İlk öykü kitabı olan “Oysa Bir Umuttu” ve ilk şiir kitabı olan “Limanı Olmayan Âşıklar” ile bu muhteşem eserleri takip eden “İki Dize Arası”, “Düşlerimin Vazgeçilmezi” ve “Küllenen Aşklar” adlı kitaplarıyla kendisini tanıma fırsatı bulduğum saygıdeğerli yazar Hande Ortay ile keyifli bir röportaj yaptık. Bizi kırmayıp soruları tüm içtenliğiyle cevapladığı için kendisine teşekkür ediyoruz.

Öncelikle merhaba Hande Hanım.

Merhabalar...

Yazmaya ne zaman başladınız?

Almanya’dayken bir günlük karaladığımı hatırlıyorum. Şimdi kayıp, bulamıyorum. Öykü yazmaya ise lise yıllarımda başladım. Çokça yazıp yırttığım bir dönemdi. Bir yandan dilin, diğer yandan öykünün imkânlarını öğrenme çalışmaları olarak bakılabilir o yıllardaki karalamalarıma. 

Peki, yazmak ne demektir Hande Hanım? Yazar olmak tatmin edici bir sıfat mı?

Bana göre yazmak kişinin kendisiyle baş başa kalması. İç dünyasını kâğıtlara ustaca nakşetmesi. Özgür ruhlu olması ve sanatını ortaya koymasıdır. Yazar, yazdığı zaman iç âleminde gezintiye çıkar ve bu yolculuğa çıktığında nelerle karşılaşacağını kendisi dahi bilemez. Yazarken sürprizlerle dolu bir maceraya atılıyorum ve bu bana mutluluk veriyor. Zira girdiğim ilham dünyasının beni nereye sürükleyeceğini, nelerle de karşılaşacağımı bilemiyorum. Bunu önceden kestirememek de bana keyif veriyor.

İlk öykü kitabınız olan “Oysa Bir Umuttu” ‘adlı kitabınıza geçelim... Nasıl bir kitap bu? Sizin ilk göz ağrınız. Hatta ürettiğiniz için belki de bebeğiniz. Kitap ve hikâye hakkında aydınlatır mısınız bizleri?

Oysa Bir Umuttu kitabım üç sene öncenin meyvesidir. Temelinde tutkulu bir “karşılıksız” aşkı konu alan, hayata dair, acı, tatlı, keder, vazgeçememe, sevinç, hüzün gibi tüm duyguları kapsayan bir dönem kitabı. Nilüferin, Çınara olan karşılıksız aşkı… Okurken zaman zaman gözyaşının, zaman zaman yalnızlığa eşlik edeceği bir kitap…

İkinci şiir kitabınız olan “Limanı Olmayan Aşıklar” dan sonra hayatınızda neler değişti? 

Sabahları daha mutlu ve huzurlu uyanıyorum lakin bunun ikinci kitabımı yazmış olmamla ilgisi yoktur herhalde. Topluma seslenmek, seslenebilmek gibisi yok. Duygularına tercüman olabilmek ve olumlu geri bildirimler almam beni oldukça mutlu ediyor. Zira bazı okuyucularım da karamsar şiirler yazmamdan duydukları rahatsızlıkları dile getiriyorlar. Lakin ne yapayım, ben de karamsar bir şairim. Fakat unutmayalım ki, her şiir kitabın bir niteliği, maksadı vardır. Benim şiir kitaplarımdaki maksadım da insanımıza, bilhassa gençlerimize şiir yoluyla şuur, farklı bir bakış açısı aşılamaktır. 

Şiirlerinizde ne tür konuları ele alıyorsunuz?

Aşk olmayan bir şiirden söz edilemez. Aşk konuların özüdür ve bunun dışında kalan bütün faili meçhul konular aşkın darağacına asılan bir ecelin önsözüdür. İşte bu yüzden de aşkın rotası ile her konu hakkında yazı ve şiir yazılabilir.

Peki, şu ana kadar kaç şiir yazdınız?

Hani bir söz vardır, kadının yaşı, erkeğin maaşı, şairin de şiiri sorulmaz.  Şaka bir yana temize çektiğim halde, yine de üzerinde birçok değişiklik yaptığım şiirlerim var. Bu değişikliklerin sebebi de yaşamın çok hızlı akmasından ve güncel olmayı sevmemden kaynaklanıyor. Zira günümüz toplumu şiiri çok hızlı tüketiyor ve sizin şiirinize katabileceğiniz daha birçok olgu/olay ortaya çıkabiliyor.

Bize biraz karşılıksız aşkı anlatır mısınız? Ve bu duruma maruz kalan gençlere, yaşsız âşıklara neler tavsiye edersiniz?

Karşılıksız sevmek aşkların en can yakanıdır. Hissini en derin duygularla hissedebilen güçlü insanın, en hassas duyguları da içerisinde barındırmasıdır. Şayet bu duruma maruz kalırsanız, gidip konuşun bence. En fazla reddedilirsiniz. Unutmayın kendinizi harap ederek hiçbir yere varamazsınız.

Çiçeği burnunda bir yazar olarak, edebiyat dünyasında gördüğünüz en bariz sorun nedir? Bu soruna ne gibi bir çözüm önerisi sunulabilir?

