Dayanışma ekonomisi uygulamalarının yaygınlaşmasının 80’li yıllardan itibaren tüm dünyada yaygınlaşan neoliberal politikalar ve IMF tarafından dayatılan yapısal reformlarının giderek artan bir toplumsal kesimi ekonomik olarak dışlanmasıyla ilintili olduğunu söyleyen Altınbaş Üniversitesi İşletme Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Zeynep Özsoy, “Dışlanan topluluklar temel ihtiyaçlarını karşılamak için yaratıcı, otonom çözümler aramaya başlayınca çözüm olarak üretim ve tüketim kooperatifleri, topluluk temelli dernekler, kolektif mutfaklar gibi inisiyatifler ortaya çıktı. Mevcut sisteme alternatif olarak, eşitliği, mütekabiliyeti, birliğini karşılıklı yardımlaşma ve sürdürülebilirliği önceliklendiren dayanışma ekonomileri, başta üreticiler olmak üzere geniş kitleler için umut vadediyor” dedi.

Prof. Dr. Zeynep Özsoy, yaklaşık 2 yıldır yaşadığımız pandemi sürecinin aslında “dayanışma” kavramının ne kadar önemli olduğunu netleştirdiğini belirterek, “Kooperatifler dayanışma ekonomisinin en güzel örneklerinden biri ve ilkelere dayanan bu örgütlerin mevcut ekonomik sistemdeki rekabet ve kar maksimizasyonu düşüncesinin panzehri olarak karşımıza çıkıyor. Ekonominin giderek daralması düşük gelir gruplarına mensup kişileri alternatif kazanç arayışlarına iterken, gelir düzeyi daha yüksek olmakla birlikte piyasa ekonomisinin dayattığı ilişki ve yaşam biçiminden memnun olmayan bir kesim alternatif hizmetlere yöneliyor” diye konuştu.

Prof. Dr. Zeynep Özsoy, bu kesimlerin, neoliberal ve neokoloniyal güçlere karşı, ekonomik dayanışma için alternatif demokratik toplum temelli projeler geliştirdiklerini ve bu amaçla örgütlendiklerini dile getirdi.

“KENDİNE YETERLİ OLMA RUHU GÜNÜMÜZDE ÖNE ÇIKIYOR”

Dayanışma ekonomisi inisiyatiflerinin günümüzde insanların ve toplulukların ihtiyaçlarını temel alan değer ve prensipleri önceliklendiren birçok insanın yaşamının bir parçası haline geldiğine değinen Özsoy, “Gönüllü katılım, öz yardım, kendine yeterli olma ruhuyla ortaya çıkan çeşitli girişim ve örgütler ekonomik başarıyla sosyal adalet ve hakkaniyeti dengelemeye çalışıyorlar” değerlendirmesinde bulundu.

Prof. Dr. Zeynep Özsoy krizlerden etkilenen AB ülkelerine bakıldığında, son on yılda dayanışma temelli kolektiflerin, kooperatiflerin, müştereklerin, dernekler veya vakıfların sayıca çoğaldığına işaret etti. Dayanışma ekonomisinin ülke ekonomilerine katkısına da değinen Prof. Dr. Özsoy, özellikle kooperatifleşmenin dayanışma ekonomileri içinde çok önemli bir yeri olduğunu söyledi.

“DÜNYA NÜFUSUNUN YÜZDE 10’ÜN KOOPERATİFLERDE İSTİHDAM EDİLİYOR”

ICA (Uluslararası Kooperatifler Birliği)  2022 güncel verilerine göre, kooperatiflerin sanıldığından çok daha yaygın olduğunu dile getiren Prof. Dr. Zeynep Özsoy, “Dünyada 3 milyon kooperatif mevcut ve nüfusunun   yüzde 12’si bir kooperatife üyedir. İşgücüne dahil olan dünya nüfusunun yüzde 10’u kooperatiflerde istihdam ediliyor” bilgisini verdi. 2018 yılı itibariyle AB ülkelerinde 250 binden fazla taban hareketine dayalı kooperatifin var olduğunu ve bunlara 163 milyon AB vatandaşın (AB nüfusunun üçte biri) ortak olduğu tahmin edildiğini dile getirdi. Kanada’da, nüfusun yüzde 30’dan fazlası kooperatiflere üye olduğunu belirten Prof. Dr. Zeynep Özsoy, “Brezilya’da, kooperatifler buğdayın dörtte üçünü, sütün yüzde 40’ını üretiyorlar ve kooperatiflerin ihracatı 1,3 milyar doların üzerindedir.” dedi.

“BM’NİN 2030 SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA GÜNDEMİ’NİN UYGULAMANMASINDA ÖNEMLİ BİR ARAÇ”

Uluslararası örgütlerin de son on yılda dayanışma ekonomisini gündemlerine getirdiklerini işaret eden Prof. Dr Zeynep Özsoy, “Sosyal ve Dayanışma Ekonomileri (SDE) sürdürülebilir kalkınma için Birleşmiş Milletler (BM) 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Gündem’inin uygulanmasında önemli bir araç olarak görülüyor. BM bu alandaki faaliyetlerini Sosyal Dayanışma Ekonomileri Kurumlar Arası Çalışma Grubu (UNTFSSE) aracılığıyla yürütüyor. Söz konusu çalışma grubunun amacı ‘uluslararası düşünce ve politika çevrelerinde günümüzün ekonomik, sosyal ve çevre sorunlarına önemli çözümler üreten SDE’nin görünürlüğünü arttırmak’” diye konuştu.

