Estetisyen ve Sağlıklı Yaşam programının moderetörü Demet Kaytan genel cerrahi uzmanı , İstanbul Tabip Odası Temsilciler Kurulu Divan Başkanı DR. Samet Mengüç ile ceza evlerindeki sağlık durumunu konuştu…

Cezaevlerinde sağlık ve sağlıksızlık durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tarih boyunca toplumlarda suç ve suçlara karşılık ceza uygulamaları, toplumsal huzur ve düzenin devamı amacıyla çeşitli şekillerde uygulanmıştır, günümüzde de uygulamalar devam etmektedir. İşlenen suçlar aynı olsada tarihte karşılığı olan cezalar ölüm, işkence, zalimane uygulamalara maruz kalma, bedenen sakat bırakılma, bazı sosyal haklardan mahrum bırakılma gibi ağır veya hafif  müeyyidelerle yerine getirilmiştir. Yani suça karşılık cezanın şekli hep iktidarı elinde bulunduranların insana bakışı, suçu yorumlama ve buna karşılık uygun gördüğü ceza anlayışına bağlı olmuştur. Modern dünyada suçlara karşılık cezalandırmaların; evrensel hukuk uygulamaları ile ortaklaştırılmasını gerektirmektedir. Ancak toplumlar (ülkeler)arasındaki aynı suça karşı farklı cezaların uygulanıyor olması yine iktidarların insana ve yaşama dair bakışlarındaki farklılıktır.
Sizce ceza – tutuklu evleri, ıslah evleri hangi amacı taşımalıdır?
Modern dünyada ceza-tutuk evleri ve küçük suçluların bulunduğu ıslah evleri, bu insanların işledikleri suçlara verilen cezalarını çekerken, insani özelliklerini yitirmeden,  toplumsal yaşama tekrar en uyumlu bir şekilde dönmelerini sağlama amacını taşımalıdır.
Günümüz Türkiye’sinde de  cezaevi-tutukevi ve ıslahevlerinde yaklaşık ikiyüzbin insan yaşamaktadır. Bu ikiyüz bin (200.000) insanın fiziki koşulları, beslenme, hijyenik ve sağlık koşulları sizce nasıl?
Günümüz Türkiye’sinde de  cezaevi-tutukevi ve ıslahevlerinde yaklaşık ikiyüzbin insan yaşamaktadır. Bu ikiyüz bin (200.000) insanın fiziki koşulları, beslenme, hijyenik ve sağlık koşulları elbette ki dış ortama göre daha kötü durumdadır. Geçmişte bu coğrafyada, katliamlar, soykırımlar, yargısız ve faili meçhul sayısız cinayetler, din, mezhep, inanç nedeniyle acımasız baskılar yaşandığı ve tüm bunların iktidar erkini elinde bulunduranlar tarafından yapıldığı hepimizin malumudur. Bugünde aynı zihniyetteki iktidar sahiplerinin belirleyici olduğu ülkede Pozantı cezaevindeki çocuk tecavüzleri, Şakran’da kiişkenceler, Antalya’daki çocuk istismar ve tecavüzleri de pervasızca yaşanmaktadır. Oysaki bugün Demokrasi  ve hukukun egemen olduğu tüm ülkelerde cezaevlerindeki insanların, insan olmaktan kaynaklanan hakları uluslararası evrensel norm ve belgelerle güvence altına alınmıştır (İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Çocuk Hakları Evrensel Sözleşmesi, Minnesota Protokolü, İstanbul, Protokolü, Uluslararası Af Örgütü,Unesco gibi).
Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilmiş bu belgelerden; İstanbul Protokolü(İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve 
Belgelendirilmesi için El Kılavuzu) ayrı bir önem arzetmektemidir?
Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilmiş bu belgelerden; İstanbul Protokolü (İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi için El Kılavuzu) ayrı bir önem arzetmektedir. TTB (Türk Tabipleri Birliği) tarafından bir grup hekimin yaptığı çalıştayla gündeme alınmış, daha sonra TİHV (Türkiye İnsan Hakları Vakfı) Ve ATUD (Adli Tıp Uzmanları Derneği) ile birlikte geniş çalışma ve dokümantasyonlarla bir taslak haline getirilmiştir. İstanbul’da 15 Ülke temsilcilerinin katılımıyla taslak prensip olarak kabul görmüş İstanbul’daki uluslararası katılımcıların da katkı ve önerileriyle BM‘e sunulmuş ve 52 ülkenin katılımıyla yapılan BM Cenevre toplantısıyla resmen BM belgesi olmuş ve nihayetinde 2001 yılında 187 ülkenin katılımıyla gerçekleşen New-York BM toplantısında resmi protokol olarak yürürlüğe girmiş bir belgedir. Sadece İstanbul Protokolünün yaşama geçirilmesi ülkedeki ceza ve ıslah evlerindeki utanç verici işkence, tecavüz, istismar ve hak kayıpları/gaspları yaşanmamış olacaktı.
Sizler hekim olarak hangi koşullar altında sağlık hizmetini nasıl ve ne şekilde verilmesini savunuyorsunuz? Size göre “HEKİMLİK” vasfı nasıl yitirilirmiş olur?
Bizler birer sağlık hizmet sunucusu olanlar yani hekimler; kim olursa olsun, suçlu veya suçsuz her insanın her koşulda sağlık hizmetini eniyi ve en nitelikli şekilde en kısa ve en hızlı sürede alması gerektiğini savunur ve bu hizmeti sunmaya çalışırız. Bunu sunarkende karşılığında neyle karşılaşırsak karşılaşalım, asla ve asla iktidarı elinde bulunduranlarla ortak olmayız, olmamalıyız,…’’ Eğer bir hekim suçun karşılığı cezanın çektirilmesinin ağırlaştırılmasında bir unsur olmuşsa hekimlik vasfını yitirmiştir’’.
Yakın tarihi insanlık dışı, işkence ve zalimane uygulamalarla dolu bir ülkede hekim olmayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yakın tarihi insanlık dışı, işkence ve zalimane uygulamalarla dolu bir ülkede hekim olmanın utancını maalesef günümüzde de taşıyorum. (1980’lerde Diyarbakır-Metris-Mamak, 1990’larda Bayrampaşa-Metris-Ümraniye, Bugün Pozantı-Tekirdağ-Şakran-Antalya). Ancak bu utancımızın yanında 1980 li yıllarda idama karşı sergilediğimiz ağır bedelli de olsa duruşumuz, Birleşmiş Milletler İstanbul Protokolü olarak anılan “İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi için El Kılavuzu” belgesinin hazırlanmasında ve hayata geçirilmesinde temelkatkısı  olan bir mücadelenin  de onurunu taşımaktayım.Bu ülke işkencecilerini tedavi eden hekimlik onurunu taşıyan hekimlerle doludur…
Hekim olarak bizler mahpus olanlarında , eniyi koşulardaki fiziksel mekanlarda,eniyi şekilde beslenmeleri ensağlıklı koşullarda yaşamaları ve en iyi sağlık hizmetlerini almaları gerektiğini bir insani hak olarak görür ve bu hakların sağlanması içinde hertürlü çalışmayı /mücadeleyi savunuruz… Unutulmamalıdır ki her insan bir gün tutuklanabilir, mahkum olabilir. Tıpkı her hekimin potansiyel bir hasta olması gibi…
Hapishaneler, “ötekilerin” mekanları, değildir. Cezaevleri”, “ceza evleri” olamaz…Tutukluluk “İşkenceye” dönüştürülemez…