Yayın aşamasında benim yaşadığım en büyük problem, yayınevlerinin yeni yazarlar yerine kendini satış rakamları ile ispatlamış yazarlara öncelik vermesiydi. Maalesef, bir yayınevi kitabınızı kurula sokuyorsa şanslı hissetmeniz gerekiyor. Yayınevleri açısından baktığımda, onların da hayatlarına devam etmesi için garantili yazarlara öncelik tanımasını anlıyorum ama en azından her sene en az birkaç yeni yazar adayına şans tanımaları gerektiğini, bunu Türk edebiyatı ya da romancılığı için yapmaları gerektiğini düşünüyorum.

İmza günleri ve etkinlikleri düzenliyor musunuz?

Yayınevlerim olan Cinius, Delisarmaşık ve İkinci Adam Yayınları’nın katıldığı tüm kitap fuarlarında imza ve söyleşi günlerini düzenliyorum. Bunun yani sıra davetler üzere konferanslar veriyorum. Anlayacağınız üzere çok yoğun günler yaşıyorum zira bunları büyük bir zevkle yapıyorum.

Bundan sonraki hedefleriniz neler? Gelecek ile ilgili projelerinizden söz eder misiniz?

Şu an bir Roman üzerinde çalışıyorum. Sizi biraz merakta bırakmak istiyorum. Sürprizlere açık olun...

Yazma ritüelinizden bahseder misiniz? Örneğin hangi ortamlarda, hangi materyallerle veyahut müziklerle yazmayı tercih ediyorsunuz?

İlhamın gerçek kaynağı alfabeyi, kelimeleri oluşturan ise harflerdir. Konular ve karakterler de en sona gelir. Dilin sınırı kelimeler olduğundan dolayı da, oyunun kurallarını onlar belirler. Hadi size bir sırrımı daha vereyim. Klasik Türk Sanat Müziği eserlerini dinleyerek de kolayca yazabiliyorum.

Yazmak sizin için hayat boyu sürecek bir serüven mi, yoksa yazmayı bırakmayı düşündüğünüz bir zaman var mı?

Hayat boyu sürecek bir serüven olsun isterim elbette. Zira yazmamak diye bir şey olamaz; öncelikle bunca yıllık birikime nankörlük olur. Ölünceye kadar yazmak isterim.

Zamanı geçmişe alma imkânınız olsa, tekrardan yazar olmak ister miydiniz ve neden?

Tekrardan yazar olurdum. Zira insanın içinden bir şeyleri dışarı dökebilmesi kadar güzel bir şey yoktur.

Edebiyat dünyasında bir şeyleri değiştirme şansınız olsaydı şayet, neleri değiştirmek isterdiniz?

Bilinçli ve eğitimli bir nesil için kitap okumaya teşvik ederdim. 

Türkiye’de kitap yayınlamak zor mudur?

Kesinlikle, bir yazarın ilk kitabını yayınlatması kolay değil. Sanırım bu durum ülkemizde özgü bir durum söz konusu değil. Dünya’da bunun çok kolay olduğunu da düşünmüyorum. Lakin şu da var ki; eğer bir şey yazdıysanız, önünüzde sonunda ona hak ettiği değeri veren birileri çıkacaktır. Asıl iş de ondan sonra başlayacak. Yani kitabın okura ulaşması gerek. Bu da eserin niteliği kadar yayın evine de bağlı. Eğer yayın eviniz üzerine düşeni eksiksiz bir şekilde yaparsa, kitabınızı iyi dağıtılıyor. Eleştirmenlere gönderiliyor, reklam yapılıyor. Aksi takdirde, siz ne kadar iyi yazarsanız yazın, okura ulaşmadıktan sonra, yaptığınızdan bir tek sizin haberiniz olur. Bir de yakın çevreniz. 

Son olarak, yazar olmak isteyenlere tavsiyeleriniz nelerdir?

Günün birinde, bir genç gelip Andre Gide’ye, “Sizce yazar olmalı mıyım?” diye sorduğunda, “Olmayabiliyorsanız olmayın.” diye yanıtlar Gide. Bence çok zekice bir cevap... Yazmaktan başka çaresi olmayan kişilerdir büyük yazarlar, zira başka türlüsü mümkün değildir. İddialı görünebilirsiniz lakin iddialı olmayacaksanız. Tam bir farkındalıkla yaptığınız işle, hem hal olmayı öğrenmelisiniz. Yazar ve şair unvanını kişi kendine vermez. Bu makamı toplum verir. Her şiir yazan şair, her kitap çıkaran da yazar değildir. Büyük araştırma ve alın teri gerektiren bir uğraştır. Bu da ancak sevgi, emekle elde edilir. Örnek alacağımız yazarların kişiliği, eserlerini güzel inceleyip, aile yaşamı düzgün kişileri örnek alıp, tecrübelerinden yararlanmalıyız. Kalemler anlamlı bir esere yol almalı ve insanlığa faydalı eserleri gelecek nesillerimize bırakmak en büyük hedefimiz ve mirasımız olmalıdır. Bu yolda sabrederek elde edeceğimiz değerleri korumalıyız ve emek verenlere de saygı gösterip, sahip çıkmalıyız. Hepimizin yüreği başka, içindeki deryaları da başkadır. Övgüye layık olanı görmeli, takdir etmeliyiz.

Biz de Önce Vatan Gazetesi ailesi olarak bizimle yaptığınız bu özel ve içten röportajdan ötürü değerli sanat yüreğinize şükranlarımızı sunar, gelecek çalışmalarınızda başarılar diliyoruz…

RÖPORTAJ: AZİZ KARATAŞ