendim
— Ne çeşit görev Üsteğmen?
— Uçuş görevi efendim. B-26’larınızla savaşmak için geldim.
Gözlerinde fark ettiğim o ışıltının daha da arttığını düşünüyordum. Ayrıca bunu söylerken kendine güveninin daha da arttığını düşündüm.
— Yanında Form–5 ve emirlerini getirdin mi? Uçuş durumunu incelemek istiyorum.
— Hiç bir şey getirmedim efendim.
— Hiç uçuş tecrüben yok mu?
— Hayır efendim. B-26’larda çok uçuşum var. Ama hiçbir yazı ya da doküman yok.
Bu kadarı benim için çok fazlaydı. Ama yeni bir uçucu personele sahip olma düşüncesi fikirlerimin netleşmesine yardımcı oldu. Bu gönüllü pilotun odamdan dışarı çıkıp gitmesine izin veremezdim.
— Lütfen otur Üsteğmen.
— Hayır efendim. Teşekkür ederim.
— Madem oturmuyorsun, rahatta bekle. Ben hemen döneceğim.
— Evet efendim.
Erdönmez, rahat pozisyonuna geçmedi ama gene de biraz rahatlamış görünüyordu.
“ Türk pilot ile ilk karşılaşan Astsubay Del Hasting sabah olanlar hakkında şunları anlatmıştı:
Ben hangarın sonundaki büromda dışarı bakarken alışılmadık bir şey gördüm. Bizim arkadaşlarımızdan bir kaçı yer personeli gibi görünen birisiyle konuşuyorlardı. En azından bana öyle geldi. Bende merak ettim ve yanlarına gittim. Yer personeli sandığım kişi kendini, Muzaffer Erdönmez, Kıdemli Üsteğmen, Türk Hava Kuvvetleri, Birleşmiş Milletler komutası, 8 inci Ordu Karargâh çalışanı olarak tanıttı. Hikâyesini anlatırken eşyalarının yanında duruyordu. Beş tane torbası vardı. Orta seviyede İngilizce konuşuyordu. Kore’den cepheden geldiğini ve oradaki Türk Tugayı’yla birlikte çarpıştığını anlatıyordu. Türkler 25 inci Piyade Tümeni’ne bağlı olarak savaşıyorlardı. Üsteğmen bize birlikte çalıştığı piyade subaylarıyla ilgili fikirlerini anlatıyordu. Söylediğine göre Kore’de ön saflarda çarpışan çılgın piyadeler hayatlarını her gün riske atıyorlardı. Ben ona ne istediğini sordum. O da “Ben pilotum, uçmak istiyorum” dedi. “Ben küçük rütbeli bir astsubaydım ve ona elbette bir uçak tahsis edemezdim. Ona Yarbayı beklememiz gerektiğini söyledim.
Yarbayın Türk üsteğmen ile görüşmesinde, hiçbirimizin farkına varmadığı bazı şeyleri ortaya çıkarmıştı. Birincisi Üsteğmen’in hiç parası yoktu ve uzun zamandır yemek yememişti. Yarbay bana dönüp “Astsubay, Üsteğmen’i Maliye kısmına götürün ve yeterli miktarda para alın, bir şeyler alıp karnını doyurabilsin.” diye emir verdi. Güya ben problemi komutana devretmiştim ama bu gene benim problemim olmuştu. Yarbay’a usulca normal şartlarda uygun formlarla bile para almanın çok zor olduğunu hatırlattım. Yarbay bizi, “yapabileceğiniz ne varsa yapın” diyerek Maliye’ye yolladı. Komutanın Jeep’iyle Türk Üsteğmen ile birlikte Maliye’ye vardık ve gerekeni yaptık. “
Yarbay devam ediyor; “729 uncu Bombardıman Filosu’nda, Sam Amca’nın üniformasını sürekli giyen birçok subay vardı. Bu Türk subayı da kendi Hava Kuvvetlerinde bu haklara sahipti. O çok kişilikli ve bizim subay ve astsubaylarımız tarafından saygı gören biriydi. Bizim subaylarımız Üsteğmen için yardım toplamaya başladılar. Kırk yıl sonra hatırladığım kadarıyla bu 300 dolar civarında bir paraydı. Üsteğmen Erdönmez, kendisi hakkında bir karar verilene kadar 729 uncu Filo’da çalışmaya başladı. Amerikan Hava Kuvvetleri’nin uçuş tulumu giyiyordu ve Türk Hava Kuvvetlerine ait rütbe işaretlerini taşıyordu. Rütbeleri altın yıldız şeklindeydi.” Tekrar ofise dönersek, bizim yabancıya şüphe ve saygıyla karışık şöyle bir baktım. Belki B–26 Invader’leri harpte uçurabilirdi ama bunu bana ispatlaması gerekirdi.
Sonraki otuz dakikada Üsteğmen’in hikâyesinin en azından bir kısmını öğrendim. Bu hikâyelerin çoğu oda arkadaşları ve diğer arkadaşları tarafından duyuldu. Arkadaşlarından öğrendiğim kadarıyla Muzaffer, “VİC” diye çağırılmak istiyordu. Bu arada çok arkadaşı olduğunu da belirtmeliyim. Beraberinde getirdiği eşyaları canvas bezden yapılma torbalar içinde 45 kalibre Thomson marka bir tabanca, 45 kalibre yarı otomatik makinalı ve birkaç yüz adet mermiden ibaretti. Bizimle olduğu sürece torbasını daima ranzasının altında muhafaza etti.
Devam edecek!...
Yorumlar