HABER: MELİKE BİRGÖLGE

Gözleri hüzünlü…

Sesi endişeli…

Genç bir kadın…

Dünyayı sevgi kurtaracak demiş şair.

Ama sevgi kalmadı ki insanlarımızda.

Birbirimizden korkar olduk.

Ses çıkaramaz olduk.

Ne için vardık ve neden doğduk?

Öyle korktuk, öyle korktuk ki, düşünmekten vazgeçtik.

Mutluluk dileyen dualar yerini yakarmalara bırakırken çoğu şey anlamını yitirdi.

Sevgisiz, inançsız, kimsesiz kalmanın insanı, insanlığı ne hale getirdiğini günbegün yaşamanın yanı sıra iliklerimizde hissederken…

Hakkari’ye atanan genç öğretmen, anlattığı hikayeyi ilgiyle dinletirken durum geçişlerini, o anları yaşatıyor izleyenlere.

Kah çarşının ortasındayken bombaların patlamasını…

Hayat etaminine işlenen rengarenk hayallerin bir anda solmasını…

Kahbir kalemin bacağa saplanmasını…

Yaşama sevgi ve insanlık dokumak varken değer ilmeklerinin nasıl da düğümlendiğini…

‘Sofraya bir tabak daha koyalım’ dediğimiz günlerden ‘Karnımız az da olsa doysun’ deme durumuna geldiğimizi…

İnanç diye bağıranların inançsızlığı yüzünden dua edemediğimizi…

 ‘Dünyayı sevgi kurtaracak’ diyen şairin aksine sevgisizlikte nasıl boğulduğumuzu…

Savaş ve özgürlük gerçeklerini, savaşların silah satıcılarıyla bu satıştan kar edenler arasında olduğunu…

Savaşı çıkaran kişinin, yenileceğini anlayınca daha fazla delirdiğini...

Kazanmak için daha fazla silahlandığını…

Hırstan dönmüş gözleriyle, yenilgiyi kabul etmediğini…

Oysa kaç aç şehri doyurur o silahların paraları, kaç aç çocuğu kaç aç anayı…

Oysa kimse kimseyi öldürmek için yaşamaz.

Öldürmek içgüdüsü yok, yaşamak var özümüzde.

Savaş demişken…

Sadece dünyada, ülkeler arasında olan, ille de harp alanında yaşanan değildir.

Hayatın içindedir.

Büyümek de bir savaştır, sınava girmek de, seni taciz edenin karşısında dimdik durmak da…

Ne savaşlardan sağ çıkar kadın.

Ne savaşlar verir insan.

İnsanlarınhayat savaşında sağ kalmaya çalışırken delip geçen bu olguları; gözümüze, gönlümüze, aklımıza saplanan kurşunlar, akıttığı kanları, açtığı yaraları hafızamıza mıhladı bir kez daha, ‘Ağladım’ oyunu.

Ağlatan daha doğru yaşatan Selena Demirli.

Selena genç bir yetenek.

Hayatın içinden geçen, yurdun ücra köşesine atanan bir öğretmenin, bir kadının yaşadıklarını, şahit olduklarını iliklerinde hissedercesine özümsemiş, ki izleyenlere anlattığı konu, olgu, duygu neyse bunu izleyenlere geçirmeyi başarıyor.

Oyun sahnelendikçe oyunculuğu zamanla daha da oturacaktır tabii ki.

Bu bağlamda performansı, güzel ve doğru bir metinle buluşunca fark ediliyor haliyle. İlk profesyonel işi olmasına rağmen gelecek vaat eden bir oyuncu adayı. Bu alanda ödülleri toplayacak gibi.

Bunda da en büyük etken, Demirli’nin tiyatroyu öğrenmeye, anlamaya olan merakı ve bu alanda çok istekli oluşu.

Ki parlayan gözlerinde görüyorsunuz bu umudu.

Bu yolda ilerlerken yaptığı çalışmalar, sanat meşalesini taşımaya yürekli olduğunu da ortaya koyuyor, ışık yakarken yapacaklarının paydasına.

Bahçeşehir Üniversitesi Konservatuvarı Yüksek Lisans İleri Oyunculuk Bölümü öğrencisi olan Demirli, İBB Şehir Tiyatrosu Darülbedayi Atölyesi'ni tamamlamış.

İBB Şehir Tiyatrosu'nda Müzikallerden Seçmeler ve İstanbul Kültür Sanat Yılı müzikalinde sahne almış.

Yaratıcı drama eğitmenliği yapmış.

Türk Alman Kültür Eğitim Vakfı'nda Çehov- Sevgili Doktor, Gogol-Müfettiş, Ferhan Şensoy-Soyut Padişah, Moliere-Kibarlık Budalası oyunlarında oynamış.

TAKEV Tiyatro Festivali'nde tek kişilik performansı ile ödüllendirilmiş.

İstanbul Fen Oyuncuları'nda yürütücülük yapmış.

Lorca-Eskicinin Tazesi ve H.Troyat-Mektupların Söylediği: Çehov oyunlarında oynamış.

Ali Düşenkalkar, Sevinç Erbulak ve Ayşegül Ünsal'ın öğrencisi.

***

Gelelim metne…

Oyunu yazan Kaan Erkam,anlattığı hikayedeki her cümlede izleyene tokat atıyor. Boğazımıza oturan yumruyu, içimize gidip oturan o taşı böğürerek çıkarmaya çalışırken kaleminibacağımıza, bedenimize saplıyor.Silinmeye çalışılan ama hep izi kalan gerçekler olan o kanı izleyenlerin, insanların, toplumun yüzüne sürüyor bu oyunla!

Ses ve ışıkta Berke Genççe, müzikte Buket Taşçılar’ın olduğu oyunun yönetmeni olarak Levent Tayman’ın imzası bulunuyor.

Ruhu yaralananlar kadar fiziksel acı yaşatılan insan o an niye ağlar dersiniz?

Canının acısına da elbet…

Ama sadece bunun için değil.

Karşındakine zarar veren kişiyi zamanında kim bilir kim eğitemedi diye…

Fiziksel zarar veren çekip giderken, geride kalanın yanına gelip elini yalayan bir köpeğin, o zarar veren kişiden daha yaşanası bir hayatı olduğuna…

Tutulamayan sözlere, yıkılan hayallere…

Ölen kadınlara, kız çocuklarına…

Üzerine karabulutlar çökmüş yurduna ve yattığı yerde kemikleri sızlayan Ata’sına…

Alt tarafı kaç parça toprak şu dünya; sana, bana, hepimize yer varken, kaç ayrı kıtada insanca ve sevgiyle yaşayamadığına…