“YENİ NESİL KOOPERATİFÇİLİK YÜKSELEN DEĞER”

Prof. Dr Zeynep Özsoy, Türkiye’de ise tarihsel olarak kooperatifçiliğin devlet güdümünde başladığına dikkat çekerek, faal 9247 kooperatifin toplam 1 milyon 399 bin 385 üyesi olduğunu belirtti. Bu kooperatiflerin önemli bölümünün tarım alanında faaliyet gösterdiğine dikkat çeken Zeynep Özsoy, “Önceleri devletçi bir yaklaşımla yönetilen kooperatifler 2000’li yıllardan itibaren şirket mantığıyla yönetilmeye başlandı. Bu nedenle demokratik ve dayanışmacı bir yapıya sahip olması beklenen kooperatifçilik Türkiye’de gelişemedi. Ancak son yıllarda tabandan gelen bir iradeyle yeni nesil kooperatifler örgütlenmeye başladı. Bu kooperatiflerin özellikle şehirlerde, tüketim kooperatifleri olarak son yıllarda yaygınlaştığını görüyoruz” ifadelerini kullandı.

Yeni nesil dayanışma odaklı kooperatiflerin tarım dışı alanlarda da faaliyet gösterdiğini söyleyerek, hayatı farklı biçimde örgütlemeye çalışan bu kooperatiflerin bir yandan ekonomik katkı sağlarken, öte yandan bir sivil toplum kuruluşu gibi çalıştığını ifade eden Prof. Dr. Özsoy, “Son yıllarda farklı alanda kurulan kooperatiflere; bisikletçilerin kurduğu Bisikoop, tiyatrocuların kurduğu tiyatro kooperatifi, yayıncıların kurduğu Yaykoop gibi yapıları örnek gösterebiliriz. Yine dayanışma temelli birçok kadın kooperatifi yakın zamanda hayata geçti. İstatistiki verilere bakarak kooperatiflerin ne kadarının ‘yeni nesil’ dayanışmacı kooperatifler olduğunu söylemek güç olmakla birlikte son yıllarda kooperatifçiliğe ilginin hızla arttığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Kuşkusuz dayanışma temelli örgütler sadece kooperatiflerle de sınırlı değil. Sosyal girişimlerden, derneklere; dayanışma ağlarından, gıda topluluklarına kadar dayanışma temelli birçok örgütün yaşamımızın bir parçası haline geldiğini görmekteyiz” diye konuştu.

“MADDECİLİĞİ VE TÜKETİM KÜLTÜRÜNÜ REDDEDER”

Prof. Dr. Zeynep Özsoy, dayanışa ekonomisinin niteliğe odaklanarak, maddeciliği ve tüketim kültürünü reddettiğine dikkat çekti. Dayanışmacı yaklaşımın GSYİH gibi ekonomik göstergelerin sürdürülebilir gelişmeyi göz ardı eden ve yıkıcı birçok eyleme yüksek değer atfeden ölçütler olduğu için reddedildiğini belirten Özsoy, “Bu sistem, yasal olarak kurulan işçi kooperatiflerinden, enformel hediye ağlarına kadar formel/enformel, pazar/pazar dışı ve sosyal/ekonomik oluşumlarını kapsıyor. Dayanışma ekonomisi anlayışı pek çok ekonomik modelin aksine, ekonominin nasıl yapılandırılacağına dair tek bir model önermez. Bunun yerine örgütlerin, toplulukların, sosyal hareketlerin tanımlanması, güçlenmesi, ilişkilendirilmesi ve ihtiyaçların karşılanması için demokratik ve özgürleştirici araçların yaratılması için dinamik bir araçlar önerir” dedi.

ULUS DEVLETLER, ULUSLARARASI ÖRGÜTLER

Prof. Dr. Zeynep Özsoy, demokratik yönetişim ve özerk yönetim gibi olumlu özellikleri ve rekabet üstünlükleri nedeniyle dayanışma temelli girişimlerinin birçok ülkede teşvik edildiğini dile getirdi. Bu kapsamda hükümetler ile sosyal paydaşlar ve sivil toplum arasında ortaklıklar kurulduğunu söyleyen Özsoy, uluslararası örgütlerin ve hükümetlerin “Sosyal ve Dayanışma Ekonomileri (SDE)” terimini kullanmayı tercih etiklerini kaydetti.

Günümüzde birçok devletin sosyal adaleti sağlamak ve yoksullukla mücadele için SDE’lerini bir araç olarak kullanma eğiliminde olduğunu dile getiren Prof. Dr. Zeynep Özsoy, “Özellikle Latin Amerika’da birçok ülkede SDE alanında yasal ve politik düzenlemeler ve reformlar gerçekleştiriliyor. Bolivya, Ekvador ve Peru, kooperatiflerin ve diğer SDE organizasyonlarının sosyal dahiliyeti arttırma ve fakirliği azaltmadaki rolünü önemseyen ve devlet politikasının bir parçası haline getiren ülkelerin başında geliyor. Bazı devletler tarafından yoğun olarak desteklense de taban hareketine dayalı dayanışma ekonomisi inisiyatiflerinin devlet desteğine bağlılığın özerkliklerini zedeleyeceğini, eşitliğin yerine etkinliğe öncelik vereceğini, hiyerarşik ve demokratik olmayan yönetim kültürünü güçlendireceğini düşündüklerinden bu desteğe mesafeli yaklaştıklarını belirtti” diyerek sözlerini noktaladı.